Politik alan - X

Gelecekle ilgili kurgular bugünün sorunlarına köklü çözümler üretmeyi amaçlar. Hepsinde, toplumsal uyum, mutluluk vardır. Ütopik diyerek bir tarafa atmak, bilimsel değildir anlamındaysa bile, zararlı olabilir. Çünkü bilim de kurguyu dışlamak bir yana, kurgusuz varolamaz. Çünkü “gerçeğin”, zihinde canlandırılması gerekir, bu da kuram üretmenin ilk aşamalarındandır.

Sosyalist toplumun nasıl olacağıyla ilgili bilgilerimiz, bugünün sosyalist politikasını biçimlendirir. Aslında, biçimlendirmesi gerekir demek gerek. Çünkü, sosyalistlerin çoğu, bugünü gelecekten, kesin bir devrimci çizgiyle ayırarak, zamanı süreklilik içinde görme olanağından yoksun kalırlar.

Sosyalizm zorunlu deriz, ama bu zorunluluk, kapitalizm çözülecekse eğer anlamındadır. Kapitalizm çözülecek mi, kalıcı olması için çok kusurlu, çelişik, diye yanıt vermeliyiz. Zorunluluktan kastımız budur.

Sosyalizm devletli olacak, geçiş dönemi olacak, üretim kolektif olacak, kamu mülkiyeti olacak deriz. Bölüşüm de, ilk başlarda “katkıya” göre, daha ileri aşamada “gereksinime” göre olacak deriz. Saint Simon'dan Marks'a böyle kabul ederiz.

Bu en genel “kurgusal” saptamalardan sonra, gelecek sosyalist topumun “kamusal” ve “politik” alanının konularını, çerçevesini de çizmiş oluruz. Sosyalizmin kamusal alanı, kapitalizmin boyunduruğundan kurtulmuş, ama henüz üretim zorunluluğundan kurtulamıştır. Üretim konusu, miktarı türü ve mekanı itibarıyla bir sosyalist kamusal tartışma olacaktır. Kolektif, kamusal mülkiyet dedik, burada da, şu tartışma kaçınılmaz olacaktır. Kolektif mi, devlet mi, ortak mı, tartışması. En çetrefil kamusal tartışma ise, “katkıya” göreden, şimdiden oldukça “kurgusal” görünen, “gereksinime” göre saptaması.

İlk “katkıya” göre aşamasıyla kastedilen, kapitalist “değer” kuramının sosyalist ücret kuramı olarak geliştirilmeye çalışılmasıdır. Somut ifadesi, ücret farklılaşmasıdır. Sosyalizm geri ekonomik koşullarda geliştirilmek zorundaysa, kaçınılmazdır. Devrim öncesi emek gücünün varolması ve sosyalist ekonominin gelişiminde hala “teşviklere” gereksinim duyulması nedeniyle. Ancak, ücret dediğimiz ödeme, “emek gücünün yeniden üretim maliyeti” olduğundan, sosyalizmin daha bu ilk aşamasında bile, bu yeniden üretim maliyetinin eşit kabul edilmesi değil, eşitlenmesi gerekir. Ne demek, bir sosyalist mühendisle, sosyalist düz işçinin emek güçlerinin yeniden üretim maliyetleri eşit olmalıdır, demek. Öyle olmaz denecektir, ama, emeğin yeniden üretim maliyetlerinin kamusallaştırıldığı düşünülürse ücret eşitlenmesini hızla yaşama geçirmek gerekir. Denecektir ki, mühendisin topluma maliyetiyle niteliksiz içinin maliyeti farklıdır! Evet doğru, ama, sosyalizm aynı zamanda aşama aşama gerçekleşen bir “düzleme” hareketidir de. Böyle bir “eşitleme” ya da “düzleme” de, maliyete dayalı farklılıkların kamusal düzeyde eşitlenmesine gitmek zorunludur. Kaldı ki, düz işçiye göre mühendis olmak, ücret farklılığı olmasa bile, başka bir farklılık, hatta “üstünlük” anlamına da gelir. Bu da toplumun  ilave ücret yerine verdiği, ilave bir saygınlık, onur, hatta gurur kaynağı olur. Bu ilaveye ilave mutluluk da diyebiliriz. Her halde paradan daha değerlidir. 

Sosyalizmin kamusal alanında bu tartışmalar olurken, aslında kapitalizm sosyalizm içinde dönüşüyor, çözülüyor, aşılıyor demektir. Toplumsal ve kişisel gereksinimler, daha önce toplumun üstün kabul ettiği nitelikler ile kişilerin peşinde koştukları cazip değerler dönüşüme uğrar. Birey kendi gelişimi için, toplumsal katkının zorunlu olduğunu görür. Birey-toplum ilişkisi sosyalist içeriğe kavuşmaya başlar.

Gelecekten bahsetmek, geleceği sadece bugünün sorunlarının çözümü olarak görmeyi değil, bugünün nasıl dönüştürüleceğini de gösterir. Göstermese bile, gerekli rehberlik hizmetlerini sağlar. Bugünün sosyalisti, gelecekten haber veren kişi değil, bugünün sorunlarının nasıl çözüleceğini söyleyen kişidir. Bugünün sosyalisti, tarihsel zamanı, “bugün, devrim ve gelecek” biçiminde üçe bölmez. Sadece, bugünle bu günün geleceği arasındaki gerginliğe, çelişkiye bakar ve buradan konuşur. Devrimci bir dönüm noktası olacaktır elbet, ama, bu devrim Roma'nın çözülüş ve çöküşüne de benzeyebilir, Bolşeviklerin iktidara gelişine de, Paris Komünü'nün kuruluşuna da. Bir darbeye de benzeyebilir, uzun bir ayaklanma dönemine de... Karşı taraf iktidarını, gücünü, kendiliğinden ve rızayla bırakırsa, neden barışcıl bir geçiş olmasın(?). Belki bu olanak, devrimin gecikmesiyle artabilir. 

Bugünün kamu alanında, sosyalist, aklının bir yerinde hep kurulmakta olan bir sosyalizm var gibi düşünebilmeli ve hareket edebilmeli. Birinci sırada, eşitlik ve toplumsal mülkiyet sorununu sorun yapar kendine. Böyle soyut, genel ve ilkesel bir düzlemden yola çıkar hep. Eşitlik ve toplumsallık. Evde, mahallede, kentte, ülkede, bölgede, dünyada. Katılacaksa eğer bir tartışmaya, günlük kapitalist kamusal alanda yer alan, bu eşitlik ve toplumsallık sorunu üzerinden katılmalıdır.

Bu katılım, ister müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesinde olsun, ister Türkiye içi Kürt sorununun çözümünde, istersek Rojova ve Kuzey Irak Kürtleri konusunda olsun, eşitlik ve toplumsallık, toplumsal mülkiyet, üretim ve bölüşüm kapsamında olmalıdır. İşte o zaman, evet, sosyalistler de kamusal alana dahiller ve farklarıyla “hegemonik” hale gelebilirler denilsin. Müftü niye devlet memuru diye başlansın, müftünün kendisinin bile eşitliğe aykırı olduğuna geçilsin. Oradan, kadın erkek eşitliğine. Kürtlere bakarken, ne ekonomide, ne siyasal iktidar konusunda, eşit olmadıkları ele alınsın. Rojava mı, en azından Suriye'nin eşit yurttaşları olmaları gerektiği söylensin yeter. Kuzey Irak mı, hem feodal hem kapitalist olan bu adamlar, yoksul, topraksız Kürt ve Araplarla karşılaştırılsın. Kerkük petrolleri mi, neden Irak halkının ortak mülkü olmasın, denilsin... 

Sorunlara sosyalist yaklaşım, burjuva kamusal alanında sosyalist olarak yer edinmek gibi bir küçük başarı için bile gereklidir.

***

“Katkısına” göre demiştik. Kapitalist için bu zaten “ücret” olarak ödenmektedir. Kendi katkısına ise, “kar” demektedir. Bu çerçevede politika yapmak, kamusal alana girmek, eğer “asgari ücret”, “geçim seviyesi”, “fakirlik seviyesi” gibi burjuva ekonomisi kapsamında gerçekleşirse, ki gerçekleşmektedir, mücadelenin büyük kısmı zaten kaybedilmiş demektir. Bu gerilik, Marks'ın “emeğin artı değer kuramı” hiç üretilmemiş gibi, eski burjuva silahlarla mücadele edildiği anlamına gelir. Ücretlerin nasıl belirlendiğini sendikacıların tam olarak bilmesini bekleyemeyiz. Ücretler büyük ölçüde, çalışmakta olup örgütsüz olanlar, ama daha fazla olmak üzere, çalışmayan “yedek” işgücüne göre belirlenmektedir. Toplu iş görüşmelerinde sıkı ve dik durmaya göre değil elbette. İşçiler arasındaki eşitsizlik ileri düzeydedir ve aralarında adeta bir iç sınıf mücadelesi yaşanmaktadır.

Kapitalizmde, geçmişten bugüne, sınıflar arası mücadeleden daha çok, sınıf içi mücadeleler söz konusudur.

***

Şimdi daha görünür olan, daha somut bir kamusal alan görünümünden bahsedip bugünün yazısını bitirmeye çalışalım:

Kamusal alanda, sosyalistlere nasıl yer verilmekte, ya da sosyalistler nasıl yer almaktadır. Burada medyayı şimdilik sadece bir “ayna” kabul edelim ve şöyle soralım: 

Medyanın en yüksek tirajlı gazetelerinde ve en çok izlenen televizyon kanallarında, sosyalist nasıl görünmekte, nasıl sunulmaktadır, buradan bir bakalım:

Bir sokakta bir eylem vardır, polis eylemcilerden fazladır ve “dağılın” anonsu duyulmaktadır. Sonra, yerlerde sürüklenerek polis arabasına götürülen, genelde gençler, “görürüz”.

Bir diğer görüntü açlık grevidir. Grev elbette yine solcularındır. İçler acısıdır, neredeyse tüm toplum izleyici durumdadır. Küçük destek girişimleri, yine polis ve yerde sürüklenenler.

Bir haberde ise, televizyonda değil ama gazetelerin görünmez sayfalarında, eylem yapan sendikalı işçiler görünür. Seslerini duyurmak için, uzun bir yürüyüşe geçmişler ve polis elbette onları durdurmuştur. Diğer illerden destek açıklamları gelmektedir.

Diğer görüntü, yıllardır kamusal alanda görünür, faili meçhul cinayete gidenlerin yakınlarıdır.

Bir yerde çevre eylemi yapılmakta, doğa katliamına karşı yürüyüşler, pankartlar görünmektedir.

Ve elbette, neredeyse en çok görünür olan, “etkisiz" hale getirilen "terör örgütü üyeleri" ve askeri operasyonlar.

Tüm bu ve benzeri eylemlerde, kaybedilen hakların tekrar elde edilmesi, mağduriyet, tepki, direniş söz konusudur. Burjuva kamusal alanın mantığı içinden bakılırsa, hepsi “olumsuz”, “hastalıklı”, “acınası” durumlardır.

On beş dakika sonrası televizyon haberleri, ya da üçüncü sayfa gazete haberleri diğer “acınası”, “kaçınılması” gereken, “korkutucu” “bireysel” olaylarla doludur. Konumuzla ilgisi, yukarıda bahsettiğimizle ilişkili ama farklı bir durumdur. Bu kişiler “solcu bile değil”, diptekiler ya da “dejenere” olmuş olanlardır. Adam karısını ve çocuklarını av tüfeğiyle öldürüp intihar etmekte, ya da adliye önünde boşanacak çiftin akrabaları birbirlerine palalarla saldırmaktadır...

Bunlar da kamusal görünümdür, üstelik bu çoğu lümpen diyebileceğimiz kişiler yukarıda bahsettiğimiz bir avuç “bilinçli” ve “eylemli” solcular kadar bile şanslı değillerdir. Sorunları şiddet, ahlaki çöküntü, alt tabaya ait cehalet ve erdemsiz davranışlardır.

Yazımızı yavaş yavaş bitirelim.

Sosyalistlerin sosyalist kamusal alanın kurulmasından önce, burjuva kamusal alanda “sosyalist olarak” bulunmaları, kendi farklarını göstermeleri gerekir. Eşitlik, toplumsallık, toplumsal mülkiyet, kolektif üretim, en azından ilk başlarda “katkıya” göre bölüşüm üzerinden kendimizi var edebilmemiz gerekir.

Müftü mü, ona verilen yetkiye değil, onun devlet memurluğuna, laikliğin eşitlikle ilgili yönüne bakmaktır. Bir de, kadın erkek eşitliğine aykırı olmasına vurgu yapmak. Konu demek ki bizim için, laikliğin bile eşitlikle ilgili yönünü ele alıp vurgulamaktır.

“Teröristler” için de, başka bir dil ve yaklaşım: Silahınızı bırakın, genel af çıksın, eşit yurttaş olun, partinizi kurarak, mücadelenizi eşitlik içinde yapın demek örneğin. Ekonomik gücü, siyasal iktidarı eşitçe bölüşmek için demek gerekir.

Sizce, eşitliği, kim ister? Önce sosyalistler elbette. Peki, kimler, eşitliği tutarlı biçimde, sürekli savunabilir? Sosyalistler elbette.

Kamusal alanda yer edinmek ve güçlenmek için, en önemli politik güç buradadır. Her konu ve her sorunu, “eşitliğin diline” çevirebilmek.

“Önce katkıdan daha fazla, sonra gereksinime yakın”.

Gelecek hafta,  bu serinin sonu, “Politik Alan XI”