Rejim film çekiyor

Kanal-İstanbul’a “çılgın proje” deniyordu, ama bir “müjde” olarak ilan edilmemişti. Bugün uykuya yatırılmış görünüyor.

Yakın geçmişin ilk müjdesi, geçtiğimiz yaz Karadeniz’de bulunan doğal gazla ilgiliydi. “Zafer ayında” (Ağustos) verilen bu müjdeye göre Türkiye makus talihini yenmişti; cari açığı değil cari fazlayı ve döviz bolluğunu konuşacağımız günler geliyordu…

O günler gelmeden bunları söyleyen Berat Albayrak gitti.

Günümüze doğru müjdeler birbirini daha sık aralıklarla izlemeye başladı. “Yeni anayasa” da bir tür müjdeydi. Ancak insanlar bu müjdenin tadını tam çıkaramadan uzay yolu müjdesiyle karşılaştılar. Bu müjdeyle gözler uzaya çevrilmişken sette “Gare müjdesi” hazırlanıyordu. Doğal gaz müjdesi nasıl “zafer ayına” denk gelmişse, Gare müjdesi de Şubat ayında, yani 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği ay, hatta aynı gün verilecekti.

Olmadı…

Rejimin, yenisi eskisini gölgeye iten bu müjdelerinin ardında bir mantık olsa gerek…

Yoksa rejim film mi çekiyor?

***

Öğrendiğimiz kadarıyla kesme (cut); zincirleme (dissolve) ve kararma-açılma (fade out-fade in) filmlerde en yaygın kullanılan montaj teknikleri arasında. Bunlardan ilkinde (kesme) bir sahneden diğerine aniden geçiliyor. İkincisinde (zincirleme) bir sahne henüz görünürken bir sonraki sahnenin görüntüleri aynı karede belirmeye başlıyor. Üçüncü teknikte (kararma-açılma) ise belirli bir sahnenin görüntüleri tedrici olarak kararıp kayboluyor ve yerini bir sonraki sahnenin görüntülerine bırakıyor.

Bitmedi: Oscar ödüllü görüntü yönetmeni Haskell Wexler bir filmde radikal bir hamle yapmış, böylece izleyici aynı karede farklı zamanların ve mekanların görüntülerini izlemişti. “Splitscreen” (bölünmüş ekran) denilen bu tekniğin örneğini Türkiye’de “Kibar Soyguncu” adıyla gösterilen “Thomas Crown Affair” adlı filmde (1968) görebiliriz.

Rejim film çekiyorsa, bu tekniklerden ağırlıklı olarak hangisini kullanıyor dersiniz?

***

Bizce hepsini deniyor.

Siyasetin doğası pek uygun olmadığından “kesmeye” daha az başvurulduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar ne hale getirilmiş olurlarsa olsunlar öne çıkarılan bir gündemden diğerine çok ani ve ilkini büsbütün unutturacak geçişlere o kadar hazır oldukları pek söylenemez.

Buna karşılık, örneğin uzay yolu sahnesi tedrici olarak kararırken ekranda Gare gündeminin belirmesi pekala başvurulabilecek bir tekniktir.

Ancak görüldüğü kadarıyla, diğer tekniklere de başvursa bile rejimin asıl niyeti, insanların baktıklarında bölünmüş bir ekran (splitscreen) görmesini sağlamaktır. Öyle ki halk aynı karede hem “tek partili dönemin zulmüyle” geçmişe dönsün, hem de uzay yoluna koyularak geleceğe baksın; hem yeni anayasadan bir şeyler beklesin, hem de terörün beli kırılıyor diye sevinsin…

Ne var ki sinemada kesme, zincirleme, kararma ve bölünmüş ekran tekniklerinin hepsini aynı anda kullanmak mümkün değil.

Peki, siyasette olabilir mi?

***

Bizce rejim bugün geldiği noktada, vizyonundaki Türkiye’ye birbirini belirli bir mantık sırasında izleyen, tutarlı adımlarla yürüme melekesini yitirmiştir. Attığı her adım, kullandığı her teknik, nihai bir vizyonun parçası olmaktan çok anlık-güncel “Buradan ne çıkabilirim” hesabına dayanmaktadır.

Sonuçta kesme, zincirleme, kararma ve bölünmüş ekran tekniklerinin, giderek daralan bir tabanı konsolide edip militanlaştırma dışında taze kan ve yeni destekçi bulma çabalarında pek bir işe yarayacağını sanmıyoruz.

Rejim ekonomik açıdan nispeten rahat bir dönemde olsaydı yukarıda sözünü ettiğimiz montaj tekniklerine zaten gerek duymazdı; bu tekniklere ağırlık verdiği dönemde ise ekonomik darboğaz, işsizlik, yoksulluk ve pahalılık, montaj tekniklerinin etkisini tam sıfırlamasa bile hayli azaltmaktadır.

Üstelik bugün, bölünmüş ekrana bakıp tek parti dönemini hatırlatma furyasına elinde tuzlukla koşacak, uzay yolu maceralarını “oryantalist-sol zihniyetin” eleştirisiyle birlikte güzelleyecek ve yeni anayasa projesine “niyet okumayalım” iyimserliğiyle yaklaşacak kanaat önderi de pek kalmamıştır.

Erdoğan bir yıl kadar önce “Onlar film çevirsinler biz tarih yazacağız” demişti…

Şimdi Erdoğan’ın kendisi film çeviriyor, bakalım başkaları tarih yazabilecek mi?