Osmanlı – Rus Savaşları

Rusya ile uçak düşürme krizinin ardından Türkiye'deki Türk-İslam sentezci, ecdatçı, gerici çevrelerin geleneksel Rus ve “Moskof” düşmanlığı depreşti. Türk faşizminin karakteristik özelliği olan aynı anda hem mağduru hem de kahramanı oynama hastalığı da nüksetti. Nihayet siyasi rakiplerine karşı “siz Rusçusunuz” şeklindeki demagojik suçlamalarla durumu kurtarmaya çalıştılar. 

Öncelikle bir durum tespiti: Akkuyu Nükleer Güç Santrali ihalesini yargı denetiminden kaçırmak için Rusya ile uluslararası antlaşma imzalayıp Rusya'ya görülmemiş imtiyazlar tanıyan ve Türkiye'nin çıkarlarını peşkeş çeken bu iktidarın ve yandaşlarının kimseye Rus yanlısı demeye hakları yoktur. Rusya kapitalist olduğundan beri Türk sermayesinden daha Rus yanlısını bulmak zordur. Şimdi biraz sağcıların Rus düşmanlığının tarihsel kökenlerine inelim. 

Rusya ile Osmanlı arasındaki sürtüşmeler Osmanlı'nın vassalı olan Kırım Hanlığı'nın 15. yüzyılda Rus ve Ukrayna steplerine düzenlediği esir alma ve çapul seferleriyle başlar. Kırım Tatarları yüzyıllar boyunca milyondan fazla Slav esirini yakalayıp Kefe limanındaki Osmanlı köle tacirlerine sattılar. Bizim Türk-İslamcı faşist tarihçiler Türk-Rus ilişkilerinden söz ederken bu konuyu hiç gündeme getirmezler. Yukarıda dediğim gibi şizofrenik bir biçimde bir yandan “Moskof'a şöyle dersini verdik” megalomanisi sergilerler, bir yandan da “Rusya emperyalist yayılma ve sıcak denizlere inme politikası yürüttü, Müslümanları mağdur etti” edebiyatı yaparlar. Onlara göre Osmanlı'nın Balkanlarda ve başka yerlerde yayılması doğaldır, Rusya'nın yayılması ise sömürgeci ve emperyalisttir. Normalde lugatlerinde bulunmayan sömürge ve emperyalizm kavramlarını da böylece ikiyüzlüce ve yüzsüzce tedavüle sokarlar. Sağ Kemalistler gibi Türk-İslam sentezci faşistler de emperyalizmle hiçbir sorunları olmadığı ve emperyalist NATO'nun yardakçısı oldukları halde Rusya veya Ermeniler veya Kürtler sözkonusu olduğunda birden emperyalizm kavramını hatırlarlar. 

1568'den 1917'ye kadar Rusya ve Osmanlı devleti birkaç kez başka devletlerin de katılımıyla 12 kez savaştılar ve bunlardan sekizini net bir biçimde Rusya kazandı. Osmanlı tarafı ise sadece iki savaşı net olarak kazandı ki birisi İngiltere, Fransa ve Sardinya'nın aktif, Avusturya ve İsveç'in de dolaylı desteğiyle kazandığı 1853-56 Kırım Savaşı'ydı. Dolayısıyla bu savaşta Rusya Osmanlı'ya değil, neredeyse bütün bir Avrupa'ya karşı kaybetti. Bu savaşta bile Rusya Karadeniz'de Osmanlı filosunun bir kısmını yok etmiş ve Kafkas cephesinde de Kars kalesini almayı başarmıştı. Kafkas cephesinde Kürekdere Muharebesi'nde 20 binlik Rus ordusu 60 binlik Osmanlı ordusunu darmadağın etmişti. Çünkü Osmanlı ordusunda paşalar cahil, korkak ve rüşvetçiydiler. Askeri savaş esnasında başıboş bırakıp bir kenara gizleniyorlardı. Osmanlı askeri silah olarak da Ruslardan daha üstündü. Ancak subaylarının modern savaş taktiklerini uygulama yeteneği yoktu. İngiltere ve Fransa gibi Avrupalı büyük devletlerin yardımı olmasaydı Rusya Osmanlı'ya tek başına son verecek güçteydi. Kuşkusuz Rusya da onlar gibi emperyalistti. Ancak Avrupa devletleri Rusya himayesinde veya bağımsız devletler yerine zayıf bir Osmanlı devleti ile muhatap olmayı çıkarları açısından daha uygun görüyorlardı. 19. yüzyıl boyunca Osmanlı devleti tamamen Avrupa güçler dengesi sayesinde ayakta kalabildi. Rüşvetçi paşalar askerin ve başıbozukların tayınını bile yedikleri için aç kalan askerler ve başıbozuklar başta gayrimüslimler olmak üzere sivil halkı yağmalıyorlardı. Esasen başıbozuklar aç kalmasalar bile gayrimüslimleri soymanın cezasız kalacağını bildikleri için rahat davranıyorlardı. Böylece Osmanlı – Rus savaşlarında cephe yakınındaki köylerdeki Osmanlı tebaası Rus ordusundan ziyade Osmanlı ordusu ve başıbozuk askerinden zulüm görüyordu.

Rusya'yla sonuncu savaş olan Birinci Dünya Savaşı'nı İttihatçı yönetim Rusya'ya savaş ilan etmeden saldırarak başlatma onursuzluğunu gösterdi. Osmanlı bayrağı çekilmiş Alman gemileri Karadeniz'deki Rus limanlarını savaş ilanı yokken topa tuttular. Rusya hemen cevap vererek Sarıkamış'ta Enver'in Turan hayallerini kara gömdü. İttihatçı katiller yenilginin acısını içeride Ermenilere tehcir ve soykırım düzenleyerek çıkarmaya çalıştılar. 1917'ye gelindiğinde Rus ordusu Trabzon – Erzincan – Muş – Van hattını tutmuştu. Ancak 1917 Şubat Devrimi'yle başlayan ve Ekim Devrimi'yle hızlanan toplu firarlar sonucu Rus ordusu bölgeden çekildi ve onun yerini alan az miktardaki Ermeni birlikleri de cepheyi tutamadığı için Osmanlı ordusu savaş öncesi sınırlara geri geldi. Bolşevikler hemen barış görüşmelerine başlayıp Mart 1918'de Kars, Ardahan ve Batum'u referandumla Osmanlı'ya bırakmayı kabul ettiler. (Bu üç sancak daha 1877-78 savaşında kaybedilmişti). Bolşeviklerin bu tavrına karşılık İttihatçı emperyalistler Bakü'yü işgal ettiler ve yeniden Turan hayalleri kurdular ancak yine yenildiler. 

Rusya 1878-1918 arasında Batum, Kars ve Ardahan'ı 40 yıl elinde tuttu. Bu dönemdeki Rus idaresi Osmanlı'ya kıyasla çok daha modern, daha adil ve çok daha az rüşvetçiydi. Osmanlı Kars'a şose yol bile yapmamıştı. Rusya ise şose yolları ve 1899'da demiryolu getirdi. Bolşevikler de 1919'dan itibaren Kemalist güçleri askeri, ekonomik ve diplomatik yollarla desteklediler. Tarihsel gerçekler çok kısaca budur. Biz Türkiyeli sosyalistler olarak bugünkü kapitalist Rusya'dan ve oligarşik rejimin başkanı Putin'den yana olacak değiliz. Ancak Rusya'nın tek kutuplu ABD hegemonyasını bozan ve cihatçı gericiliğe karşı duran tavrını olumlu olarak görmek durumundayız.