"Her devrim küçük bir kıvılcımla başlar. Ve vardır her namlunun ucunda bir yaşam ateşi. Böyle büyük düşler de yolculuklarla başlar. Ve serüvenciler düşer bu yollara."
Kadriye Ortakaya
Kadriye Ortakaya, iddialara göre IŞİD militanlarının geçişlerini izlemekle yetinen, en fazla havaya uyarı ateşi açan TSK'ya bağlı askerlerin açtığı ateşle yaşamını yitirdi. IŞİD militanlarına gösterilen hoşgörünün binde biri kendisine gösterilseydi şu an aramızda olacaktı, Kobane'deki mücadelesinin ardından İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi çalışmalarına katılacak, ardından İSİG Meclisi'nde birlikte çalıştığımız Y.Doç.Dr. Berna Müftüoğlu ile tez çalışmasına koyulacaktı. Berna hoca birlikte çalışacakları tez konusunun “iş cinayetlerinin politik ekonomisi” olacağını, Türkiye'nin bugün yaşadığı en önemli sorun olduğunu, gerçekliğin ortaya çıkarılmasında katkı koyma düşüncesinin dahi onu ne kadar da heyecanlandırdığını söyledi bizlere. Onun anısını yaşatmak adına, en azından genç araştırmacı arkadaşlara çağrımdır, lütfen Kadriye'nin aramızdan ayrılmasıyla doğan boşluğu dolduralım... Anısı önünde saygıyla eğiliyorum...
Bu hafta kısaca maden, enerji ve inşaat sektöründeki iş cinayetlerinin ekonomi politiğine bakmaya çalışalım. Öncelikle hazırladığı muhteşem yazı ve açıklayıcı grafik için Doğu Eroğlu'ya teşekkür etmek istiyorum. Maden, inşaat ve enerji sektörleri arasındaki sermaye geçişini, bunun AKP politikalarına yansımalarını kısa ve öz bir şekilde o kadar güzel anlatmış ki! Kendisinin hazırladığı grafiği burada ödünç alarak yazıma başlamak istiyorum (http://www.birgun.net/news/view/iste-akpnin-rant-yolu/8343)
(Şekil: Doğu Eroğlu, AKP'nin Yolu: TOKİ, Özelleştirmeler, Madencilik ve inşaat büyütürken öldürdü, 7.11.2014, Birgün Gazetesi)
26 Mayıs 2004... Madenlerdeki katliamın tetikleyicisi olan bir tarih mi?
Yukarıdaki şekilde kurulan saadet zincirinin hızla harekete geçmesi 26 Mayıs 2004 tarihli TBMM Genel Kurulu'ndaki tartışmaların ardından çıkarılan yasal süreçlere dayanıyor. O yıllarda Enerji Bakanı olmayan Taner Yıldız, madenciliğimizin gelişme gösteremediğini, özel sektörün girişimcilik ruhunun etkilendiğini söylüyordu. Süreç hızla başladı, 2004 yılında çıkarılan Maden Kanunu ile rödovans ve taşeron sistemi temel sistem haline geldi ve madenler başlarda tek tek, sonrasında ise kitlesel halde ölüm makinaları haline dönüşmeye başladı. Madenlerden elde edilen kazancın sözgelimi İstanbul'a yansıması, bir anda o veya bu şekilde ruhsatı alınmış koca koca binaların gökdelenlerin dikilmesi oldu, artık madenden elde edilen artı-değer inşaata yöneliyor, TOKİ eliyle hükümete yakın firmalara verilen ihalelerde, geçmişinde madencilik olan firmalar göze çarpıyordu. Dev projeler TOKİ eliyle yandaş şirketlere dağıtılırken, AKP'ye yakın şirketler madenlerin, inşaatların ardından, enerji sektörüne de giriyordu. Termik santral yatırımları, ucuz üretilen linyit kömürünü emen, yandaş şirketlerin de kasasını dolduran bir hale gelmişti.
Linyit deyince bir duralım!
Elde edilen ucuz linyit kömürünün, AKP'nin sermaye transferi politikalarında değil, "sosyal" politikalarında da rolü inanılmaz hale geldi. Bakan Ayşenur İslam'ın ifadesiyle “Bilindiği gibi, 2003 yılından bu yana yoksul vatandaşlara yapılmakta olan kömür yardımları her yıl alınan Bakanlar Kurulu kararına istinaden yürütülmektedir. 7 Nisan 2014 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile 2014 yılında kömür ihtiyacı olan ailelerden taleplerin toplanması ve bunların Türkiye Kömür İşletmelerine bildirilmesi görevleri valiliklere verilmiştir. Dağıtılan kömürlerin hangi madenlerden alınacağı ve dağıtım organizasyonunun nasıl yapılacağı Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından yürütülmektedir." Valilikler AKP'nin seçim organizasyonlarında resmen görev alır hale gelirken, ucuz ve kalitesiz kömürün yarattığı hava kirliliği ise işin bir başka boyutunu oluşturdu.
Hürriyet gazetesinin 7 Kasım 2014 tarihli haberinde şu belirtiliyor:
2003’te kömür yardımı yapılan aile sayısı 1 milyon 96 bin 488, dağıtılan kömür miktarı ise 649 bin 818 ton iken, bu rakam 2013’te 2 milyon 259 bin 620 aile ve 2 milyon 181 bin 630 ton kömüre yükseldi. Aşağıdaki grafik, maden-enerji-inşaat saadet zincirinden, yoksullara oy karşılığı verilen sus payını da net bir şekilde gösteriyor (Kaynak: Hürriyet Gazetesi, 7.11.2014) Madenler peşkeş çekiliyor, geçmiş yüzyılın teknolojisiyle, insan hayatı hiçe sayılarak üretim yapılıyor, devlet yandaş maden şirketlerine "ne çıkarırsan alacağım" diyor, tüm Türkiye'de termik santral yatırımları artıyor, kömürün bir kısmı yandaş firmalarca "seçim finansmanı" olarak ayni destek gibi bir anlamda transfer ediliyor.
Anahtar sözcük: Rödovans!
Son on yıldır iki üç günde bir duyduğumuz bir ifade "kaçak maden ocağında göçük sonucu..." Medyada ve resmi açıklamalarda son dönemlerde en sık tekrarlanan yalan şu: Kaçak maden ocağı! Evet kaçak ocaklar var, göz yumuluyor vs. Ama bu süreçte anahtar sözcük Rödovans!
Rödovans Fransızca kökenli bir sözcük, herhangi bir şeyi kullanma karşılığında ödenen vergi anlamına geliyor. Madencilik sektöründe ise bir maden sahasının belli süre boyunca bir şirkete verilmesi, bir anlamda işletme hakkının devredilmesi olarak tanımlanabilir. Sistemin çalışma mekanizmasına bir bakalım: Büyük firmalar, rödovans sistemiyle kömür sahasını kiralıyor ve yıllık belli bir ton üzerinden devlete taahhütte bulunuyor. İlgili sahayı kiralayan firma, kendi işçisini çalıştırmak yerine, aynı inşaat sektöründe olduğu gibi alt taşeronlara işi dağıtıyor. Kimi durumlarda hedefi tutturamayacağını anlayan şirketler de kiraladığı sahayı kayıt dışı bir şekilde alt taşerona kiralıyor.
"Kaçak madende çıkartılan kömür sisteme dahil edilene kadar çok ciddi bir rüşvet mekanizması işliyor. Kaçak madenlerde çıkartılan kömür, şirketlerin irsaliyesi ve faturasıyla ya piyasaya sürülüyor ya da bazı şirketler üzerinden legal hale geliyor. Böylece şirketler taahhüt ettiği kotayı yakalamış oluyor! Devlet büyük sermayeye, onlar da alt taşerona... İşler böyle yürüyor. En ciddi iddia ise, kaçak madenlerde çıkartılan kömürün büyük bir bölümünün Demir Maden’e satıldığı, onun da TTK’ya sattığı. Sendikanın bile bu işten komisyon aldığı dillendirilen iddialar arasında. “Kaçak madenler”de hastalanan ve kaza geçirenlerin tamamı özel hastanelerde tedavi ediliyor. Sonuçta, Zonguldak Ticaret Odası’nın 2011’de tespit ettiği kadarıyla 250 “kaçak maden ocağı” bulunmakta"
"1990 ve 91 Büyük Maden Grevi özelleştirmeyi durdururken, devlet bu kez arkadan dolanıyor ve rödovans sistemini geliştiriyor. Danıştay, 2002’de rödovans sözleşmelerinin iptaline karar verince, AKP 2004 yılında çıkardığı 3213 sayılı yasa ile tüm engelleri aşıyor. Zonguldak’ta 1980 öncesi TTK’de çalışan sayısı 40 bini aşmışken bugün 10 bine kadar inmiş durumda. Üretim de 5 milyon tondan 2 milyon 400 bin tona kadar düşmüş. Esnek istihdam, güvencesiz emek, parçalanmış üretim ve çalışma ilişkileri ve iş kazaları birbirini tetikliyor" (Açıklayıcı yazı dizisi için, Karanlık Bir Dünyanın Dehlizlerinde, Sedat Yılmaz, Özgür Gündem)
Aşağıdaki grafik ise, rödovanslı sahaların AKP döneminde nasıl da arttığını gösteriyor. Bu grafik maden-enerji-inşaat saadet zincirini tamamlıyor ve yine ilk grafiğe dönüyoruz, bir kez daha bakıyoruz ve sermaye transfer mekanizmalarını, artı-değer sömürü süreçlerini ve iş cinayetlerini yerli yerine oturtuyoruz... Madenlerde, inşaat ve enerji sektöründe sınıf mücadelesi için nesnellik bu kadar açık davet ediyor ve sınıf siyasetini bekliyor...
TTK ve Rödovanslı Sahalarda Kömür Üretimi (Sarıkaya İ, 2013, Kaza Değil Cinayet, Zonguldak Taşkömürü Havzası'ndaki Taşeron Ocaklarda İşçi Ölümleri, Eğitim Bilim ve Toplum Dergisi, 11(41); 81-100)