Osman Çutsay’ın “Öfke” ışınımı da diyebiliriz. İlk kitaplarından birine de ad yaptığı kendi kavramıyla söylersek, toplumsal eşitsizliklere öfkeyle yoğrulmuş “entelektüel şiddetin” ortaya çıkardığı parlak ışıkta bütün ilişkileri, alçaklığı ve çürümüşlüğüyle röntgeni çekilmiş kültür oligarşisini suçüstü yakalayan ve gösteren bir kitap var karşımızda. Devrimci öfkesini ve entelektüel şiddetini okuruna da geçiren bir kitap bu.
Osman Çutsay, bir yıkımın içinden, devrimci durumdan bakıyor edebiyata ve sanata. Öfke’de, otuz yıllık bir entelektüel şiddet birikiminin verileriyle oluşturulmuş tezler ve tartışma başlıkları var.
Osman Çutsay’ın, yeni yazmaya başlayan genç bir yazar topluluğuyla 1987 yılından 1990’a kadar yayınladığı Edebiyat Dostları dergisi deneyiminin uzun yıllar sonra değerlendirmesini oluşturan “iç konuşması” kitapta merkezi bir yer tutuyor. Babalar ve Oğullar’ın Bazarov’unun, “bir kere her şeyi biçmeye karar verince kendi bacaklarını da esirgemeyeceksin” sözüne hak verircesine, Çutsay’ın kendine ve yaptıklarına da acımasız, köktenci bir eleştirel tutumu var. Edebiyat Dostları muhasebesinden çıkan sonuç gerçekten hüzün verici; bilançonun sol tarafında yalnızca Osman Çutsay ve Cihan Oğuz var. Yirmili yaşlarında ilk yazarlık denemelerini Edebiyat Dostları’nda yapanların geriye kalanları, bugün, hepsi de sistemin kültür sanat sektöründe belli yerlere gelmiş ve düzenin adamı olmuşlar. Hepsi “Belge’li Birikim Gericiliğinin” birer mensubu olmuş. Bunların en tipik örneği ise, yandaş gazeteciliğin gözde adamlarından Murat Yetkin. Böyle bir iktidar yalakasının, bir zamanlar sosyalizme bağlı bir edebiyatın köktenci kavgacısı Edebiyat Dostları’ndan çıkartılması, sistemin ideolojik kuşatmasının acımasızlığını ve başkalaştırma gücünü gösteriyor.
Sermaye kültüründen kopuş bilançosu
Bu, bir binde bir bilançosudur; gençliklerinde pırıl pırıl birer sosyalist olarak yola çıkanlardan geriye birkaç kişi kalmaktadır. Sanat ve edebiyat alanında sosyalizm inancını ve aydın kişiliklerini koruyabilenler ise daha azdır. Osman Çutsay ve Cihan Oğuz örneklerinin ayakta kalmasının ne kadar büyük inat ve direnç gerektirdiğini anlıyoruz.
Osman Çutsay bu büyük inadın, umut ve öfkenin adıdır. Yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla geçerken ilkçağın trajedilerini aratmayan bu büyük trajik yazgının kahramanlarından biridir. 25 yıldır ülkesinden uzakta, kapitalizmin azgın merkezlerinden Almanya’da yaşamını sürdürmek durumunda kalmıştır. Öfke’yi ve özellikle Osman Çutsay’ın Edebiyat Dostları üzerine “iç konuşmasını” çağdaş bir trajedi olarak da okuyabiliriz.
Osman’ı bu konuda daha iyi anlayabileceğimi düşünüyorum; ben de, sistemin edebiyatına kafa tutan benzer bir derginin, 1994-95’te 11 sayı çıkartabildiğimiz Sermaye Kültüründen Kopuş dergisinin umutları ve yıkıntıları içinden geçtim. Yirmili yaşlardaydık, kadromuz daha dardı, bilanço pek farklı olmadı. Ama biz bir yılda dağıldığımız için, içimizdekiler yazarlık yolunda yeterince gelişemediklerinden olsa gerek, sistemin edebiyat adamı olmaya fırsat bulamadan kaybolup gittiler. Sistemin kültüründen kopmak istedikçe, sistemin bizi birbirimizden koparmasına yakalanmıştık. Geriye giden bir tarih gemisinin içinde biz ileriye gitmek istedikçe, inkâr fırtınasının ortasında sosyalizme inatla bağlanmaya çalıştıkça yapayalnız bırakılmıştık.
Aydın, kapitalizmi yıkmaya çalışan insandır
Osman Çutsay, Öfke’de “aydın” kavramının günümüzdeki anlamını belirginleştirmeye çalışıyor. Kapitalist düzenin yıkılması için sürekli mücadele eden, entelektüel şiddet kaynağı aydın ile, düzenle köklü bir çatışmaya girmeden, her alanda bilgi üreten ve yaygınlaştıran “teknokrat” arasındaki ayrımı ortaya koyuyor. Sömürüsüz bir toplum düşü, mücadele iradesi, sönmeyen umut ve öfkesiyle aydın, düzenin yıkılması yolunda savaşım içindeyken, teknokrat kişisel çıkarı ve kariyeri için burjuvazinin her alanda bilgi üreticisi ve taşıyıcısı görevini üstlenir. Bu ayrımı Çutsay şöyle yazıyor: “Teknokrat, sistemin malıdır, piyasanın kuludur. Kuşkusuz kendini bu sisteme muhalif falan hissedebilir, hatta sistemi eleştirebilir de. Ama aydın, sistemi eleştirmez. Aydının, bizim tanımımızla, kapitalist sistemle veya piyasa ile ilişkisi bir eleştiri ilişkisi değildir. Aydın, sosyalizm için, özel mülkiyet düzenini yerle bir etmek için her fırsatı kollayan ve sırf bunun için ‘biriktiren ve yayan’ solcudur.” (Osman Çutsay, Öfke, s. 301, Beyaz Baykuş Yayınları, 2015, İstanbul)
Osman Çutsay’a göre, Türkiye’de aydının tarihi Yalçın Küçük ile başlıyor, ondan öncesi, aydın tarihimizin girişine veya tarih öncesine benzetilebilir. Yalçın Küçük’ün çalışmalarına özel bir önem veren Çutsay, onun kitaplarını Türkçenin en müthiş örnekleri olarak değerlendirir ve Türkçe bilmeyenlerin bunlardan yoksun kalmasına üzülür.
Bu kavramsal çerçeveden bakınca, egemen sınıfla köklü bir mücadelesi olmayan şair de, romancı da, ressam da, sinemacı da aydın değil, birer teknokrat’tır. Yalnızca fabrika projeleri yapan mühendis ya da yeni mallar için araştırma-geliştirme çalışması yapan bilim insanı değil, tekelci medyanın köşe yazarı ve televizyon profesörü de teknokrattır. Osman Çutsay, Öfke’de egemen sınıfın sanat ve düşünce alanındaki yıldızlarını bu teknokrat kavramıyla aydın’lıktan soyarak bütün açıklığıyla ortaya çıkarıyor ve köklü bir hesaplaşmaya girişiyor. Burjuvazinin her türden starı, aynı anlama gelmek üzere uşağı bu Öfke radyasyonunda gerçek yüzleriyle, bütün bayağılıklarıyla ışıkta yakalanıyorlar.
Osman Çutsay’ın sık sık kullandığı bir benzetme de bu ışıkta tespit ve teşhisle ilişkilidir. Dijital fotoğraftan önce kullanılan teknikte, fotoğrafın filmdeki negatif halinin baskısına “arabı” denirdi. Fotoğraf, arabının tersi ışık ve renklerden oluşurdu. Osman Çutsay, çözümlemelerinde fotoğrafçılık tekniğinin bu iki yüzüne hem bir benzetme olarak hem de yöntemsel açıdan oldukçak sık başvuruyor. Sözgelimi, Öfke’nin kilit tipolojilerinden şeriatçı İsmet Özel ile sol liberal Murat Belge bir fotoğrafın arabı ve baskısı gibi birbirine benziyor ve birbirini bütünlüyor. Sistemin sahte karşıtları sistemin değişmez fotoğrafını oluşturmak için sahnedeki yerlerini alıyorlar. Sahneyi asıl devrimciye, inteligentsia’ya kapatmak için teknokratların şike muhalefetiyle toplumsal bilinci işgal ediyor, bütün düşünsel enerjiyi tüketiyorlar.
“Belge’li Birikim Gericiliği”
Osman Çutsay, sistemin teknokratlarını eleştirirken, bunlardan birer soyutlama, tipoloji çıkartmaya önem veriyor. Murat Belge, sosyalizmin ve cumhuriyetin bütün değerlerine düşmanlık ve kinin somutlaşmış halidir. Çutsay’ın, solun yıkımında 1970’lerden beri kilit rol üstlenen liberal burjuva hareketini, “Belge’li Birikim Gericiliği” kavramıyla açıklığa kavuşturması çok önemlidir. Bu kavramın ışığında baktığımızda, politik, edebi, sanatsal ve felsefi çöküşümüzün baş sorumlularını apaçık görebiliyoruz. Zaten Öfke’nin temel tezlerinden biri de budur. Cumhuriyetin asıl yıkımını imamların iktidarından önce bu sol gösteren “Belge’li Birikim Gericiliğinin” çalışmalarında aramak gerektiğini söylemektedir. Sağcı ideolojinin başarısı soldan aldıkları ve sol gösterdiklerinin çabalarıyla mümkün olmuştur. Osman Çutsay’a göre yobazların ve ırkçıların has evlatlarından ne düşünce ne de sanat çıkabilir. Egemen sınıf soldan devşirdikleriyle edebiyat, sanat ve felsefe yapmaktadır. Kitapta bu devşirmenin önemli örneklerinden İsmet Özel’in çözümlenmesine büyük yer ayrılmıştır.
İsmet Özel’in metamorfozu
Öfke’nin uzun bir birikimin ürünü olması onu aynı zamanda Osman Çutsay’ın düşüncelerinin değişimi ve gelişimini de görebileceğimiz bir entelektüel serüvene dönüştürüyor. Kitapta İsmet Özel’e ilişkin iki inceleme bu değişimi görmemiz için somut veriler sunuyor. Osman Çutsay, 1995’te yazılmış “1960’larda Genç Şairin bir Devrimci Olarak Portresi: İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu” incelemesinde İsmet Özel şiirine ve entelektüel kapasitesine abartılmış bir değer biçerken, on yıl sonraki bir incelemesinde daha gerçekçi çözümlemeler yapabiliyor.
Ben, Osman Çutsay’ın İsmet Özel değerlendirmesinde ve genel olarak Türk şiirine ilişkin İkinci Yeni’yi olumlayan ve abartan ilgisinde metafizik bir yan buluyorum. Osman Çutsay, bu metafizik zaaftan 2005 yılında yazdığı “İsmet Özel: Türk Krizine İmam Çözümleri” incelemesinde, Özel’in kaba metafiziğini sergilerken büyük ölçüde kurtuluyor. Sanıyorum, her iki incelemeyi yazarken, kaynakları arasında bulunan Eser Gürson’un İsmet Özel eleştirisinin verilerinden 2005 yılındaki çalışmasında yararlanması da bunda olumlu bir rol oynuyor. Daha genç bir sosyalist ve “Evet İsyan!” şiirini yazdığı sırada, Eser Gürson, onun şiirindeki metafizik altyapıyı saptamıştır. İmgelere dayalı, sezginin belirleyici olduğu, akla seslenmeyen, iç dünyasının sisli, gizemli karmaşasının kendiliğinden ürünü bir şiir olduğunu yazmıştır.
Osman Çutsay’ın, Türk edebiyatını toptan yok edilmesi gereken bir çöp dağı olarak görürken, İkinci Yeni’nin Türk şiirinde devrim yaptığını söylemesini tutarlı bulmuyorum. İkinci Yeni şiirinin bir küçük burjuva şiiri olarak, “Belge’li Birikim Gericiliğinin” bir öncü sektörü olarak görülebileceğini düşünüyorum. Bu şiiri, Cinayet Olan Edebiyat kitabımın “Şiirde Yenilik Diye Sunulan Gerilik” bölümünde eleştirdim. İkinci Yeni yerine, “ikinci geri” ve onun uzantısı günümüz şiirini de “üçüncü geri” olarak adlandırmayı önerdim. Attila İlhan’ın deyimiyle her fırsatta “bas’ül badelmevt” arayışındaki bu şiirin, Osman Çutsay’ın Öfke’de önerdiği ve uygulamaya çalıştığı “sanat politolojisi” ışığında yeniden değerlendirilmesinin beni doğrulayacağına inanıyorum.
Gerici bir pratik olarak sanat ve sanatçı
Osman Çutsay’ın Öfke’de tartışma yaratacak köklü tezleri var. Sanatın gerici bir pratik olduğunu ve “gereksiz” olduğunu savunuyor. Edebiyatın Türk devrimciliğinin afyonu olduğu belirlemesinden yola çıkarak, sanatçının gerici olduğu sonucuna oluşuyor. Şöyle yazıyor: “Sanatçı potansiyel olarak bir gericidir. ‘Sanatçı=Devrimci’ gibi bir eşitlik, çözümsüz ve hiçbir yere götürmeyen bir yanılsamaya işaret ediyor. Doğrusu ‘Sanatçı=Gerici’ olabilir.” (s. 340) Anladığım kadarıyla, Osman Çutsay, sosyalistlere sanatın toptan reddedilmesinin daha yararlı olacağını öneriyor. Bu düşüncenin tartışılması önemli. Ancak bu tartışmanın yeterince yapılabileceği konusunda iyimser değilim. Sosyalistler uzun zamandır böyle heyecan verici tartışmalara uzaklar. Dar pratikçilikten dar düşünürlüğe doğru gidiyorlar.
Her şeye rağmen tartışmalıyız ve tartışacağız.
Osman Çutsay, Öfke’nin yayınıyla birlikte Türk edebiyatında bir içsavaşın zorunluluğuna dikkat çekiyor. Öfke, aslında, 30 yıldır zaman zaman şiddetlenerek, arada küllenerek süren böyle bir içsavaşın belgelerinden biridir. Çıkışıyla bu içsavaşın sosyalist cephesine etkili bir silah kazandırıyor. Köhnemiş düşünceleri, kireçlenmiş kavram ve önyargıları tahrip gücü yüksek bir bomba-kitap. Sömürü düzeninin gençlerimizin canına kasteden bombalarına karşı, can kurtaran bir edebiyat, ideoloji ve politika ışıması...
Ne yazsam yetmez; aklınızı Osman Çutsay’ın Öfke ışımasından bir geçirin, şifa verici etkisini tez zamanda göreceksiniz.