Rusya'nın 'suni denge'si olarak V.V. Putin!

Vladimir Putin’e Gramsci’nin İtalya’da burjuva hegemonyasının inşası ya da Mahir Çayan’ın Türkiye sınıflar mücadelesine ket vuran dinamikleri açıklamada kullandığı kavramlarla baktığınızda “kahraman” imajı bir hayli farklı görünecektir. V.V. Putin gerçekte temsil ettiği sınıfsal çıkarların, onun uluslararası sermaye ile olan bağlarının ötesinde tam da Mahir Çayan’ın resmettiği “suni denge”nin tecessüm etmiş halidir.

Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de Putin ve Rusya ancak dış politika bağlamlarında haber değeri taşır durumda. Rusya’nın sosyal ve sınıfsal gündemi çok zamandır gözardı ediliyor. Ustelik son derece tezat ve dinamik bir ülkeden söz ediyoruz.

Bir hafta süren ve 1 Temmuz'da tamamlanan Anayasa değişiklikleri oylaması resmi sonuçlarına göre katılım %65 oranında gerçekleşmiş ve geçerli oy kullananlar %22 hayıra karşılık %78 evet diyerek değişikliklere geçerlilik kazandırmışlardır. Oylama sonuçlarına mutlak sayılarla bakıldığında, %51’in desteğini almış dedirtecek ama sonuçlarla çok oynanmış da dedirtmeyecek bir rakam bu. Rusya ortalama katılım ve destek oranlarının da ortalamasına yakın. Buraya kadar, bildiğiniz Rusya tablosu kabaca tekrar etti denebilir.

Hatırlanacak olursa batıcı-liberal muhalefet boykot çağrısında bulunmuş, ana muhalefet konumundaki Rusya Federasyonu Komünist Partisi ise “HAYIR” blokunu örgütleyerek Putin’e tavır almıştı. Daha önce yazılı ve görsel medyada Anayasa değişikliklerinin ne getirdiği konusunu ele aldığım için burada çok kısa bir özet değininin ardından esas olarak Putin’in Rusya sosyal ve sınıfsal mücadeleler denklemi içindeki tezat yerine odaklanacağız.

Siyaset üstü bir figür olarak Vladimir Putin!

Türkiye sosyal medyasında çok paylaşılan ve insanı dumur eden türden bir röportaj içeriği vardır: Mikrofona konuşan sıradan bir kadın ya da erkek vatandaş yıllardır işsizlikle boğuştuğunu, her şeyin çok kötü gittiğini, ülkenin ve halkın fakirleştiğini vb. şikayetleri bağıra bağıra ve tüm içtenliğiyle sıralayıp sözünün sonunda tüm bunların sorumlusu olarak ana muhalefet partisi CHP’yi gösterir ve oyunu her zaman olduğu gibi (ülkeyi 20 yıldır yöneten) Erdoğan’a atacağını söyler. Nadiren çıkar bu tipoloji ve tam da bu nedenle çokça paylaşılır.

Rusya’ya gittiğiniz zaman durum çok daha ilginç bir hal alıyor. Zira sizi dumura uğratacak insan sayısı sosyal medya kadrajına girmiş birkaç kişinin çok ötesinde bir büyüklüğe tekabül eder.  Rusya’nın köklü ve güvenilir sosyolojik araştırmalar merkezi Levada Tsentr’in yaptığı son derece kapsamlı bir çalışmaya göre Rusyalıların %54’ü Rusya’nın doğru bir istikamette ilerlediğini, %86’sı ise Putin’in görevini başarıyla yapan bir başkan olduğunu düşünüyor. Buraya kadar şaşıracak bir şey yok elbette. Rusya hakkındaki genellikle bildiklerimiz de tam da bu yöndedir. Tüm Rusya bölgelerinden seçilmiş 18 ile 45 yaş arası araştırma katılımcılarının cevaplarının dumur kısmı ise aynı insanların üçte ikisinden büyük kısmının Rusya’da bürokratik çürüme, yolsuzluk, rüşvet, işlerin yürümemesi, insan hakları ihlalleri vb. problemlerin olduğunu düşünmeleri.

Tekrar edecek olursak, Rusya halkının en az dörtte üçü birçok temel başlıkta Putin’i destekliyor, onu başarılı buluyor ama aynı zamanda Rusya yönetimini atıl, rüşvete batmış, halktan ve adaletten uzak ve üst sınıfların hizmetinde iş gören bir yapı olarak değerlendiriyor. Bu tablo sadece bağımsız bir araştırma kurumunun bilimsel sonuçlarını değil, Rusya’da belli bir süre yaşamış herkesin çıplak gözle gördüğü, bildiği bir algıyı yansıtır. Sezgi ve gözlemle de teyit edilen siyasal-sosyolojik araştırma sonucu. Bundan daha sağlam veri olmaz.

Peki ülkeyi 4 dönem başkan 1 dönem de başbakan olarak yöneten Putin’in bürokrasi ve bakanlıkların sorumlusu olarak görülmek yerine devlet bürokrasisi ve siyasal alandaki çeşitli fraksiyonların üstünde bir “hakem” gibi görülme nedeni nedir? Daha da önemlisi bunun Rusya’nın sosyal mücadeleler sahasına etkisi ne olmaktadır? Bu soru birçok yönden Gramsci’nin hegemonya kavramını ama daha da ziyade  Mahir Çayan’in “Kesintisiz Devrim II ve III’de ele aldığı “suni denge” kavramını çağrıştırıyor.

Çayan, Kesintisiz Devrim’de ülkenin “ekonomik, sosyal ve tarihi gelişiminin sonucu olarak, bir başka deyişle, geçmiş dönemlerde devletin niteliğinden dolayı, halkımızın tepkileri ile devlet arasında bir suni denge”nin süregeldiğini ileri sürer (Mahir Çayan, Bütün Yazıları, Eriş Yay. s. 302). Baskı ve zor aygıtlarının ötesinde, Gramsci’nin hegemonya olarak adlandırdığı rıza devşirme olgusuna (kavramına değil) işaret edecek şekilde formüle edilen bu “suni denge’'yi oluşturan iki temel unsur vardır: Nispi refah ve devlet baba geleneği.  

Çayan “nispi refah”ı daha önceki üretim biçimleri ve dönemlerine nispetle bakıldığında yaşanan toplumsal üretim artışının, evlere buzdolabı, telefon, radyo, mobilya vb. tüketim mallarının girebilmesi olanağı ile ilişkilendirir. Zira yeni sömürgecilik çağında “...izafi olarak feodalizmin etkin olduğu, eski sömürgecilik dönemine kıyasla belli ölçülerde pazarın genişlemesine paralel olarak toplumsal üretim ve nispi refahı artırmıştır.” (s.273) Oligarşi ile halkın memnuniyetsizliği ve tepkileri arasındaki suni dengeyi teşkil eden bir diğer unsur ise devlet baba algısı, geleneğidir: “Osmanlı feodalizminin niteliğinden dolayı (klâsik anlamda feodal-serf ilişkisinin açık ve kesin olmaması ve de iç sömürünün yumuşak ve gizli olması) isyancılık emekçilerde bir gelenek haline gelmemiştir. Merkezi feodal devlet dış talanı temel alıp, iç sömürüyü nispeten gizli ve yumuşak yürüttüğünden dolayı, Anadolu halkına bir yüce baba, bir hami gibi gözükebilmiştir.” (s.288)

Türkiye ve Rusya arasında, tıpkı hegemonya söz konusu olduğunda Türkiye ile İtalya arasında olduğu gibi, tam bir paralellikten söz ediyor değiliz. Ancak sınıflararası mücadelede burjuva iktidarının siyasal görünümlerine ilişkin bu özgül bağlam hayli benzerlikler içeriyor.

Rusya’nın nispi refahı

Putin’in ekonomik ve sosyal performansı genellikle Gorbaçev’in kaotik son yılları ve Yeltsin’in  sefaletle özdeşleşmiş 1990’ları ile kıyaslanarak anılıyor. Putin bu iki selefiyle kıyaslandığında nereden bakarsanız istikrar ve refah artışı, dış borçlardan kurtulma, enflasyonu dizginleme, yaşanabilir sınıra yaklaşan ücretler ve devletin sosyal fonksiyonlarında gözle görülür bir iyileşme anlamına gelir. Burada bir illüzyon yoktur. Her ne kadar SSCB seviyesinde bir refaha ulaştırmaktan hayli uzak olsa da Rusya halkını yıkımın eşiğine getiren Gorbaçev ve özellikle Yeltsin ile kıyaslandığında Putin, Rusya halkları için hep “nispi” refahı, adaleti ve istikrarı temsil ediyor.

Hükümet değil devlet adamı!

Petrol, doğal gaz, maden ve mineraller, askeri sanayi ihracatının yarattığı olanaklar ile iç sömürüyü dengeleme olanakları Rusya’da devleti “baba” yaparken, aynı anda Çar Petro’ya ve Stalin’e sahip çıkan söylemiyle Putin’i de bu babalık kurumunun tepesine yerleştiriyor. 

Nispi refahla desteklenen siyaset üstü Putin Baba imajı Rusya halkından hala ciddi bir destek görüyor. Bu ne kadar gerçekse bu desteğin düşüş eğrisinde olduğu da bir o kadar gerçek. Yeltsin dönemi sefaleti, Gorbaçev’in kaotizminin sürekli anımsanmasına bağlı olan bu imaj, Sovyet döneminin refahı, olanakları ile kıyaslanmayı ise hiç hoş karşılamaz.

Putin 2036’ya kadar devlet başkanı kalmasına olanak sağlayan anayasa değişiklikleri oylamasından başarıyla çıkmış ancak pandemi sürecindeki yetersizlikleri ile birleşince bu demokratik olmayan düzenleme ona duyulan güvene ciddi darbeler vurmuştur. Emekli maaşları ve asgari ücretin enflasyonun altına düşmemesini garanti eden anayasal düzenleme mevcut suni dengenin “nispi refah” ayağını güçlendirmiş görünüyor. Ancak 2036’ya kadar yönetimi bırakmayacağı düşünülen bir başkanın “tarafsızlık”, “hakemlik” “siyaset üstü devlet adamlığı” gibi vasıfları daha uzun bir süre taşıması çok kolay olmayacaktır. Hele her birinin seçimini bizzat yaptığı bakanlar, danışmanlar ve ona sadık oligarklar ağının Rusya dışındaki banka hesapları, yolsuzlukları, hırsızlıkları, halkın ortak mallarına nasıl çöktükleri her geçen gün daha çok konuşulurken bu hiç kolay olmayacaktır. Öte yandan Rusya solu ulusalcı paradigmadan çıkıp sınıfsal siyasete yaklaşmadığı sürece bu doğal değişim siyasetle taçlanmayacaktır.