Partisini arayan 'Hayır'

Toplum olmaktan çıkarılmak istenen bir halk sanki içgüdüsel olarak son direnişini sahnelemektedir. Salonlarda, statlarda, sokaklarda, bulabildiği her fırsatta İzmir Marşı’nı haykırmaktadır. İki yüz yıllık toplumlaşma, insanlaşma mücadelesinin bütün kazanım ve sonuçlarını ortadan kaldıracak bir düzen değişikliği karşısında bulunduğunun sezgisiyle, kendiliğinden, son bir atılımla direnmektedir. Bu halk, laikliğin ortadan kaldırıldığı bir düzende neler yaşanabileceğini son on beş yılda yaşadıklarıyla az çok anlamıştır. Kadınların, emekçilerin, gençlerin bu düzende insan değil, adı konmamış kölelere çevrileceğini günlük yaşamında deneyimlemiştir. Halk’tan cemaat’e çevrileceğinde nelerle karşılaşacağını, yobazlığın on beş yıllık iktidarında, modern şeriatın fragmanı da diyebiliriz, parça parça da olsa görüp öğrenmiştir. Bu bilinçle, son bir direnişle, halkın bağrında kararlı bir hayır gelişmektedir.

Ne yazık ki, halkın bu kararlı ve büyük gelişmelere açık hayır’ını sahiplenecek, gericiliğin yıllardır verdiği zararları ve tahribatı ortadan kaldıracak yeni bir cumhuriyet programıyla direnişin siyasal cephesini örgütleyecek partisi, partimiz yoktur. Bunu söylerken, henüz yeterince güçlü ve yaygın olmayan sol ve sosyalist partileri bir yana ayırıyorum. Onlar, bu topraklarda yüz yılı aşkın bir tarihsel birikimle sosyalist mücadeleyi sürdürüyorlar. Ne var ki, halkın hayır’ını örgütleyebilecek kitlesel etki ve güce ulaşabilmiş değiller. Bu eksikliği giderecek geniş ortaklıklar, cepheler de kurabilmiş değiller. Yine de halkın partisini arayan hayır’ına kararlı ve özverili biçimde sosyalist partiler cevap vermektedirler ve bu cevabın gereğini yerine getirmek için sokaklarda, salonlarda, okullarda, fabrikalarda, yobaz çetelerinin saldırılarına rağmen mücadeleyi yükselttiklerini biliyoruz.

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ’LA BAŞLAYAN

Yetmemektedir; halkın bağrında gelişen hayır’ın güçlü ve umut verici bir partisi henüz yoktur. Hayır, partisini aramaktadır. Aslında son on beş yıl, AKP iktidarı ele geçirdiğinden beri, cumhuriyetçi direniş partisini aramakta ve bulamamaktadır. 2007 büyük Cumhuriyet Mitingleri bu arayışın meydanları sarsan bir uğrağı olmuştur. Daha öncesinde Cumhuriyet gazetesi ve İlhan Selçuk’un “Tehlikenin Farkında mısınız?” kampanyası var. İktidarı ele geçiren karşıdevrimci parti karşısında, onun yıkıcı programına karşı çıkışı örgütleyecek bir parti yoktur ve onun boşluğunu aydınlar, gazeteler, dernekler doldurmaya çalışmaktadırlar. Cumhuriyet mitingleri budur.

2007 Cumhuriyet mitinglerine CHP katılmadı mı, diye sorulabilir. CHP’nin bu mitinglere katılması hep ucundan ve zoraki olmuştur. Bu mitingleri örgütleyenlerden bir bölümü, Birgül Güler Ayman, Aysel Çelikel aklıma geliyor, CHP’ye katılarak milletvekili seçildiler. Ne var ki CHP, Cumhuriyetçi direnişin partisi olmadığı gibi, bu direnişin öncülerini de ya kendine benzetti, ya da dışına attı. Cumhuriyet mitinglerinin örgütleyicilerinden Tuncay Özkan, belki de bunu gördüğü için başlangıçta bir parti kurmayı denedi, “Biz kaç kişiyiz com” örgütlenmesine girişti. İktidarın cumhuriyeti fiilen “angien regime”, eski rejim ilan etmesi ve cumhuriyetçi aydınları, Merdan Yanardağ’ın “sağ Kemalistler” dediği subayları, gazetecileri “Ergenekon” davasıyla hapse kapatması bu sıradadır. Tuncay Özkan’ın parti kurma çalışması hapse girmesiyle yarım kaldı. Mümtaz Soysal’ın da benzer bir parti çalışması oldu ama o da canlanıp güçlenemedi. Cumhuriyetçi kitleler aradıkları partiyi mevcutlar arasında bulamıyorlardı ve kendi partilerini yaratmayı deneseler de başarılı olamıyorlardı.

UMUT KIRAN CHP

CHP mi, bu arayış içinde hep AKP’nin politikalarına sözde karşı, özde zemin yaratıcı bir politika izledi. Türban yetmedi, çarşafa rozet taktılar. Laiklik yıkılırken, peygamberin “meşveret” meclisiyle “başkanlığa” karşı kanıt geliştirdiler. AKP yurttaşı “kullaştırdıkça”, hırsızlıklara karşı “kul hakkı yememek” erdemiyle savaştılar.

AKP’ye karşı, “Tehlikenin Farkında mısınız?” sorusuyla başlayan, 2007 Cumhuriyet mitingleriyle meydanları kaplayan direnişin emekçi halkası, 2009-2010 kış günlerinde Ankara’nın Kızılay’ında kurulan Tekel işçilerinin direniş çadırları oldu. Üç aya yakın bir süre Türkiye’nin kalbi orada attı ve bu direnişin de en yürekli savunucuları sosyalist partiler oldu. CHP ve sendikalar, bir an önce bitse de kurtulsak havasında durumu idare etti.

2013 Haziran Ayaklanması, AKP iktidarına direnişin tepe noktası oldu. Milyonlarca insanı meydanlara çıkardı, sokaklarda barikatlar kuruldu ama ayaklanma siyasi amacına erişemedi. AKP iktidarını yıkamadı çünkü partisi yoktu. Haziran Ayaklanması’na katılan halkın laiklik, eşitlik, çevrenin kapitalist yağmasını durdurma taleplerini siyasal bir programa dönüştürecek ve örgütleyecek bir parti yaratılamadı. Herkesin böyle bir parti olarak görmek istediği CHP’nin sonraki politikası, Gezi’nin yarattığı güven ve umudu söndürmek için çalışmak oldu. Laikliğin isyan bayrağına yazıldığı bir toplumda Tayyip Erdoğan’ın alternatifi olarak Mısır’dan bir gerici bulup getirmek, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı, Haziran’ın umutlarını söndürmek değilse nedir?

“MAVİ BONCUK” PARTİSİ 

CHP, bugün AKP’ye güçlü bir hayır’la direnen halkın umutlarını söndürmeye devam etmektedir. İnsanların her fırsatta marş söyledikleri bir tarihsel uğrakta, “Mavi  Boncuk” şarkısı ile “hayır” propagandası yapmaktadır. “İnşallah’lı maşallah’lı” bu şarkı bu partinin gerçek yüzünü apaçık kılmıştır. Düzen partisi CHP’nin, bu düzenin diktatörlük olmasına, şeriatla yönetilmesine köklü bir itirazı yoktur, o dağıttığı “mavi boncukla” gönlünün hep bu düzenden yana olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Halkın diktatörlüğü yasal kılıfa sokacak düzen değişikliği karşısında yükselttiği canhıraş Hayır’a,  CHP’nin yarım yamalak bile sahip çıkmaması bu partinin özde bir sermaye partisi oluşunun gereğidir. Demek ki kapitalistler de “başkanlık” istiyorlar ve bir diktatör önünde biat etmenin, meydanları zapt eden emekçiler olduğunu birkaç yıl önce korkuyla gördükleri Türkiye’yi yönetmenin siyasi çaresi olarak biliyorlar. 

Onların bildiklerinin bizim bilgisizliğimiz demek olduğunu son on beş yılda yaşadıklarımızdan çok iyi biliyoruz. 
Televizyonların dua okuyucusu Nihat Hatipoğlu’nun geçen hafta üniversiteleri denetleyen YÖK üyesi atanması bilgisizliğin nereye tırmandığını gösteriyor. Kapitalistler ve has partileri ülkeyi koyu bir cehalete sokarak yönetmek istiyorlar. 

KİBAR FEYZO’NUN CENK HAVASI

Halkın bağrında gelişen ve her gün biraz daha büyüyen hayır’ın, tekelci kapitalist dünyada tek bir programı vardır: Bilim ve aydınlanmayla beslenen, emekçi hakları ve özgürlüğüyle eşitliği kuran, laiklikle yurttaşlığı geliştiren, ekonomiyi halkın gereksinimlerini karşılamak için planlayan bir emekçi cumhuriyeti kurmak. Halkın hayır’ı, amacına ulaşmak için kendisine yakışan güçlü partisini yaratmak zorundadır. Gezi’nin eksikliği, emekçi cumhuriyetini siyasal program ve örgüte kavuşturacak bu partiyle tamamlanabilir ve Gezi’nin Türkiye’si yaratılabilir.

Gerçekçi yazarımız Osman Şahin’in bir hikâyesinden uyarlanan Atıf Yılmaz’ın Kibar Feyzo filminin sonunda, ağaya başkaldıran köylüler, davul zurna eşliğinde köyü terkederek, Çukurova’ya çalışmaya gitmektedirler. Onları uzaktan duyan ağa, Şener Şen, marabası İlyas Salman’a sorar, “Bu ne la, kimin düğünü var.” İlyas Salman’ın cevabı şudur: “Düğün değil ağa, cenk havası çalıyorlar.” 

Türkiye’de bugün bir cenk havası çalınmaktadır; halkın bağrında on beş yıllık AKP iktidarının yaptıklarının hesabını soracak güçlü bir hayır büyümektedir. 

Cenk havası işe yaramıştır, Kibar Feyzo’nun ağayı tepetakla eden tokadını biliyoruz. Bugün Türkiye’de umut kıran “mavi boncuk” partisine rağmen marş havası çalınmaktadır ve bu filmin sonunda da tepetakla olmuş bir ağa görünmektedir.