Pedagojik edim değil öncülük

İşgale karşı direnenler hep meşrudur ve işgalciler de eninde sonunda her zaman kaybeder. Tekrar olacak ama, bu nedenle bugün Kobane’de PYD öncülüğünde IŞİD’e karşı devam eden direniş haklıdır ve meşrudur. Tıpkı Şam’da Baas öncülüğünde IŞİD, ÖSO ve Siyonizme karşı devam eden direniş gibi… Açıktır ki sol partiler bu haklı ve meşru direnişleri desteklemelidir ve başka gelişmeler bu desteği gölgelememelidir.

Buraya kadar tamam, ancak bu destek geçmişteki örneklerde olduğu gibi bugün de bir dizi tartışma ve soruyu beraberinde getiriyor. Bunlardan biri solun yönelttiği eleştirilerle ilgili. Bir yaklaşıma göre Şam ve Kobane merkezli direnişler, destekleyen sol partiler tarafından hiçbir şekilde eleştirilmemelidir, çünkü bu tavır direnişe zarar vermektedir.

Birincisi, tarihte hiçbir şey yoktur ki eleştirilemez ve sorgulanamaz olsun. Suriye’de devam eden direnişlere yöneltilen eleştirilerin içeriğini yanıtlamak yerine, eleştiri yöneltilmesini sorgulamak anlamlı değildir. Yöneltilen samimi ve dostça eleştiriler yine aynı şekilde yanıtlanmalıdır.

Öte yandan eleştiriler bu gibi durumlarda direnişin zayıflamasına hizmet etmez, aksine onu güçlendirme potansiyeli taşır. Bugün hem Şam’da hem de Kobane’deki durum budur ve sol partilerin destek olurken bir yandan da kimi eleştirilerini meşru bir şekilde dile getirmeleri yadırganmamalıdır.

Eleştiri ile kast ettiğimiz kuşkusuz dışsal olarak akıl öğretmeye çalışan ve aslında herkesin farkında olduğu tehlikelere işaret eden bir tutum değildir. Bugünün tartışma konusu olan, ABD’nin IŞİD tehdidi üzerinden Suriye’ye yönelik müdahalesi bağlamında bu konuyu açmak istiyorum.

Birincisi, Kürt hareketine IŞİD’in hangi amaca hizmet ettiği ve ABD’nin gerçek niyetleri konusunda uyarıda bulunmanın karşılığı bulunmamaktadır, çünkü ortada açık açık yürütülen bir politika vardır ve herkes gibi Kürt hareketi de bunun farkındadır. Bu konuda en net ifadelerden biri Aysel Tuğluk’un 30 Eylül’de ANF’ye verdiği demeçte yer alıyor:

"Burada da bir oyun var. Kaç gündür ya boş araziyi ya da IŞİD’in geri cephesindeki küçük araçlarını vuruyorlar. Biz sınırdan çıplak gözle bile bunu görebiliyoruz. Kürtlere, Rojava devrimine korkunç bir dayatma var: 'ya IŞİD eliyle öldürüleceksiniz, yada bize teslim olacaksınız' diyorlar. Bu Kürt halkına ve hareketine yönelik yeni bir uluslararası komplodur. Elbette buna karşı üçüncü bir yol var; o da direnmektir. Ve Kürtler öz ve örgütlü güçleriyle direnmektedirler.

ABD’den medet umar hale gelmemizi istiyor ve bekliyorlar. Rojava devrimini tasfiye etmek istiyorlar. Aynı Başur’da [Güneyde - MK] olduğu gibi kendilerine tabi bir yönetim modeli ve bağımlı bir siyasi irade istiyorlar. Zaten Kürtler buna 'evet' deseydi başına bunca musibet gelmezdi. Direnerek ve mücadele ederek bu komployu da boşa çıkaracağız.

Rojava eğer küresel sisteme dahil olmayı kabul etseydi, bu saldırıların hiçbiri olmayabilirdi."

ABD’nin PYD’ye yaptığı son silah yardımlarıyla ve Barzani ile PYD arasında yapılan müzakerelerle birlikte düşünüldüğünde Tuğluk’un sözleri hakkında Kürt hareketi içinde bir görüş birliği bulunmadığını görmek zor değil. Bir başka ifadeyle Kürt hareketi içinde emperyalizm tehdidini görmeyen veya önemsemeyenler olduğu gibi, emperyalizmin bir tehdit olduğunu düşünmeyen, aksine onunla ilişkileri geliştirmek isteyenler de kuşkusuz yer alıyor.

Bu görüş farklılıklarına rağmen Tuğluk gibi düşünenlerin yer aldığı bir harekete ABD konusunda uyarıda bulunmanın ve akıl öğretir bir tavır içine girmenin siyasi anlamı ve karşılığı bulunmamaktadır. Dolayısıyla PYD’nin ABD ile ilişkileri konusunda soldan yöneltilecek eleştiri dar anlamıyla bir “eleştiri”nin ötesine geçmelidir ve ABD’nin çekmeye çalıştığı yönün tersi yönde müdahale eden, bunun için eşzamanlı olarak hem direnişi kesin olarak destekleyen hem de anti-emperyalist mücadeleyi sonuna kadar yükselten bütünlüklü bir siyasi faaliyet olmak zorundadır.

Sosyalizm mücadelesinin ve dolayısıyla sosyalist siyasetin temelde teşhir etme, anlatma, davet etme veya akıl öğretmeye dayalı bir pedagojik edim değil, bir siyasal öncülük pratiği ve teorisi olduğunu yıllarca mücadelemizle göstermeye çalıştık. Ancak ne yazık ki bugün ilk yöntemi sürdürmeye ve Kürt hareketine uzaktan akıl öğretmeye ve bulunduğu konumdan “sosyalizme davet” etmeye çalışan yaklaşım varlığını hala sürdürüyor.

Yapılması gereken kuşkusuz bu değildir ve anti-emperyalist mücadeleyi güçlendirecek bir siyasal öncülüğün hayata geçirilmesi gerekmektedir; önümüzdeki günlerde bizim yapmaya çalışacağımız şey de bu olacaktır. Somutlayacak olursak, emperyalizm tehdidinin farkında olmasına rağmen Kürt halkı çeşitli nedenlerle emperyalizme karşı tavır alamıyorsa, yapacağımız şey emperyalizme karşı güçlü, net ve kararlı bir ses yükseltecek bir siyasi hareket örgütlemek olacaktır.

Burada emperyalizm ile kast ettiğim dar anlamıyla ABD değildir ve onunla bağlantılı olan dinci gericiliği, liberal işbirlikçileri, milliyetçi düşmanlıkları ve tabi ki AKP’yi kapsamaktadır. Siyasi öncülük ile kast ettiğim de dar ve “öncü eylem”lere dayalı bir pratik değil, aksine, kendisini yalıtmayan, sürmekte olan farklı mücadele pratiklerine dahil olan, buralara müdahale eden, dönüştüren ve Haziran kitlesinin geniş kesimlerinin örgütlenmesi ve bir siyasi doğrultu etrafında bir araya gelmesi için üzerine düşeni yapmayı kapsayan bir pratiktir.

Türkiye sosyalist hareketi üzerine düşen bu siyasi öncülük görevini yerine getirdiği ve bunun bir parçası olarak anti-emperyalist mücadeleyi güçlendirebildiği ölçüde, dile getirdiği “eleştiri” de yalnızca bir “eleştiri” olmaktan çıkacaktır. Bu durumda Kobane ve Şam’a yönelik ABD dayatmalarının geriletilmesi mümkün hale gelecek ve her ulustan işbirlikçiler zor duruma düşecektir. Türkiye’de bunu başarmak mümkündür.