Son yıllarda başta sosyal medya olmak üzere çeşitli araçlar içinde, “vasatı” daha iyi gözlemleyebiliyoruz. Elbette “vasat” derken tümüyle pejoratif, küçümseyici bir anlamda kullanmıyorum. Vasat yani “ortama hakim olan”, ortalama olan, yekpare görünse de çelişik olan, içinde ileriyi de geriyi de barındırabilen, seni beni hepimizi etkileyen ve birlikte de etkilediğimiz ideolojik-kültürel ortam.
İşte bu ortamda, sıklıkla karşımıza çıkan ve adına antientelektüelizm diyebileceğimiz inatçı bir motif var. Burada “vasat”, bir şey anlatıyor.
Buna göre bir konuda biraz çerçeveli bir fikir beyan eden “aneliz” (şelalesi) yapmış oluyor; bir meseleye dikkat çekmeye çalışan “duyar kasıyor”; özel bir terminolojiye başvuran entel-dantel oluyor; mesleki uzmanlık bilgileri “antin kuntin konular” haline geliveriyor. Bilginin, yorumun, sahibiyle birlikte hızlıca “kaba güldürü malzemesine” dönüşmesi de aynı vasatın elinden çıkıyor diyebiliriz. Komikleştiremediğimiz bir bilginin var olduğunu söyleyemeyiz!
Bu söylenenler, “ağlayarak günlüğe yazılan”, dünya çok değişti tadında serzenişler değil. Aslında o kadar da hızlı bir değişim yok.
Zira bahsettiğimiz türde bir antientelektüelizm 12 Eylül ürünüdür. 12 Eylül’ün, sol ve aydın düşmanlığının açık bir tezahürü olarak belirmiş ve yıllar içinde konspirasiden post-truth’a zamanın ruhuna mükemmel biçimde uyum sağlamıştır.
Vasatın içindeki bu gericilik ve sinizm malum. Yine de yekpare, çelişkisiz, taşlaşmış değil, kendi içinde heterojen, çelişkili ve akışkan bir ideolojik-kültürel vasattan bahsediyorsak, aynı koşullardan beslenen, tümüyle zıt karakterde “başka bir hakikate” de bakmak gerek.
Zira kimi zaman kuramsal faaliyet bir tür otopsiye dönüşüyorsa, kimilerinin tek derdi gerçeği parça parça ele geçirmek olmuşsa, siyaset sürekli ama sürekli “gerçeğin ifşa edilmesine” tıkılıp kalmışsa, duyar(lılık) denilen şey dönüp dolaşıp yeni bir kimlik icat etmeye varıyorsa, “adını koyma” isteği etrafındaki yoğun tutku ve tanınma arzusu literatürleri işgal ediyorsa burada “başka bir hakikati” bulmak gerekir.
Aslında o hakikat biliniyor: "Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir."
Değiştirmeye odaklanmak, düşünsel ve kuramsal faaliyetin bitmesi anlamına gelmez, tersine yalnızca pratik, kuramsal faaliyeti “kucaklayabilir”.1
Ne var ki “değiştirmeye odaklanma” fikri, kuramsal arayışlara oldukça asimetrik biçimde yansımaktadır.
Örneğin nasıl bir dünyada yaşadığımıza ilişkin “yüksek bilinç” bizi -çoğu durumda- harekete geçirmemektedir. Bu nedenle, değiştirmeye odaklanmanın davet ettiği kuramsal faaliyet, belki de en başta bizi hareket etmekten alıkoyan süreçlere yoğunlaşmalıdır. Günümüz insanının kendine, emeğine, diğer insanlara, doğaya yabancılaşması; “bağ kurma” yeteneğini kaybetmesi, yalnızlaşması vb. tüm bunlar, “pratiğini arzulayan kuramsal aranışın” en gözde konuları olmalıdır. Dayanışmanın ve ilişki kurabilmenin nasıl çoğaltılabileceği, kıstırılmışlığı hangi deneyimlerin çözebileceği ya da “yaşamımızı hepten kontrol edilemez güçlerin ürünüymüş” gibi algılamamızın nasıl değiştirilebileceği günümüzün dev meseleleridir.
Vasatın içindeki antientelektüelizm demiştik. Vasatı da ileri doğru çekiştirmek ancak bu türden bir kuramsal arayış ve pratik birliği ile olacaktır.
---
1- Bu konuda bakınız: “Başlangıçta somut vardı” bölümü, Can Soyer (2020); Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem, Yordam Kitap