Ortak deklarasyon mu dediniz?

Evet, “normal bir ülke” olsak, siyasi eğilimi ne olursa olsun herkesle teröre, şiddete karşı bir ortak deklarasyon yayınlamak doğru olur…

Evet, “normal bir ülke” olsak ve bu ülkede siyasi cinayetlerin faillerinin üzerine gidiliyor, sanıklar yargı önüne çıkartılıyor olsa ortak deklarasyon yayınlamak doğru olur…

Ama böyle olmadığını herkes biliyor, ortada sır yok!

Çünkü bu ülke, “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz” denilen bir geleneğe sahip…
Çünkü bu ülkede devlet, devletin yargısı ve yürütmesi, katliamların üzerine gitmek, kışkırtanları, karışanları, örgütleyenleri yargı önüne çıkarmak bir yana ödüllendiriliyor. Maraş’ta, Sivas’ta, Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi…
Çünkü bu ülke de devletin dün de, bugün de yalnızca siyasi cinayet işleme geleneği ve cinayetten sonra da timsah gözyaşları içinde “üzerine gideceğiz” deme geleneği var…

Üstelik bu kötü geleneğin örnekleri vermekle de bitmez…
Bir değil, beş değil, on beş değil…
Siyasi cinayetlerin ve katliamların bir tanesi bile aydınlatılmamıştır.
“Aydınlatıldığı” iddia edilen cinayetlerin sorumlusu diye birkaç tetikçinin ceza almış olması ise sonucu asla değiştirmez! 

Bırakın geçmişi, 1 Mayıs’ı, Maraş’ı, Sivas’ı, Gazi’yi…
Dönün son 4-5 seneye bakın. Sonuç aynı!

2011 yılında Roboski’de bombalanarak katledilen 34 kişi “kim vurduya” gitmedi mi? Her şeyi bilen MİT “olaydan haberimiz yoktu” dedi!

11 Mayıs 2013’de Reyhanlı’da yapılan katliamda öldürülen 52 kişi için önce Suriye ve Esad sorumlu tutuldu, sonra IŞİD yayınladığı bir bildiriyle katliamı üstlendi. Katliamın 16 saat önceden haber verildiği ortaya çıkınca da fatura MİT Bölge Müdürü’ne çıkartıldı.

Ya Cilvegözü’nde katledilen 18 kişinin akibeti ne oldu? Üstelik Savcı, olaya karışanların kullandıkları telefonların MİT elemanı tarafından temin edildiğini tespit etmesine rağmen? Tıpkı Paris’te öldürülen 3 Kürt kadınını öldürenlerle ilgili iddialarda olduğu gibi…

Ya da daha geçen ay Diyarbakır’da patlayan bombaların sorumluları…

Büyük Osmanlı hayali içinde, "gerekirse Suriye'ye dört adam gönderirim. Türkiye'ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesine'de saldırtırız" diyeceksin, gericileri, siyasal İslamcı terör örgütlerini besleyip büyüteceksin, “eğitip-donatacaksın”, sonra da “bu katliamlar Türkiye’ye ve demokrasimize karşı oluyor” diye çıkıp yüksek perdeden konuşacaksın!

Bu ülkede devletin parmağı olmadan siyasi cinayet işlenemez, katliam yapılamaz. Diyarbakır’da HDP mitinginde bombayı patlatan kişinin bir gün önce gözaltına alındığı ve sonra serbest bırakıldığı ortaya çıkmadı mı? Suruç’ta katliamı yapan şüphelilerden birinin de 20 gün önce üstelik  “suç işleyebilir” diye polisin elinde olduğu söylenmiyor mu? Üstelik iddia bununla da sınırlı değil, Suruç bombacısının Diyarbakır bombacısının olduğu gibi “İslam Çay Ocağı”nda “çalıştığı” iddia ediliyor…

TAHRİK!

Kaldı ki sorun yalnızca cinayetlerin devletin bilgisi dahilinde işlenmesiyle de sınırlı değil. Orta yerde ciddi bir zihniyet sorunu da var. Neredeyse her katliamdan sonra, katliamı yapanların üzerine gidileceğine, katledilenlerden hesap soruluyor! Neredeyse katliamlardan katledilenler sorumlu tutuluyor! İslamcıların, faşistlerin her fırsatta arkasına sığındıkları o meşhur laf, “tahrik” öne çıkıyor!

Dün ne demişlerdi? “Aziz Nesin Sivas’a gitmeseydi, insanlar tahrik olmaz, katliamda yapılmazdı!”
Bugün ne diyorlar? “Ortalık bu kadar karışıkken MLKP bağlantılı 300 gencin Suruç’ta ne işi var?” Yetmiyor, Cumhurbaşkanı’nın sözcüsü “Bazı siyasilerin siyasi rant uğruna vatandaşlarımızı tahrike kalkışmaları, terör saldırısını dahi husumet tohumları ekme fırsatı olarak görmeleri esef vericidir” diyor!

Oysa devletin işi vatandaşının güvenliğini sağlamaktır!
Devletin işi ölümü engellemek, öldüreni yakalamaktır, öldürülenleri sorumlu tutmak, “tahriklerin” arkasına sığınma değildir!

YAPANLAR ORTAYA ÇIKARMAZ!

Bu gerçeklere rağmen, sanki başka bir gezegende yaşıyormuş gibi Davutoğlu mecliste grubu bulunan partilere "Bu saldırının hedefi Türkiye'dir, Türk demokrasisidir, dört genel başkan bir araya gelerek ortak deklarasyona imza atmamız lazım" dedi.

Evet bu ülke “normal bir ülke” olsaydı, bu çağrı karşılık bulur, bütün siyasi partilerin ortak çağrısıyla terör, şiddet, katliam lanetlenirdi. Tıpkı, Olaf Palme cinayetine karşı yapıldığı gibi, tıpkı Paris’teki Charlie Hebdo katliamına karşı yapıldığı gibi bizde de bu yapılabilirdi…

Ama bu kadar yalan, dolan, cinayet ortadayken AKP ile birlikte “teröre, şiddete karşı ortak açıklama” yapmak yalnızca AKP’yi temize çıkarmaya, ellerine bulaşmış kanları temizlemeye ortak olmaya yarar! Katliamı yapanlar, katliamın sorumlularını ortaya çıkarmaz, çıkaramaz!

Roboski’de, Reyhanlı’da, Ceylanpınar’da, Suruç’ta dökülen kanların hesabı sorulmadan, Suriye politikası değişmeden, “Eğit-Donatçıları” sınır dışı etmeden AKP ile böyle bir deklarasyon yayınlamak vicdanları kurutur!

Evet bugün şiddete, savaşa karşı ortak bir deklarasyon yayınlamak gerekir ama bunun adresi asla AKP ve benzeri güçler değildir. Adres, Suruç’ta ölüme giden gencecik insanların dayanışma ruhlarında, özgürlük arayışlarında, demokrasi ve eşitlik hayallerindedir…