Özür dileriz sayın yobaz

Ülkeyi yöneten yobazların hepsi birer yavuz hırsız.

Hiçbir meselede suçları yok. Hep güçlüler, hep saldırganlar ama ne hikmetse her konuda da mağdurlar.

Akıl ve mantık gibi kavramlara ihtiyaç yok. Kayıtsız şartsız iman edecekmişiz bunlara.

Mesela “tape”ler çıktığında hem kurmaca olduğuna, hem de devletin en üst kademesinin gizlice dinlenme suçunun işlendiğine ikna olacağız.

Hem 12 Eylül’ün yürütmeye verdiği yetkilerle yıllarca ülkeyi yönetmelerini doğru bulacağız, hem de 12 Eylül anayasasından bir an önce kurtulmayı istediklerine inanacağız.

“Ey Amerika”lara, “One minute”lere helal olsun diyeceğiz. Burada esip gürleyenlerin Amerikan başkanı ile yarım saat görüşebilmek için attığı taklalarla ülkemizi rezil etmelerini muhakkak ki görmezden geleceğiz.

Açtıkları kaçak kurslarda çocuklarımıza tecavüz edecekler. Bir kereden bir şey olmaz, hepimiz Ensar'ız diyerek ahlak satmaya, terbiye öğretmeye devam edecekler.

Başımızı öne eğeceğiz: Özür dileriz sayın yobaz.

#AhlaksızKılıcdaroglu

Nesin Vakfı’nı, ÇYDD’yi denediler olmadı. Şimdi de Kılıçdaroğlu’nun bir sözünü kullanarak kendilerini aklama çabasına girişti yobazlar.

Bir konuda haklılar. Kılıçdaroğlu gerçekten de suçludur. Ama tecavüzcülere siper olan bakana önüne yattın dediği için değil, yobazlığın bu denli güçlenmesine yaptığı katkılardan dolayı suçludur.

Karanlığın üniversiteleri işgal çabasına “türbana özgürlük” diyerek geçit verdiği için suçludur.

Yobazlara şirin gözükmek için “laiklik tehlikesi yok” dediği için,

Parti binalarını mescitlerle doldurduğu için,

CHP’li belediyeler tepki gelene kadar yobazlara salon tesis ettiği için,

Allah kitap diyerek hırsızlık yapanları, “en hakiki Müslüman”ın kendisi olduğunu göstererek durdurabileceğini düşündüğü için,

Yobaza karşı halkı mücadeleye çağıracağına; ABD’ye, AB’ye, sermayeye şikayet etmeyi yeğlediği için suçludur.

Kılıçdaroğlu evin penceresini açık bırakmış, böyle olursa hırsız merhametli olur diye düşünmüştür.

Yavuz hırsız ise kapıyı niye açık bırakmadın diye kızmaktadır: “Özür dile çabuk, ahlaksız”.

Peki hırsızın hiç mi suçu yok?

Sık duyanlar için tekrar olacak ama hatırlatmakta fayda var.

Ülkenin bu hale gelmesinde üç temel sorumlu vardır: Artık yobaz kelimesiyle eş anlamlı olan Türkiye sağı, kendi çıkarları için yobazlara yol veren emperyalizm ve patronlar.

Cumhuriyet tarihine baktığımızda geleneksel sağ, her ne kadar gerici bir siyasi akım da olsa son tahlilde moderndir. Sağcılık, patron seviciliğinden, liberalizmden ve gerici toplumsal dokuyu koruma isteğinden gelir.

Detayları başka bir yazının konusu olsun ama geleneksel sağ, ideolojik olarak iflas etmiş ve varlığını sürdürebilmek için mecburi istikamet olarak yobazlığa varmıştır. Gerici toplumsal dokuyu koruma isteğinin yerini onu genişletme ve hakim kılma çabası almıştır.

Orta Doğu’nun tarihi boyunca gerici olduğu emperyalist bir yalandır. Gerçekte sosyalizmin artan prestijine, etkisine ve bölgedeki ilerici halk iktidarlarına karşı yobazlar beslenmiş, büyütülmüş, silahlandırılmıştır.

Orta Doğu’nun bugünkü durumu kendi dinamiklerinden çok ABD’nin eseridir. Emperyalist-kapitalist sistemin uzun yıllar ileri karakolu olan Türkiye’nin bu dönüşümden azade olması düşünülemezdi.

Türkiye’nin geleneksel sermaye sınıfının laik bir yaşam tarzına sahip olduğu doğrudur. Yanılgı, patronların da kendileri gibi bir toplumsal yaşamı istediklerine duyulan kör inançtır. Gerçekte sömürünün sürebilmesi, mülkiyet hırsızlığının sürebilmesi için emekçilerin “böyle gelmiş böyle gider” diyebilmesi gerekir.

İşçiler kaderci olmalı, eşitlik duygusunu sadece iktidarın vaazları ile hipnotize edildikleri camilerde hissetmelilerdir ki isyan etmesinler. Öbür dünyanın güzellikleri için sabretsinler, yalnızca sınavdan ibaret olan bu dünyanın nimetleri için kavga etmesinler.

***

Sözün özü, yobazlıkla kavgaya girişeceksek sağcı ideolojiye, sermaye sınıfına ve emperyalizme karşı net olacağız. Başımızdaki belanın sorumluları onlardır.

Başı dik olacağız. Türkiye’nin bu hale gelmesinde solun ve solcuların bulunabilecek tek suçu gericiliğe taviz vermesi, “sağduyu ve uzlaşma” çağrılarına gereğinden fazla kulak asmasıdır.

Her şeye rağmen, Türkiye’de bu işe dur diyebilecek “nitelikli çoğunluk” mevcuttur. Aslında biz de yanlışlar yaptık demek, bu toplumsallığın gardını düşürmekten başka hiçbir işe yaramamaktır.

İlla özür mü dilememiz bekleniyor?

Peki.

Özür dileriz sayın yobaz, senin o zehir saçan dilini henüz koparamadık!