Rus devrimcilerin edebiyat merakı

Geçmişte başka ülkelerin devrimlerinde yaşanan süreçlere, olaylara, devrime damgasını vurmuş önderlerin özelliklerine ilişkin bilgiler hepimizin ilgisini çeker.

Türkiye solu açısından ilgi sıralamasında birinciliği uzak ara Rus Devrimi alır. Nedenleri ayrıca tartışılabilir. 20. yüzyılın sosyalist devrimleri arasında en eskisi olması ve devrimin gerçekleştiği ülkenin Türkiye’ye coğrafi yakınlığı ilgiyi artıran ek faktörler arasında sayılabilir.

İlginin kendisinde sakıncalı bir yan yoktur. Ancak, her devrimin kendine özgü yanları olduğu, bunlardan kimilerinin zamansal ve mekânsal açılardan “biricik” sayılması gerektiği unutulursa ortaya çıkan sonuç pek geliştirici sayılamaz. Az önceki “biricik” sözcüğünü kendi zamanında benzeri olmama dışında ayrıca “tekrarlanamama” anlamında da kullandık.

Nelerin “biricik” ve “tekrarlanamaz” sayılması gerektiği konusunda ciltlerle kitap da yazılabilir.

Bizse burada şimdiye kadar üzerinde pek durulmamış bir “biriciklik” kesitine kısaca değineceğiz: Rus edebiyatı ile bu ülkedeki “devrimcilik ruhu” arasındaki ilişki…

***

Tartışmaya açıktır, ama gene de söyleyelim: 19. yüzyıl Rus edebiyatı, dünyada kendi döneminin en güçlü edebiyatıdır.

Tartışmaya gerek bırakmayacak kadar açık bir gerçek ise şudur: Tarihte başka hiçbir ülkenin devrimcileri kendi edebiyatlarından Rus devrimcileri kadar etkilenmemiştir.

Puşkin, Gogol, Gonçarov, Herzen, Lermontov, Turgenev, Dostoyevski, Tolstoy, Çernişevski, Çehov ve diğerleri…

Bu insanlar ne yazmışlardır? Devrimciler bu yazılanlarda ne bulmuşlardır?

Adı geçen yazarları bir bütün olarak aldığımızda kimi genellemelere gitmek mümkün görünüyor. Bir kere, Rus edebiyatında okurun önüne konulan bir istikamet sorunsalı vardır.    Bir yanda yozlaşan, bozulan, çürüyen bir ortam (özellikle Gogol ve Gonçarov) diğer yanda da tahayyül edilen bir yeniye ve ileriye ilişkin mesajlar (özellikle Herzen ve Çernişevski). Bu ikisinin birlikteliği okura bir istikamet nosyonu kazandırır ve “nasıl olacak”ı düşünmeye zorlar…

Burada kalmaz. İyi ve ileri olan, bir tür “kır sosyalizmiyle” mi gelecektir (özellikle Herzen)? Yoksa verili ortama biraz “nihilistçe” mi yaklaşmak gerekir (özellikle Turgenev)? Kendi toplumlarındaki katı hiyerarşiye ve aristokrasiye nefretle bakan, bu bağlamda Fransız Devrimini ve hatta Napolyon’u yücelten genç kuşaklar sonunda gidip barışçı bir püritenizme mi demir atacaklar (Tolstoy)?

Bunları geçersek, birey hepsini boş verip kendini bir “acı çekme kültüne” mi adamalıdır (Dostoyevski)?      

İstikamet sorunsalı demirbaş sayılmak kaydıyla bu toplamda en fazla görülen çeşitliliktir; yazarların ortaya koydukları, okuru düşündüren ve zorlayan ikilemler, açmazlar ve tıkanmalardır.

Sonuçta, böyle bir “edebiyat” bir kez olur ve hepsinden başka bir şey değil de devrim fikri ve eylemi çıkaran edebiyatsever devrimci topluluğu da bir kez çıkar.

Tekrarını beklemenin ve zorlamanın anlamı yoktur.

***

20. yüzyıl Türk edebiyatı da güçlü bir edebiyat sayılmalıdır.

Ne var ki bu edebiyat, daha doğrusu bu edebiyatın “sol tarafı”, Rus edebiyatındaki “istikamet sorunsalı” açısından okuru zorlayan, düşündüren ve sorgulatan bir ağırlık taşımamıştır.   İstisna sayılabilecek örneklerin ise “soldan” geldiğini söyleyemeyiz. Örneğin Yakıp Kadri’nin Ankara’sı (Selma hanım) ya da Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur’u (Mümtaz) gibi …

Burada kendi edebiyatımızdaki bir eksiklik ya da zayıflıktan söz ettiğimiz sanılmamalıdır.

Orada öyle olmuştur, bizde böyle…

Sonra, Türk edebiyatının sol tarafının, var olan durumları ama yalın bir gerçekçilikle ama mizahla yansıtma açısından hayli gelişkin sayılması gerektiğini de ekleyelim.

***

“Lenin, polemiklerinde karşıtlarına saldırırken onları neredeyse her zaman Rus edebiyatından seçtiği pek hoş olmayan, kimi zaman da küçük karakterlere benzeterek bu işi yapardı.” (Tarık Ali, https://www.theguardian.com/books/2017/mar/25/lenin-love-literature-russian-revolution-soviet-union-goethe)

Bizse, edebiyata pek girmeden bu işi başta Plehanov olmak üzere Bernstein’la, Kautsky’le falan yapmaya çalıştık…

Kendi edebiyatımıza yönelseydik herhalde en fazla Kemal Tahir romanlarındaki İttihatçı karakterleri seçer, tepe tepe kullanırdık.

İyi ki olmamış…