Bütün iyi niyetime rağmen bunca yıl sonra hâlâ "örgütsel beceri"nin çocukluk ve ergenlik döneminde kazanılmış olan bir kültür ve beceriye dayalı olduğunu düşünürüm. Hatta “ne kültürü?” diyecek olursanız, “kader” sayılabilecek belki genetik, belki coğrafi sınırlarla karşı karşıya olduğumuz kanısına kapılır dururum.
‘Türk gibi başla, ingiliz gibi bitir’ sözündeki türklük, sol örgütlere de sirayet etmiştir, memleketimizdeki hemen her kurum gibi. Öncelikle halkçı, muhalif, solcu olarak tanımlanabilecek işlerin özellikleri nelerdir? Bu çalışmaların başı sonu, başarı kriterleri belirsiz mi olmak zorundadır? Bu çalışmaları benimseyen bir siyasi hattın “düzen” içindeki bu çalışmada üreteceği biçimin benzer işler yapan burjuva yapılardan farkı nedir?
Riskli bir konuya geldik. Örgüt, ortak bir görünür hedef için bir araya gelen insanlardan oluşur. En azından bir araya gelenler için görünür olması şart. Yukarıdaki sorulara kapitalist düzende bir hayır derneği - örgütü üzerinden yanıt vermek fikir açıcı olabilir. Tabii burada sadece değiniler düzeyinde…
LÖSEV, Oy ve Ötesi, ÇYDD gibi örgütler, kısa sayılabilecek zaman dilimleri içinde toplumsal bellekte ibret verici bir kalıcılık ve işe yararlık hissi vermiştir. Sol örgütler için özlenen ve aranan kimi niteliklere sahip oldukları söylenebilir. Özetle çarpık temeller üzerinde yükselen bir düzeni, insan hayatını daha fazla kollamak zorunda kalacağı bir şekilde düzeltmek veya düzeltilmesi için toplumsal-siyasal baskı yaratmak diyelim.
Ekonomik yapı, gelir - giderlerde ve işleyişte şeffaflık. Hedeflerin öncelik sıralamasında uzlaşma. İş yükünün adil dağılımı, olmadı, çok yükleneni ezmeyen, onore eden bir dinamizm. Yaratıcılığın teşviği, zarar verici davranışların teşhisi, afişe edilmesi. İnsanca ama cesur hesap sorma, alternatif arama, vs. mekanizmaları, yani kurul gibi işleyen kurullar…
Biz solcuların dilimizden düşüremediğimiz, “siyasi bir peskpektifi toplumsallaşmış bir hatta çakmak” dediğimiz iş, toplumsal çalışma olmadan başarılamaz. Ayrıca tıpkı siyasi partiler ve örgütler gibi hayır dernekleri de başlangıç amaçlarına yabancılaşabilir, “köşeyi kapmış” statükocu topluluklar haline dönüşebilir.
Bir grup insanın sabit bir hedefte süreklileşmiş çalışması çok etkilidir. Yeterli “fon ve irade” sağladığınız, beş yüz kişiye beş yıl verin, neler yapabilirler, neler yapamazlar?
Örneğin sadece boş vakitlerinde bir kasabaya kanalizasyon ve içme suyu şebekesi döşeyebilirler. Veya dağıtımı dahil başarılı bir yoksul mahalle gazetesi çıkarabilirler. Her bir üyeden isteyeceğiniz şey, haftada karşılıksız iki-üç saati de olsa, bir program, kararlılık ve denetim ve düzenleyici müdahaleler olduğu koşullarda ülkemizde beş yılda beş yüz kişi, toplumsal bellekte iz bırakacak iş veya işleri halledebilir. Mesela bir büyükşehir belediyesini dürüst, halkçı bir adayla kazanabilirler.
Demek ki birincisi hedef gerçekçi mi? Bu, en kolayı, Türkiye’de halkçı bir iktidarın, gericiliğin onyıllardır girdiği, hayatımızı zindan eden onca maceradan daha kolay ve ulaşılabilir olduğunu hepimiz biliyoruz.
İkincisi, hedefe doğru yüklenilen görevler belirgin ve benimsenmiş mi?
Üçüncüsü kısmi başarı ve başarısızlıklar, tüm hedef açısından değerlendiriliyor ve müdahale ediliyor mu?
Hedefte netlik, hedefe doğru mesafe alınmakta olduğu algısı ve verimlileştirici, şeffaf ara müdahaleler... Bunlar sağlanmayınca ne olur? Mesela köken tartışmaları önem kazanır, kimlik ön plana çıkar, kimliği oluşturan niteliklerin pratikteki ayrı-birlikte durma edimlerini destekleyip desteklemediği sorgulanmaz, bağlılıklar programa-hedeflere değil, kişilere ve mekanlara göre şekillenir.
O zaman da toplumsal değil, ilk üç yazıda anlattığım “insani” zemin üzerinde at oynatılır. Kısaca linklerini aşağıdaki listede bulabileceğiniz ilk üç yazıdan alıntılarla hatırlatıyorum:
Gençliğinde antisosyal özellikler geliştirmiş yetenekli “statik yönetici” tiplemesinin tesadüf olmayan bazı özellikleri şunlardır: Ben merkezcilik, zeytinyağı gibi tüm hataları dışsal nedenlere atıp başarıları kendi eseri olarak sunma, her düzlemdeki kuralları ihlal eğilimi, öfke haricindeki duygularda sığlık, özellikle utanç, aşk, vicdan azabı gibi bazı duygulara tümüyle uzaklık, uyuşturucu/alkol düşkünlüğü, çok eşlilik eğilimi, homofobi, engellendiğinde sinir nöbeti geçirme, empati kurma kapasitesi yoksunluğu, yüksek duygusal taklit yeteneği, sürekli insanlarla oyun oynama ve dolap çevirme isteği, sistematik yalan dedikodu yayma ve “yakınlık şebekeleri” yönetme yeteneği, usta ve ısrarlı yalancılık…
Bu özelliklerin beynin değişimiyle ilgili fizyolojik temelleri ve iç bağlantıları bulunmaktadır. Bu davranış özelliklerinden çoğunu bir arada bulabileceğiniz insanları bir düşünün. Finans ve futbol dünyasını, burjuva siyasetini ve ötesini…
Statükonun karakteristik yetenekli yöneticisi, hafızasını amacına yönelik olarak samimi bir şekilde “yeniden organize edebiliyor!” Samimiyetten kastım, hafızanın keyfi kurgusunun keyfi olduğunun farkına varmamaları. Kendileri farkına varmadan anılar, kişiler, neden-sonuç ilişkileri, teorik birikim, vs. güncel amaçlarına yönelik hop diye reorganize oluveriyor…
Duygu merkezinin form değiştirdiği her durumda beyin, “vicdansız” bireyin çıkar, liderliğini sürdürme, konforunu sağlama, isteklerini gerçekleme kodlarını kullanarak belleği yeniden formatlar. Yani kişi, güncel ihtiyaçlarının yeniden formatladığı hafızasını, samimi bir biçimde “gerçek” hafızası saymaktadır. İşte kolektif topluluklarda liderlerin kişisel hafızalarına, bu hafızalarına dayalı kişisel kararlarına, olağanüstü durum yönetimlerine güvenilmemesi gerektiğinin bilimsel gerekçesi, taze sayılabilecek bu bilimsel bulgudur.
Günümüzde kurulların iletişimi bu kadar kolayken, kolektif akıl, her aşamada ortaklaşabiliyorken, neden yüksek bir yeteneğe ihtiyaç duysun? Lider, yüksek bir zihin kapasitesine sahip olduğu ölçüde fiktif bir hafızaya, yanlış neden-sonuç kavrayışına, gerçeklikten uzaklaşmış, öznel olarak bükülmüş anı tasniflerine mahkumdur. O zaman, ya “yetenekli bir lider” çok riskli bir biçimde güçlü bir kolektif denetime tabi tutulmalıdır, veya sembolik bir lider, iyi çalışan kolektif bir öncülükle desteklenerek güçlü ve sabit liderlikten uzak durulmalıdır…
Doğru örgütler için neden önce acil olarak doğru işlere ihtiyacımız olduğunu, serinin bir sonraki yazısında, bir de alttakiler üzerinden anlatmayı deneyeceğim.
@ErgunCagl