Ortadoğu: Taşlar yerine otururken emperyalist tahkimat

Emperyalizmin, siyaseti, devletleri, figürleri kuklalaştırdığı, Çin bilmecesi gibi evirip çevirerek istediği biçime sokmaya çalıştığı bir bölgeden bahsediyoruz. Öte yandan, özellikle son birkaç yıldır bölgede yaşanan örnekler yeterince gösterdi; kusursuz sanılan tüm planların, beklenmedik gelişmelere ve çıkmazlara gebe olduğu gerçeği de yadsınamaz. Dolayısıyla Ortadoğu'ya dair yapılacak her saptama, ileri sürülecek her tez kimi tartışmalara, itirazlara ve yanılma payına maruz kalabilir.

Ancak şunu yine de yazalım; içinden geçtiğimiz günlerde yaşanan gelişmeler, bölge ve etkilediği çevre ülkeler açısından, yahut Ortadoğu'yla ilgili politik aktörlerin konumu söz konusu olduğunda yeni bir dönemin başladığını gösteriyor...

*****

Irak'ın 2003'te işgalinden sonra Ortadoğu için en kritik tarih, Suriye'yi iç savaşa sürükleme stratejisinin emperyalizm tarafından işletilmeye başladığı 2011 yılıdır. ABD'nin başını çektiği uluslararası gücün bölge üzerindeki kontrolü 2014 yılına dek sürmüş fakat, özellikle Suriye halkının kırılamayan direnişi ve IŞİD'in belirlediği gerici kalkışmanın kontrolden çıkmasıyla inisiyatif büyük ölçüde yitirilmiştir. 2014'ün ilk ayları ile bugüne gelen dönemde ise emperyalizm açısından mutlak bir politik-askeri kontrolün ve başı sonu belli bir planın varlığından söz etmek olanaklı değil. Mutlak kontrolün kaybedildiği, ittifak siyasetinin ve askeri hakimiyetin tayin edilemediği bu ara dönemde, başlangıçta hesaplara dahil edilmeyen Suriye Kürtleri etkinlik kazanmış, siyasal ve askeri birliğini sağlamış ve Rojava kantonları böyle ortaya çıkmıştır. Daha önce de yazıldı, Rojava'daki Kürt otoritesi emperyalizmin bölgeye müdahalesinin belirlediği koşullarda varolmuş olsa da, öncesinde emperyalizm tarafından planlanmış bir çıkış değildir. Rojava'nın kendiliğinden çıkışının, şimdiye kadar bir “anomali” olarak tarif edilmesinde bu nedenle sakınca yoktur.

Bu ara dönemin son kısımlarında ortaya çıkan bir diğer beklenmeyen gelişme, Rusya'nın bölge üzerinde tahmin edilenden daha etkili bir aktör olarak denkleme yerleşmiş olmasıdır. Rusya'nın etkili hale gelmesinde; Suriye'ye sabırla (ve evet mecburen) “yatırım” yapması, IŞİD'in emperyalizmin planlarını işlemez hale getiren kontrolsüzlüğü olduğu kadar, AKP'nin eski ve uygun deyimle “failimuhtar muamelesi” ve beceriksizliği de vardır. Yani Putin Erdoğan'a ne kadar teşekkür etse azdır...

Gelgelelim, 2016 baharı başlangıç olarak kabul edilebilir ve şunu söyleyebiliyoruz: ABD'nin başını çektiği emperyalist ülkelerin, bölge üzerindeki kontrolü yeniden elde etmeye dönük adımlar attığı ve plan oluşturduğuna dair birçok veri ortaya çıkmaya başlamıştır.

Birkaç maddeyle açıklamaya çalışalım.

1) Emperyalist merkezlerde, yokedilecek hedef tanımı resmi olarak değişmiştir. IŞİD, uluslararası koalisyonu birleştiren öncelikli düşman olarak tanımlanmış ve Esad hükümetini devirmeye dönük askeri seçeneğin şimdilik gündemden düştüğü hem BM Suriye temsilcisi Mistura tarafından hem de ABD Başkan Yardımcısı Biden tarafından üstelik aynı gün (22 Haziran) söylenmiştir. Esad'ın bir kez daha hedefe konulup konulmayacağını kuşkusuz zamanla göreceğiz ancak buradaki ayrıntı, emperyalizmin bölgede tekrar inisiyatif edinebilmesi için öncelikli olarak Esad'la değil IŞİD'le savaşmak zorunda olduğu gerçeğinin kabul edilmiş olmasıdır. IŞİD'in Avrupa kentlerinde yaptığı katliamlar bu savaşın kaçınılmazlığı siyasetini güçlendirmektedir.

2) Bu kısmın açıkça yazılmasında fayda var: Hem şimdilerde PKK ve KDP'nin görev almak için hazır beklediği Musul operasyonu hem de Rakka'nın kapısını açmak için YPG'nin de dahil olduğu biçimde yürütülen Menbic kuşatması ABD ve NATO'nun bölgede inisiyatif kazanması ve yerleşmesine yol açacak sonuçlar gözetilerek planlanmıştır ve hayata geçirilmektedir. PYD'nin PKK'nin veya KDP'nin bu operasyonların başarısıyla kimi avantajlar ve yayılma olanakları elde edeceği ya da savaşın İŞİD'e karşı yürütüldüğü gerçeği bu saptamayı geçersizleştirmez.

Şöyle özetleyebiliriz; emperyalizm doğrudan IŞİD'i kullanarak değil yahut IŞİD'le tek başına savaşarak değil ancak IŞİD'e karşı yürütülen savaşa öncülük ederek bölgede güçlenmeye çalışmaktadır. Başka ve devrimci bir politik öznenin etkili olamadığı bir coğrafyada egemenlerin hem canavarı hem de ona karşı mücadele eden insanı kullandığı örnek ilk değildir ve işçi sınıfı mücadelesi tarihine atılmış bir kazık olarak kabul edilebilir.

Sonuçta, Menbiç'te yürütülen kuşatma esas olarak Rakka'nın ele geçirilmesine hazırlık sayılmaktadır. IŞİD’in Avrupa ve Türkiye’ye açılan kapısı olarak adlandırılan Menbic, Musul-Bağdat ticaret yollarını birbirine bağlayan, ayrıca Halep, Rakka, Azez ve Cerablus'a açılan önemli bir kavşakta bulunmaktadır.

ABD öte yandan Felluce'de bir saldırıyı yönetmekte, böylece IŞİD'in iki merkezi olan Musul ve Rakka operasyonlarını paralel biçimde kontrol etmeyi hedeflemektedir. Zira IŞİD'in bir kolu Rakka'dan Menbic ve Cerablus'a, diğer kolu Musul'dan Felluce'ye çıkmaktadır. ABD açısından bu iki kentte hakimiyet bölgede hakimiyet anlamıne gelmektedir.

3) YPG açısından Menbic kuşatmasının önemi ise, Afrin ve Kobane'yi birbirine bağlayacak yolu açacak olması ve Rojava'nın bu savaşta hedefi olan “evrensel kabul” ve “Federatif Suriye”nin hayata geçmesinde avantaj sağlamasıdır.

Rojava'daki Kürt iktdarının emperyalizmle kurduğu ilişki “teslim olma ama karşıya da alma ve faydalan” şeklinde özetlenebilir. Rojava ve emperyalizm arasındaki ilişkilerin karşılıklı çıkar birliğinden tam bağımlılığa dönüşmesi ise bugün için düşük bir olasılıktır. Nihayetinde bugünkü tabloda kaba bir biçimde, “piyonlaşmak” biçiminde açıklanması doğru değildir.

4) Geçtiğimiz günlerde Barzani hükümeti ve ABD arasında “IŞİD'e karşı savaş” adıyla yapılan ve peşmerge güçlerini ABD'nin paralı askerine dönüştüren anlaşma önemlidir. Anlaşmaya göre ABD 415 milyon dolara 50 bin peşmergeyi kiralamıştır. Barzani tarafı bu anlaşmayı, peşmerge uluslararası gücün parçası oldu diye pazarlıyor olabilir ancak basbayağı paralı asker haline gelmişlerdir. Kürt Bölgesel Yönetimi'nin asıl beklentisi ise, Bağdat'a karşı güvence ve bağımsız Kürdistan yoluna bir taş daha döşemek olarak özetlenebilir.

5) Barzani hükümetinin beklentileri bir noktadan sonra çok önem taşımıyor fakat bu anlaşmanın bir diğer göstergesi, ABD açısından bölgeye yerleşme ve yeniden inisiyatif kazanma sürecinde Kürtlerin etkin olarak kullanılmak istendiği gerçeğinin görülmesidir. Barzani ile yapılan anlaşmanın Rojava Kürtlerine bir model olarak önerilme olasılığıysa hiç de yabana atılır değil. Emperyalizm hem Musul hem Rakka yani hem Irak hem Suriye için Kürtlere ihtiyaç duymakta, kestaneyi ateşten Kürtlerin eliyle almayı amaçlamaktadır.

*****

Son olarak, AKP iktidarının bölgedeki poziyonunun da yeniden belirlendiği söylenebilir. Şimdilerde yabancı basında tekrar edildiği gibi, “Türkiye yasak aşkının kefaretini ödüyor”. Ve AKP rejimi hem hesap vermekten kurtulmak hem de bölgede yeni bir misyon elde etmek istiyorsa emperyalizme ve bölgenin etkili devletlerine bağlılığını göstermek zorundadır. Bu konuda bilenen kimi adımları da (Rusya ve İsrail anlaşmaları) atmıştır. Türkiye'nin, emperyalistler inisiyatif alırken ve bölgede başka aktörlerin güçlendiği bir tabloda etkili olabilmesi için daha fazla teslimiyet ve IŞİD'e karşı savaşta açık taraf haline gelmesi zorunludur. Bu elbette Türkiye'de IŞİD terörünün artarak yayılması anlamına da gelir.

Ancak öte yandan, AKP'nin IŞİD'le karşı karşıya gelme olasılığı, cihatcı terörü ve bölgede sünni gericiliği desteklemekten vazgeçeceği anlamına gelmez. Mutlaka yeni kanallar yaratmak isteyecektir ve geçtiğimiz günlerde adını duyduğumuz Tel Hamis Tugayları AKP'nin vekalet devredeceği aparat arayışının bir göstergesidir...