Rüzgar döner mi?

Kabul edelim, kabus gibi günler yaşıyoruz.

Bir yıl önce, beğenmediği seçim sonuçlarını yok sayarak, baskıyla, zorla ve katliamlarla yeniden tek başına iktidar koltuğuna oturmayı başaran AKP/Saray iktidarı Türkiye’ye tarihinin en karanlık dönemlerinden birisini yaşatıyor.

Sadece Ekim ayının son üç gününe bakmamız bile yeter. 

29 Ekim gecesi yayınlanan KHK ile rektörlük seçimleri kaldırıldı ve aynı anda aralarında pek çok ilerici ismin olduğu akademisyenlerin üniversite ile ilişiği kesildi.

30 Ekim Pazar gecesini HDP Diyarbakır Eşbaşkanlarının tutuklanması haberiyle kapatmıştık, 31 Ekim sabahı ise Cumhuriyet gazetesine dönük operasyon haberiyle uyandık.

Bu tablo AKP/Saray iktidarının sınır tanımayan bir saldırganlıkla ve her geçen gün daha da saldırganlaşarak yol almaya çalıştığını görmek için yeter de artar bile.

İKTİDARIN BAŞKA YOLU YOK

Belki başka bir yazının konusu ama Türkiye’nin 2013 Haziran’ında yaşadığı o muhteşem günlerin ardından bu noktaya gelmesi, AKP’nin başarısından ziyade toplumsal muhalefetin eksiklerinin ve çözemediği sorunları nedeniyle bıraktığı boşlukların bir sonucudur.

Bu vurguyu yapmamızın nedeni sol içi tartışma yürütmek değil, objektif bir durumu ortaya koymaktır. Daha önemlisi, bu saptama başka bir tartışmanın yanıtını da içinde barındırıyor. Türkiye’nin ilerici güçleri bugün etkili bir biçimde bu gidişatın karşısına dikilemiyorsa, bu Haziran 2013’te yaşadıklarımızın gelip gecici bir dalgalanma ve tatlı bir rüya olduğu anlamına gelmez. Kuşkusuz ortada bir geri çekiliş hali vardır, ancak bu büyük kuvvet buhar olmamış, AKP ile süren savaşında henüz son sözünü söylememiştir. Evine çekilmiştir ama pencereden sokağı izlemektedir, yüreğinde aynı öfke ve aynı umutla yeniden sokaklara çıkmak için uygun zamanı kollamaktadır.

Burada bir noktanın daha altını özellikle çiziyoruz, bize göre AKP/Saray rejimi, toplumun önemli bir çoğunlunun ve daha önemlisi ülkenin geleceğini temsil eden dinamik güçlerin neredeyse tamamının iktidarın karşısında olduğunun bilincindedir. Bu kadar saldırganlaşmasının temel nedeni, iktidarda kalmasının başka bir yolunun olmadığının farkında olmasıdır.

BAŞKANLIK SALTANAT TALEBİDİR, EMEKÇİ HALKIN KULLAŞTIRILMASIDIR

Yukarıda söylediklerimiz, başkanlık tartışmasının yeniden gündeme getirilmesiyle de tutarlıdır. Sonsuza kadar bu biçimde iktidarda kalınamayacağına göre AKP/Saray Rejiminin kendisine bir yasal kılıf, bir meşruiyet zemini bulması gerekmektedir. Bu başarıldığı takdirde, İslami-faşist yönelim, bir saltanat dönemiyle, Reisliğe yasal bir nitelik kazandırarak hedefe ulaşmış olur.

İktidar sahipleri sınırsız sömürü ve bunu kolaylaştıracak bir dinsel egemenlik için, iktidarlarını kalıcılaştırmak için başkanlık kılıfı altında bir saltanat düzeni oluşturma arayışı içindedir.

Saltanat hevesinin esas olarak emekçileri ve yoksul halkı yurttaşlık hukukundan çıkararak “kul” durumuna mahkum etme hevesi anlamına geldiğini özellikle belirtmek gerek. Bu, Osmanlı’ya son veren cumhuriyetin tüm kazanımlarının ortadan kalkması, son kırıntılarının elden gitmesi olarak da okunabilir.

Türkiye emekçi halkları, ilerici insanlarımız artık son düzlüğe girmiş bu gidişatı durdurmak göreviyle karşı karşıyadır. Başkanlık tartışmalarını ve belki bir referandumu da kapsayacak olan önümüzdeki süreç bu nedenle mutlak bir hesaplaşma süreci, bu topraklarda yaşayan insanların bundan sonra yurttaş mı kul mu olacağına karar verilecek bir süreç olacaktır.

RÜZGAR NASIL DÖNER?

Faşist yönetimler, çeşitli yalan ve manüplasyonlarla halkın bir kesiminin desteğini almaya başarırlar ancak esas başarıları karşılarındaki büyük güçleri, bölmek ve etkisizleştirmektir.

Yazının girişinde sözünü ettiğimiz 29-30 ve 31 Ekim’deki üç büyük saldırının, birincisini “entel takımına”, ikincisini “bölücülere”, üçüncüsünü isteğe bağlı olarak “statükoculara” veya “liberallere” dönük bir müdahale olarak da değerlendirebilirsiniz. Böylece gerici-faşist bir iktidarın kurumsallaşması sürecinde oturduğunuz yerde oturmaya devam edebilirsiniz.

Oysa doğrusu ve bu gidişatı durdurmanın yolu tam tersidir.

Türkiye büyük bir hesaplaşmaya doğru hızla giderken önümüzdeki görev hâlâ değişmedi. Ne dediği anlaşılır, sade ve halkçı bir program etrafında bir araya gelmiş, militan-mücadeleci ve mutlaka kazanmaya odaklanmış birleştirici bir devrimci irade ortaya konduğunda çok şey değişir.

Birleşik HAZİRAN Hareketi’nin saltanatın kaldırılmasının yıldönümünde Türkiye emekçi halklarına, ve tüm ilerici güçlerine dönük çağrısını bir de bu gözle okumakta fayda var.

Yeni saltanat düzeni arayışlarına karşı büyük bir birlik sağlayabilir, bir kez daha tek vücut olarak “mücadeleye devam” demeyi başarabilirse bu gidişat tersine döner.

Denemeye değmez mi?