‘Radikaller için bir yol haritası’

1996 yılından beri ABD’deki farklı kitle hareketlerinde ve örgütlerinde yer almış ve bu arada Wall Street’i İşgal Et eylemlerine de içeriden tanıklık etmiş olan Jonathan Matthew Smucker, “radikaller için bir yol haritası” hazırlamış: Hegemonya Kılavuzu (ya da “Hegemonya Kurmanın Yolu”: Hegemony How-To: A Roadmap for Radicals, AK Press, 2017).

Smucker’ın temel amacı, “bir başka dünya”ya gerçekten ulaşmak için somut olarak nelerin yapılması gerektiğini tartışmaya açmak.

Çalışmasının önemli bir bölümünü, pek çoğunda kendisinin de yer aldığı muhalif örgütlerin ve hareketlerin eleştirisine (bir başka deyişle nelerin yapılmaması gerektiğine) ayırmış.

Taktiklerimiz ve eylemlerimiz (içeriden yazdığı için “biz” diyor); ölçülebilir hedeflere ulaşmaya yönelik bir stratejinin birer unsuru mu, yoksa sadece değerlerimizi ve kendimizi ifade etmemize mi yarıyorlar? Egemen güçleri (bir vadede) alt ederek mevcut düzeni gerçekten değiştirmeyi mi amaçlıyoruz, yoksa sadece bu düzende bizce doğru olanları yapmakla, doğru bildiğimiz şekilde yaşamaya çalışmakla mı yetiniyoruz? Kurduğumuz hareketler ve örgütler, toplumun geniş kesimlerini düzen değişikliği mücadelesine kazanmayı mı hedefliyor, yoksa “biz bize” olduğumuz, kendimizi iyi hissettiğimiz ortamlar mı yaratıyoruz? Gerçek bir siyasal güç hâline gelmek ve siyasal iktidar mücadelesi yürütebilmek için gerekli olan birliktelikleri oluşturmayı mı gözetiyoruz, yoksa sadece bizim gibi düşünenlerin ve davrananların sayısını artırmaya mı çalışıyoruz? Siyasal kimliğimiz, potansiyel müttefiklerimizle bir araya gelmemizi kolaylaştırıyor mu, yoksa kendimizi yalıtmamıza ve içimize kapanmamıza mı yol açıyor?

Tahmin edilebileceği üzere, Smucker, çoğu zaman ikincilerin yapıldığı görüşünde.

Bu arada, başta anarşistler olmak üzere bazı kesimlerin iktidar, siyaset, otorite, liderlik vb. düşmanlığını eleştiriyor. Örneğin, Wall Street’i İşgal Et hareketinin “lidersiz olma” iddiasının, gerçekte, katılımcıların inisiyatif almasını (liderliğe soyunuyor görünme korkusu nedeniyle) zorlaştırırken, hareket üzerinde belirleyici etkilerde bulunan kişilerin varlığını perdelediğini belirtiyor ve tam tersine liderlerin sayısını olabildiğince artırmak için çaba harcamak gerektiğini savunuyor.

Smucker’a göre, İşgal hareketinin çekirdeği, özellikle de bu hareketi “liberal reformistler”e kaptırmama kaygısıyla, daha geniş bir birlikteliğin önünü açmaya ve düzeni gerçekten tehdit edebilecek bir siyasal gücü ortaya çıkarmaya çalışmak yerine, içe kapanmayı tercih etmiş.

Kitapta, liberalizm korkusunun bir başka örneğine daha yer veriliyor. Minneapolis’te, bir biyoteknoloji sektörü toplantısını protesto etmek için yapılan hazırlık tartışmaları sırasında, ailelerin de çocuklarıyla birlikte protesto eylemlerine destek olmasını sağlamak için somut bir öneri getirilmiş: İzinsiz olarak yapılacak eylemlere ek olarak, insanların gözaltına alınma korkusu yaşamadan katılabileceği izinli bir gösteri için başvuruda bulunulması. Ama katılımcıların çoğunluğu, “liberal” buldukları bu öneriyi reddetmiş…

Belirli bir konunun “çok önemli” olduğunu savunurken, gerçekten de (dışımızdaki) insanları harekete geçirmeyi mi hedefliyoruz, yoksa kendi kendimize propaganda mı yapıyoruz? Smucker, sosyal adalet için çalışmalar yürüten yerel bir örgütün üyelerinin katılımıyla gerçekleştirilen bir rol yapma oyunundan söz ediyor. Belirli bir konuda miting düzenlenecektir. Katılımcıların bir bölümüne, bu miting konusunda “kuşkucu” olma rolü düşmüştür. Ama onları ikna etmeye çalışmagörevi verilen katılımcıların da bildiği üzere, bu kişiler, mitingde ileri sürülecek olan talebin haklılığı konusunda herhangi bir kuşkuya sahip değildir. Sadece, mitingin gerçekten de bir işe yarayıp yaramayacağı konusunda soru işaretleri bulunmaktadır. Ne de olsa, miting somut hiçbir işe yaramayacaksa, zamanlarını başka şeylere (örneğin ailelerine) ayırmaları çok daha anlamlı olabilecektir… Onları ikna etme görevini üstlenen katılımcıların büyük çoğunluğu, bunları bilmelerine rağmen, mitingin ne işe (ya da bir işe) yarayacağını anlatmaya çalışmak yerine, ileri sürülen talebin haklılığını ve mitinge katılmanın (ahlaki açıdan) gerekli olduğunu savunmaya çalışmış…

Jonathan Smucker, uzun yıllar boyunca “aktivistlik” yapmış biri olarak, marjinalizmle az çok aynı anlama gelen bir “aktivizm”in ötesine geçmenin yollarını arıyor. “Dışımızdaki” insanlar tarafından da anlamlı bulunabilecek (ölçülebilir) hedefler belirlememizin, bu hedefler doğrultusunda (haftada bir iki saat bile olsa) zaman ayırmalarını sağlamamızın önemini vurguluyor. Dar gruplarda güçlü bir içe kapanma eğiliminin bulunduğunu gösteriyor ve bunu aşmak için yapılması gerekenleri tartışıyor.

Bizde de, 16 Nisan referandumundan “Hayır” sonucunun çıkması için yürütülen çalışmalar ve bu arada Hayır ve Ötesi çalışması, somut ve inandırıcı hedefler belirlendiğinde ve bu hedeflere ulaşma mücadelesine katkıda bulunmanın yolları tarif edildiğinde, çok daha geniş kesimlerin harekete geçirilebileceğini göstermedi mi?

“Hayır” çalışmaları henüz son bulmadı ve önümüzde kalan az sayıda günün en iyi şekilde değerlendirilmesi Türkiye’nin geleceği açısından kritik bir önem taşıyacak. Her 1 oyun (hem verilmesinin hem de korunmasının) büyük değeri var.

Ama bunların ötesinde, bir de 16 Nisan’dan sonrası var.

Smucker, yerel ve özel gündemli başlıklar üzerinden yürütülen çalışmalar hakkında çok sayıda somut öneride bulunmakla ve bir “iktidar stratejisi”ne sahip olmanın gerekliliğini vurgulamakla birlikte, söz konusu “strateji” (ya da onun nasıl oluşturulabileceği) hakkında genel geçer bazı saptamaların ötesine geç(e)miyor…

Bunun için, ulusal ölçekli bir “program”a ihtiyaç var. Adı farklı şekillerde de koyulabilir: Talepler listesi, platform, somut hedefler vb. vb.

Nihai hedefler listesinden söz etmiyorum… “Bizler”, elbette, sınıfların ve sömürünün ortadan kalkmasını istiyoruz… Ama bugün, tam da bu hedefe ulaşmamızı sağlayabilecek olan, daha güncel, gerçekçi, ikna edici, harekete geçirici, halkı gerçekten de bir özne hâline getirebilecek olan bir mücadele programına ihtiyacımız var. Yerel ve özel gündemli mücadelelerin ve bu mücadeleler sayesinde elde edilecek olan kazanımların iktidar mücadelemize güç kazandırmasını sağlayacak olan bir program…

Böylesi bir programın, birkaç akıllı (akil) kişi tarafından hazırlanıp geniş kesimlere kabul ettirilmesinin mümkün olmadığını, çok daha katılımcı bir sürecin örgütlenmesi gerektiğini eklemeye gerek var mı?