Prometheus ile Pandora’nın taşıdığı umut

İnsanlığın en eski hikâyelerinden biridir. Mitolojik düşünüş çağlarından kalmış, felsefi bilincin doğuş koşullarında yazıya geçirilmiştir. Milattan Önce yedinci yüzyılda, ilk şairlerden Hesiodos, Thegonia ile İşler ve Günler’de birbirini bütünleyen iki bölümcede Prometheus ile Pandora’nın hikâyesini anlatır. Birinde geniş anlattığını ötekinde bir iki dizeye sığdırmıştır.

Yeryüzündeki kavganın bir benzeri de gökyüzünde hüküm sürer. Genç kuşak tanrılar, iktidarı zorbalık ve yok etme politikası üstüne kurulu eski kuşağı yıkarak iktidara gelirler. Titanları indirir Zeus’un hükümdarlığında yeni bir göksel düzen kurarlar. Kendi evlatlarını yiyen Kronos’u iktidardan indiren savaşta Zeus’un en önemli bağlaşıklarından biri, Prometheus, şölende kıvrak zekâsıyla yeni iktidara bir tuzak kurar. Kurban edilen bir öküzün etini iç organlarından ve kemiklerinden ayırır. Etini, görenin midesini bulandıracak bağırsakların ve işkembesinin içine saklar. Geriye kalan kemiklerini ise, görenin ağzını sulandıracak beyaz içyağı tabakasıyla kaplar. Her iki öbeği, birini seçmesi için Zeus’a sunar. Baştanrı Zeus hiç düşünmeden, iştah açıcı içyağları kaplı kemik yığınını seçmiştir ve yaptığı düşüncesizliğin sonucu ortaya çıkınca rezil olmuştur. Prometheus’a büyük bir ceza arar.

PROMETHEUS’TAN MARX’A

Prometheus, ilkçağ’da sanki bir bilim felsefesi deneyi yapmaktadır ve görünüşe aldanıp seçim yapan Zeus’u aptal yerine koymaktadır. 19. Yüzyılda, “öz, görünüşle aynı olsaydı, bilime gerek kalmazdı” diyen Marx’ın neden en sevdiği mitoloji kişisinin Prometheus olduğunun ipuçları bu deneyde saklı olsa gerektir.

İapetosoğlu Prometheus’un iki kardeşi daha vardır. Güçlü kuvvetli oluşuyla tanınan Atlas ile düşüncesizlik ve aptallığıyla bilinen Epimetheus. Prometheus ise zekâsıyla ve insanseverliğiyle ünlüdür. Zeus, insansever Prometheus’a en büyük cezanın insanları ateşsiz bırakmak olduğuna karar verir, insanları soğuk ve karanlığa mahkûm eder.

Aklın simgesi Prometheus bu zorbalığa boyun eğecek değildir. İnsan sevgisi köklüdür. Ateşi çalar, Narteks sapının içinde saklayarak insanlara götürür. Ateşle karanlıktan kurtulan insanlık, aklı ve emeğiyle yaşamın bütün güçlüklerini alt edecek çözümler geliştirir. İnsanı ateşe kavuşturan Prometheus mitinde, bilimler ve sanatların kurucusu simgelenir. Koşullara teslim olmayıp aklıyla ve eylemiyle mücadele eden ilk insan ve ilk aydın da Prometheus’da simgelenir diyebiliriz.

Narteks sapının içinde saklanarak kaçırılan ateş imgesi, bağırsaklara sarılarak gizlenen et imgesiyle benzerlik taşır. Bir kez daha öz-görünüş diyalektiğini buluruz; yeşil narteks sapının içinde ateş, için için yanmakta ve varlığını korumaktadır.

Zeus, ateş hırsızı Prometheus’a yeni cezalar verir. Kardeşi Atlas’ı sonsuza kadar gökkubbeyi sırtında taşımaya mahkûm eder. Prometheus’u Kafkas kayalıklarına zincirletir, her gün ciğerlerini yiyen kartallar sonsuz işkenceler çektirir. Yine de hırsını yatıştıramaz. İnsanlara da bir ceza düşünür.

KADINI BELÂYLA ÖZDEŞLEŞTİRMEK

Hesiodos’un İşler ve Günler şiirinde Zeus, Prometheus’a şöyle seslenir:

İapetosoğlu, sivri akıllı kişi,

Seviniyorsun, ateşi çaldın, beni aldattın diye,

Ama bil ki dert açtın kendi başına da:

Çaldığın ateşe karşılık bir belâ,

Öyle bir belâ salacağım ki insanlara,

Sevmeye, okşamaya doyamayacaklar bu belâyı.”

Zeus’un insanlara gönderdiği, sevmeye, okşamaya doyamayacakları bu belânın adı Pandora’dır. Bu ad, tanrıların armağanı anlamına gelir. Pandora ilk kadındır. Eski Yunanlıların ataerkil dünya görüşünde kadın hem vazgeçilmezdir hem de bütün sorunların nedenidir. Hesiodos bunu her iki şiirinde pek iyi dile getirir. Pandora’ya “belâ” anlamı yüklenmesinin bir benzerini daha eski bir destanda, Sümerlerin Gılgamış’ında da buluruz. Gılgamış, kendisiyle evlenmek isteyen tanrıça İştar’a, bütün kötülüklerin anası olduğunu sayıp döker. Burada da öz-görünüş ilişkisinin ortaya çıkması ilginçtir; Gılgamış’ın gözünden İştar, hep görünüşte vaat ettiklerinin tersini yapan biri olarak gösterilir. En az bin yıl daha eski Mezopotamya destanından, yedinci yüzyılın Yunan destanına ulaşan esintiler buluruz. Daha sonraki kutsal kitaplarda insanı belâya düşüren kadın mitini Adem ile Havva hikâyesinde de okuruz.

Çeviriyi yapan Azra Erhat ile Sabahattin Eyüboğlu, kadını anlatırken, Hesiodos’un kuru dilinin birden canlandığını, şiirsellik kazandığını belirtiyorlar. Sanki kadını betimlemeye doyamıyor. Hesiodos Thegonia’da evrenin oluşumunu ve tanrıların tarihini, İşler ve Günler’de ise insanların tarihini ve günlük yaşamını yazar. Tarihe, görünüşteki mitosları sıyırarak ulaşırız. İnsanın tarihine Prometheus ve Pandora ile başlaması, bu mitosların ilk insanları simgelediğini düşündürür. Hesiodos, ilk kadın ile ilk erkeğin öyküsüyle Prometheus ile Pandora efsanesini anlatarak başlar, yaşamını topraktan çıkaran, tarım ve hayvancılık yaparak ilk uygarlığı kuran sıradan insanın öyküsüne gelir. Eskiçağ günlük yaşamının eşsiz bir belgesini bırakır. Bu yaşam dersleri şiirinde, hangi işlerin hangi günlerde yapılması gerektiği, evlilikte nasıl davranılacağı, komşularla ilişkiler, akrabalar arasındaki çatışmalar, kayığın hangi ağaçtan nasıl yapılacağı, tohumun tarlaya nasıl ekileceğine kadar inen ayrıntılar buluruz.

PANDORA’NIN ORTAKLAŞA YARATILIŞI

Zeus, tanrıların armağanı Pandora’nın yaratılışı için herkesi seferber etmiştir:

Namlı şanlı Hephaistos’u çağırdı hemen:

Bir parça toprak al, suyla karıştır, dedi,

İçine insan sesi koy, insan gücü koy,

Bir varlık yap ki yüzü ölümsüz tanrıçalara benzesin,

Bedeni güzelim genç kızlara.

Athena, sen de ona el işlerini öğret.

Nur topu Aphrodite, sen de büyülerinle kuşat onu,

İstekler, arzularla tutuştur onu.

Yüz gözlü devi öldüren Hermeias, sen de

Bir köpek yüreği, bir tilki huyu koy içine.

Böyle dedi Zeus, onlar da yaptılar dediğini:

Koca Hephaistos, topal tanrı hemen

Bir kız biçimine soktu toprağı.

Gökgözlü Athena süslü kuşağını sarıverdi beline,

O canım Kharit’ler ve o güzelim Peitho

Altın gerdanlıklar taktılar boynuna

Hora’lar bahar çiçekleriyle donattılar saçlarını,

Hermeias doldurdu göğsüne yalan dolanı,

Uzaktan gürleyen Zeus’un oluyordu istediği,

Ses koydu içine o tanrılar kılavuzu

Ve Pandora adını taktı.

Pandora bütün tanrıların armağanı demekti. (Hesiodos, 59-80)

Yunan tanrıları insanbiçimli tanrılar. Yunan dini de, bu mitlerin gerisinde büyük ölçüde bu dünyacı, yaşamın zevklerini yadsımayan bir özellik taşıyordu. Feuerbach’ın 19. Yüzyılda ortaya çıkaracağı dinin özünü burada daha açıklıkla görebiliyoruz. İnsanın temel nitelikleri, en ideal, kusursuz biçimde soyutlanarak tanrılara yansıtılmıştır. Pandora’nın yaratılışında bu özelliklerin yeniden ona yüklendiğini görüyoruz. Kadının sevmeye okşamaya doyulamayan biri olmasıyla, göğsünde yalan dolanı taşıması, erdemleri ve zaaflarıyla gerçek insanın yeniden ortaya çıkarılmasıdır diyebiliriz.

İNSANLIĞIN SAKLI UMUDU

Jean-Pierre Vernant, ileri görüşlü ve akıllı Prometheus ile kardeşi öngörüsüz, aptal Epimetheus’un birlikte tek bir insanı simgelediğini yazıyor. İnsanın olumlu ve olumsuz özellikleri bu iki kişiliğe dağıtılmıştır. Nitekim, tanrıların armağanı Pandora, kılavuz tanrı Hermias’la Epimetheus’a gönderilince, zincire vurulmaya götürülürken, “Sakın Zeus’tan armağan alma, alırsan insanların başını büyük derde sokarsın” diyen Prometheus’un bütün öğütlerini unutmuştur. Nasıl unutmasın ki, kapıda kadının büyüleyici güzelliğiyle Pandora durmaktadır. Pandora’nın elinde bir kutu vardır, o günün koşullarını düşündüğümüzde bugün kutu dediğimizin topraktan yapılan bir çömlek olması daha mantıklıdır. Büyüleyici armağan Pandora’nın armağanı çömlekte ne vardır; Epimetheus çömleğin kapağını açınca, insanlığın başına gelen belaları anlar. Hastalıklar, acılar, dertler, insanlığa yıkım getiren savaşlar Pandora’nın kutusundan çıkıp yeryüzüne dağılırlar.

Hesiodos, “Bir tek umut kaldı dışarı çıkmadık” der. İnsanın Pandora’nın kutusunda saklı kalan umudu, dünyayı saran dertlere, hastalıklara, kıtlıklara, yoksulluğa, iktidar zulmüne dayanmasının, direnmesinin ve başkaldırmasının temel dayanağı olacaktır.

Pandora miti, kadına bağlanan belâ ve dertlerden daha çok, insanlığın kendini hep koruyan, saklı umudunu simgeler. Kadın, zaten insanın anası olarak her doğurduğu yeni bebekle, dünyaya bu umudu taşıyan yeni bir gizilgüç, insan armağan eder. İnsanın uygarlaşma süreci, karşısına çıkan hastalıkları, toplumsal haksızlıkları, sömürü ve zulmü yenme, insanca bir yaşama kavuşma mücadelesidir. Bu mücadelede umut, yaklaşıldıkça ulaşılmaz olan, hep saklı ve yol gösteren ilkedir.

KÖR UMUTLARLA YAŞAMAK

Hesiodos’tan iki yüzyıl sonra, Prometheus’u tragedya şairi Askülos, insanlığın kurucusu niteliğini daha da açıklığa kavuşturarak Zincire Vurulmuş Prometheus tragedyasında işler. Bir üçlemenin günümüze kalan tek parçası olan bu oyunda, Prometheus, ateşi çalarak insanlığa bilim ve sanatlarla kazandırdığı iyilikleri sayıp dökerken, “Peki, insanlardaki ölüm korkusunu nasıl yendin?” sorusuyla karşılaşır.

Prometheus, bu soruyu şöyle yanıtlar: “Kör umutlar saldım içlerine.” İnsandaki ölüm korkusuna rağmen, yaşama sarılma gücü, hiç ölmeyecekmişçesine, çalışma, sevme, mücadele etme ve yaratma gücü eskiçağın şairine göre içindeki umuda bağlıdır. Ama bu umut, ölüm gerçeği karşısında hep bir eksiklik taşır, şair “kör” umutlar derken bu ince diyalektiği duyurur. Bizi yaşama ve mücadeleye bağlayan umudumuz hep vardır ama gözümüzü çevirip bakmadan hep tepemizde olduğunu bildiğimiz güneş gibi, arkamızda er geç bizi bu dünyadan koparacak ölüm de vardır. Umutlarımızın peşinde, bu gerçeği, daha az duyumsar, yaşam koşusunu sürdürürüz.

Prometheus miti, insanlık kavramıyla, insan türünün başarı ve yaratıcılığını simgelemesiyle, bireysel ölümlülüğümüzün acısını türümüzün umutlarına bağlayarak azaltmamızın da ipuçlarını taşır. İlk kadın Pandora, doğurganlığıyla insanı n sürekliliğini sağlarken, kendisiyle getirdiği umut çömleğiyle de yaşamda ayakta kalma ve savaşımı sürdürmemizin dayanağıdır.

Suriye’nin tepesine Amerikan bombaları yağarken, gerçeklerin bu denli kat kat yalanlarla sarıldığı bir ülkede hayat memat meselesi bir seçime giderken, ben oturmuş size eskiçağ masalları anlatıyorum. Bu yalanlar ve bombalar altında, insanlığı bugüne taşıyan saklı umudu da yitireceğimiz korkusuyla bunları yazıyorum.

Artık Pandora’nın kutusunu da parça parça ettikleri, Prometheus’un ateşinin kurmak ve yaratmak için değil, öldürmek ve yıkmak için kullanıldığı bir emperyalist çağdayız. Bu sömürü, zulüm, yalan ve savaş çağında her şeyden çok umudumuzu korumamız gerekiyor.