Örgüt ve Hareket (İkisi de olsa olmaz mı?)

Türkiye sosyalist hareketinin çeşitli kesimlerinden insanlar 30 Ağustos günü bir araya gelerek solun meselelerini ve bundan sonra yapılabilecekleri tartıştılar. 

Sonrasındaki yorumlar ve tepkiler farklıydı. Bu ilk bir araya gelişe umutla bakanlar olduğu gibi,  “buradan bir şey çıkmaz”, “daha önce kaç kez denendi” diye burun kıvıranlar da çıktı. 

Böyle bir durumda yapılabilecek en iyi iş şu olsa gerek: Beklenti çıtası yüksek olanları bundan büsbütün vazgeçmeden gerçekçiliğe davet etmek, burun kıvırıcılara da kimi zorunlulukları hatırlatmak... 
“Ara yolculuk” ya da “ortalamacılık” olup olmadığına yazının sonunda okur karar versin.

***

Türkiye’nin görünür geleceğinde herhangi bir sosyalist örgütün, kendisini de kucaklayan daha genel ve toplumsal bir hareketlilik içinde devinmeden, bu hareketlilikle şöyle ya da böyle ilişkilenmeden, kendi doğrusal gelişimiyle “tekleşme” ihtimali yoktur. Ancak, böyle bir ihtimalin olmayışı, bugün var olan sosyalist örgütlenmeleri gereksiz kılan bir durum değildir. Tersine, Türkiye sosyalist hareketinin bugünkünden daha ileri mevzilere sıçraması, ancak teori-ideoloji-siyaset-örgüt ayaklarını özel bir bütünlükle buluşturan öznelerin ürettikleriyle mümkün olabilecektir. 

Gelgelelim, öznelerin “teori-ideoloji-siyaset-örgüt ayaklarını özel bir bütünlükle buluşturmaları” da genel bir hareketle etkileşime girmeden, kendilerini bu hareket içinde yeniden üretmeden gerçekleşebilecek bir iş değildir. 

“Örgüt” böyleyse, bir de madalyonun öteki yüzüne bakalım: Hareket…

Türkiye, kendiliğinden hareketlerin bir araya gelmeleri, belirli bir süreklilik ve örgütlülük formu kazanmaları açısından hiç de “verimli” bir ülke olmamıştır. Bugün koskoca Haziran’a bile “geriye ne kaldı ki” hayıflanmasıyla bakılabilmektedir. Yarın bir gün belki yeni kitlesel hareketlenmeler olacaktır; ancak bunların kendi başlarına süreklilik kazanma, dört başı mamur örgüt formuna kavuşma, hele hele “iktidar perspektifi geliştirme” şansı yok denecek kadar azdır. 

O zaman? 

Örgüt, hareket olmadan yapamayacaksa, hareket de yukarıdaki eksikliklerle malulse ne olacak? 

***  

Henüz işin başı olmasına karşın, 30 Ağustos toplantısının yukarıda dile getirilen “açmaz” çerçevesinde değerlendirilmesi yerinde olacaktır.

30 Ağustos toplantısının devamından ne çıkar, bugünden kesin konuşmak mümkün değildir. Ancak, neyin çıkamayacağı, hatta çıkmaması gerektiği bellidir: Eğer başlayacaksa, süreç, bugün mevcut sosyalist örgütleri/yapılanmaları sıfırlayıp herkesi tek bir parti çatısı altında toplama çabalarından, bu anlamda “birlik” zorlamalarından uzak durmalıdır. 

Salt “olamayacağı” için değil, aynı zamanda “olmaması gerektiği” için…

Farklı öznelerin yan yana gelmesi, pek çok konuda birlikte hareket etmesi, ittifak yapması, “cephe kurması” vb. başka, hepsi sosyalist olsa bile tek bir parti çatısı altında toplanması başkadır. Bugünkü koşullarda böyle bir parti çatısı, örneğin düşünce üretme,  perspektif geliştirme, hızlı karar verip hareket etme ve kadro yetiştirme gibi açılardan mevcut örgütlerin epey gerisinde kalan ortalamalara mahkûm olacaktır.

Bir kez daha: “O zaman?” 

***
Bir yanda, kendiliğinden, kimsenin beklemediği anlarda ortaya çıkan hareketlenmeler vardır; diğer yanda da bu birincisinin boyutlarına ve kitleselliğine ulaşamasa bile bir araya gelmiş öznelerin yarattıkları hareketler…
Şimdi, olur ya da olmaz, ama farklı özneler belirli bir formda bir araya gelirlerse, böyle bir oluşum hem beklenmedik anlarda kendiliğinden patlak veren hareketlenmelere daha fazla nüfuz edebilecek, hem de (daha önemlisi) kendisi belirli bir hareket yaratabilecektir. 

İşte, 30 Ağustos’taki ilk buluşma bir süreklilik kazanacak, farklı özneleri bir araya getirip ortak mücadeleye taşıyacak bir forma kavuşacaksa, az önce sıralanan iki imkâna ve bunun kanallarına yüklenmelidir. 

“Hiç olmazsa bu olsun” demiyoruz, olabileceğin en iyisi budur diyoruz…