Oynamak istemeyen gelinle mektep istemeyen nazır üzerine

7 Haziran seçimlerinden bu yana solda boy gösteren iki tespite göz atmakta yarar var.

Bu tespitlerden ilkine göre 7 Haziran seçimlerinin “kazananı” sermaye sınıfıdır…

Şimdi, böyle bir tespit karşısında sorulması gereken ilk soru şudur: Bu ülkede 1946 yılından bu yana yapılan seçimler arasında “kazananının” sermaye sınıfı olmadığı söylenebilecek herhangi biri var mıdır? 

7 Haziran seçimlerini sermayenin kazandığı tespitinde başvurulan göstergeler, kriterler, vb. her ne ise bunların aynısını ya da benzerlerini daha önceki tüm seçimlere uyguladığımızda istisnasız her seçim için “kazananın” sermaye olduğunu söylemek mümkündür. 

Bu durumda, “7 Haziran seçimlerinin kazananı sermayedir” tespiti, hiçbir değeri olmayan boş bir değerlendirmedir. 

Burasını geçip ikinci soruyu soralım: 7 Haziran seçimleri olduğu gibi değil de nasıl sonuçlanmış olsaydı sermaye sınıfı “kazanamamış” sayılacaktı?      

Bu soruya gerçekçilik sınırları içinde kalarak verilebilecek bir yanıt olduğunu sanmıyoruz. 

Sol siyasetin edebi ve adabı gereği başka “olasılıklardan” söz etmiyoruz ve şunlarla yetiniyoruz: 

CHP ortalığı silip süpürüp kendisini tek başına iktidar yapacak oyu alsaydı mı seçimlerin “kazananı” sermaye sınıfı olmayacaktı? 

Ya da HDP barajı aşamasaydı, AKP yeniden tek başına iktidar olsaydı mı sermaye sınıfı “kazanamamış” sayılacaktı?

Bu ikincisine bir mim koyalım. 

***

Çünkü ikincisi bizi diğer tespite götürüyor. 

Bu tespite göre de HDP’nin barajı aşması, bu ülkede sol hareketi kilitleyecek, sol eğilim ve yönelimler üzerinde HDP’nin adeta tekel kurmasını sağlayacak bir sonuçtur...

Artık, “yerim dar” diye oynamak istemeyen gelini mi, yoksa “mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim” diyen Meşrutiyet nazırını (bakanını) mı hatırlarsınız, size kalmış bir tercihtir.

Aralarında, HDP’nin “solla en küçük bir ilişkisi bile olmadığını” savunanlar vardır. Böyleleri için söylüyoruz: O zaman boş verin gitsin; “solla hiç ilişkisi olmayan” bir HDP bile bu ülkenin sol damarını bir şekilde tıkayabiliyorsa bu solla uğraşmaya değmez…

Gelelim HDP’nin “sola bakan bir yüzü de olduğunu” kabul edenlere: İyi ya, bu durumda solun ne olup ne olmadığını, “HDP solculuğunun” nereye kadar gidebileceğini, neyin yanına bile yaklaşamayacağını bir güzel anlatırsınız, bunun pratikteki gereği neyse eksiksiz yaparsınız olur biter… 

Elinizi tutan, ağzınızı kapatan mı var? 

Oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi davranmanın âlemi yoktur. 

***

Yukarıdakilerin hepsinden daha önemli bir başka noktaya gelelim: Var olan somut durum ve gerçeklik… 

Bu ülkede sosyalist örgütler, partiler vardır; bunlardan önemlice bir bölümünün katıldığı Birleşik Haziran Hareketi (BHH) vardır ve nihayet bir önceki yazımızda da değindiğimiz gibi, özlemleri ve beklentileri CHP’nin de HDP’nin de karşılayabileceğinin hayli ötesine geçen geniş bir kesim vardır.    

Bu kesim içinde, HDP’nin seçim başarısı üzerine bu partiyle kalıcı angajman içine girenlerin, özlem ve beklentilerini HDP’nin yapabilecekleriyle sınırlamayla razı olanların ağırlığı hiçbir şekilde abartılmamalıdır. 

Bize göre bugün için en fazla yüzde 10-15 civarındadır. 

Bu yüzdeye bakarak mı yandı gülüm keten helva denmektedir?

***

Diğer “özneleri” şimdilik bir yana bırakarak BHH’ye gelelim ve yazıyı öyle bitirelim.  

Öncelikle, “oynamak istemeyen gelin” ve/ya da “mektep istemeyen Maarif Nazırı” havası BHH’ye hiç bulaşmamalı, bulaştırılmamalıdır. Hem yapılacak çok iş hem de bu işlerin birlikte yapılabileceği geniş bir kesim vardır. Kaybedilen zamanı telafi için en kısa sürede harekete geçilmelidir.   

Peki, ortada hiç mi “tehlike” ya da “tehdit” yoktur? 

Eğer “tehlike” ya da “tehditse”, keşke bunların hepsi HDP’nin solculuğu ve solculaşması gibi olsa… 

Ayrı kanallarda olmak üzere hem birlikte yapılabilecek işler artar hem de biz kendi solculuğumuzu daha ayrık ve net biçimde dile getirme ihtiyacını duyarız...

Fena mı olur?