Öykünün iyisi

Hangi öykü iyidir veya iyi öykü-kötü öykü farkı nedir sorusuna “Kişinin hoşuna giden öykü iyidir.” demenin çok doğru olmadığını düşünüyorum. Elbette bu yanıtı “Kişinin yaşamına dokunan öykü iyidir.” haline de sokabilirim ama bu sadece havayı değiştirir, anlamı değil.

Doğa bilimleri geleneğinden gelen ve doğal olarak pozitivizmden etkilenen biri olarak değerlendirme yaparken ister istemez birtakım ölçütler arıyorum. Elbette bu ölçütler de değişime açıktır ama başlangıç için de gerekli oldukları kanısındayım.

Hemen aklıma Edgar Allan Poe’nun aslında kısa öykü için geliştirdiği kuramı ve ölçütleri geliyor. Buna göre kısa öykü: 1) Okuyucunun kafasında  tek bir etki yaratacak bir biçimde planlanacak 2) Bu tek bir etkinin okuyucuda yaratacağı dramatik coşkunun bir deneyim haline gelebilmesi için öykü bir oturuşta okuyup bitirilebilecek kısalıkta olacak 3) Olayları, karakterler ve durumlar tek bir etki etrafında kurgulayacak 4) Tek bir etkinin yaratılması sürecinde yazar şiirsel bir dil kullanacak; yani öyküden tek bir cümle çıkarıldığında bile öykünün gücünden bir şeyler kaybettiği yoğun bir dil kullanacaktır1. Dediğim gibi,  Poe bunları kısa öykü için söylemiş olsa da biraz gevşetmeyle tüm öykülere uyarlanabileceğini düşünüyorum.

Bu işin biçimsel, kurgusal yönü. Diğer yandan içerik olarak da öykü insanların yaşamındaki sıradan gerilimleri görünür hale getirebilmelidir. Burada Gogol’un yaptığı gibi öyküde küçük insanı anlatmayı kastetmiyorum; söylemeye çalıştığım “küçük ya da büyük”, tüm insanlar her gün bir sürü küçük gerilimlerle karşı karşıya gelirler. Şu bile söylenebilir: Yaşam gerilimdir; başkalarıyla ilişkiler, hava durumu vs. Öyle ki, aynı gerilimle hep karşılaşıldığı için bu durum gerilim olarak algılanmaz bile, özellikle Türkiye gibi hemen her gün çok büyük olayların olduğu ülkelerde. Ancak rutin dışına çıkıldığında, yani ortam değiştirildiğinde, örneğin emekli olunduğunda, yani gerilim ortadan kalktığında farkına varılır.  İşte öyküler bu küçük gerilimleri görünür hale getirir, gerilim ortadan kalkmadan onu fark etmemizi sağlar, sağlamalıdır. Bence, Poe’ya ek olarak, öykünün içeriği böyle olmalı. Bir öyküye “iyi” dediğimde, eğer farklı şeyler yazmamışsam ben bunu görmüşüm demektir.

Böyle bir giriş yapmamın nedeni, sanırım anlamışsınızdır, bugünkü yazıyı öykülere ayırmış olmam. Daha önce yazmıştım, İleri Kitap’ta yazmaya başlayalı beri okuma biçimim değişti ister istemez. Artık o anda canımın istediği kitabı değil, sonrasında okuyacaklarımla aralarında konu benzerliği olanları seçiyorum. Bu da inceleme tarzı kitapları daha fazla okumama yol açıyor, iki incelemeyi birbirine bağlamak kolay oluyor da incelemeyi edebiyata bağlamakta zorlanıyorum. Üstelik daha okumadan bu kararla karşı karşıya kalınca!  Neyse, bu iki haftayı kendi keyfime ayırdım; bir süredir beklettiğim öykü kitaplarına.

Sultan Komut’un ilk kitabı olan "Öte", beni gerçekten çarptı. Edebiyatta zor olanı yapmış, bireyi unutmadan toplumcu bakış açısıyla yaşamı anlatmak gibi zor bir işin altından başarıyla kalkmış bence. Ancak ilk kitaplarda çok uzun hazırlık aşamasını (Burada sadece yazmaya karar verdikten sonra geçen süreyi söylemiyorum, zihinde belirmesinin üzerinden geçen yılları da sayıyorum.) hesaba katarsanız ikinci, üçüncü kitapları beklemek gerek derim.

Sultan Komut bir röportajında şöyle söylüyordu: “Benim çocukluğum amcamların eviyle bizim ev arasında geçti. İki kardeş bitişik nizam ev inşa etmişlerdi, ortak bir duvarımız vardı yani. Evde değilsem ötedeydim. “Sultan nerede?” “Ötede”. Ötede olmak hem evde olmak hem de evde olmamak demekti”.2 

İşte "Öte"deki öyküler tam da böyle; hem orada, hem ötede. Aynı söyleşide “Ne anlattığımdan ziyade nasıl anlattığımla ilgilendim daha çok.” dese de   kentin günlük hayhuyu içerisinden Roboski katliamına, anadil sorununa bakabiliyor ve bunu çok güzel yapıyor. İyi bir öykü kitabı, atlanmamalı derim; öykücülüğün alışılmış kabuğunu kırmaya çalışıyor.

KÜNYE: Öte. Sultan Komut. Everest Yay., 2019. Etiket fiyatı 14 TL.

"Kastamonu Hikayeleri" de Yıldız Akdemir’in ilk kitabı. İsminden de anlaşılacağı gibi belirli bir bölgede geçen öyküler ağır denilebilecek bir şiveyle yazılmış. Yazarın da kabul ettiği gibi yöresel dil okumayı gerçekten zorlaştırıyor. Anlatılan öyküler olasılıkla yazarın çocukluğunda yaşadığı veya duyduğu olaylar. Böyle olunca kitabı okurken sanki her öyküyü başkası yazmış gibi bir hisse kapıldım. Bence bir seçim yapıp böylece deyim yerindeyse kendi biçimini belirlemeli. 

Bu durum öykülerde denge sorunu da yaratıyor. Kimi yerlerde öyle ayrıntılara giriliyor ki örneğin bir öyküdeki kız isteme ve düğün sayfalar boyu anlatılıyor ama bence bu kısımlar çıkartılsa öykü bozulmaz hatta daha iyi bile olur.

Toplumsal sorunlara değinen öykülerde en temel öğelerden biri olan yabancılaşmayı anlamanın ve aktarmanın yolu, onu yaratan çelişkiyi ortaya çıkartmaktır. Tanık olma veya yargılama bundan sonra gelebilir.

KÜNYE: Kastamonu Hikayeleri. Yıldız Akdemir. Kategori Yay., 2019. Etiket fiyatı 16 TL.

Tim Winton Avustralya’da “yaşayan hazine” olarak adlandırılan önemli bir yazar. Uzun süredir yazıyor ama bildiğim kadarıyla "Dönüş", Türkçeye çevrilen ilk kitabı. Lâfı hiç uzatmadan söyleyeyim, kitap çok iyi. İyi öyküden ne anladığımı daha önce söylemiştim ama "Dönüş"ün başka artıları da var. Örneğin zaman, ayrı bir karakter olarak öykülerin tümünde yer alıyor. Şöyle diyor Winton: “Zaman, dakika dakika tıslayarak ilerlemiyor. Su gibi dalgalar ve katmanlar halinde gelip, gidiyor; tuz gibi titreşip saçılıyor, yükseliyor, kabarıyor ve yeniden kendi üstünü örtüyor”. Kendisi böyle yazıyor ve bu tanım kitapta tek bir cümle olarak geçse de varlığı neredeyse tüm öykülerde hissediliyor.

"Dönüş" için çok çok iyi derken emin olun abartmıyorum. Öykülerin değişken ritmi çok etkileyici, yani olay örgüsü yükselip yükselip sonunda en üste ulaşmıyor. Tepe nokta kimi zaman öykünün başında ya da ortasında olabiliyor. Ancak bu ritmi hiç bozmuyor. Diğer yandan Winton bir dil ustası da. Acaba bir çirkinlik “Ancak bir annenin sevebileceği türden bir yüzü var.” demekten daha iyi anlatılabilir mi?

KÜNYE: Dönüş. Tim Winton. Çev.: Seda Çıngay Mellor, Yüz Yay., 2017. Etiket fiyatı 26 TL.

Sevmediğim tek bir öykü oldu, o da ikinci tekil şahısla yazılmış. Birinci tekildeki içtenlik, üçüncüdeki tanıklık burada yok. İkinci tekille yazmada bir yargılama var gibi, okuru yargılama; üstelik tanımadığın bir okuru! Belki de hedeflenen bu ama bana itici geliyor.

Üç kitabın ortak özelliği öykülerin birbiriyle bağlantılı olması. En azından öykülerdeki kişilerin takibi bile bunu gösteriyor. Ancak bu aynı zamanda öykülerin art arda yazılmasının roman olmayacağını ya da romanların bir tür öyküler toplamı olmadığını gösteriyor. Evet, bu yazdığım çok bilinen bir şey ama öykünün ayrı bir tür olduğunun sık sık anımsanması gerekiyor.

Bu da bu yazının ikincil çıkarımı olsun.

  1 Özer SS. Çağdaş kısa öykü sanatı ve politikaları. İmge Yay., 2018.  

  2 Gültekin I. Öte-beri: Sultan Komut ile “Öte” kitabına dair söyleşi. Bilim ve Gelecek 185: 92-3, 2019.