Önümüzdeki 4-5 Yıl?

7 Haziran seçimlerinin sonuçları olarak akla gelebilecek her olasılığı düşünelim:

AKP geriledi gerilemedi, HDP barajı aştı aşamadı, CHP ve MHP oylarını ciddi biçimde artırdı artıramadı, tek parti hükümeti oldu olmadı, şu ya da bu koalisyona gidildi gidilmedi, “yeniden seçim” gündeme geldi gelmedi…

Bunlardan hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, Türkiye’de seçim sonrası 4-5 yıl göreli de olsa bir oturmuşluk ve istikrar dönemi vaat etmemektedir.

Peki, gönlünde daha istikrarlı bir siyasal ortam yatan, ayrıca istikranın zemini olarak “liberal ideolojiyi ve siyaseti” gören çevreler yok mudur?

Elbette vardır; ancak bir, bu çevrelerin her dediği olur diye bir kural zaten yoktur; iki, Türkiye’deki toplumsal ve siyasal dinamikler büyük ölçüde bu çevrelerin kontrolü dışına taşmıştır.

2002 yılında iktidara gelen AKP eğer gerçekten bir “proje” idiyse, fiili uygulayıcılar bu “projeyi” tasarımcılarının öngördüklerinin çok ötesine taşımışlardır. Toplum, toplumsal yaşam, siyaset, hukuk, meşruiyet, ne varsa hepsinin kimyasıyla oynamışlardır.

***

Denebilir ki, “İşte bunu gördüler, şimdi durdurup başka bir projeye geçecekler…”

Bu saatten sonra, geçmiş olsun…

Hiç denemezler, yeni projeler geliştirmezler, orada burada zemin yoklamazlar, kimi “yedek güçleri” sahaya sürmezler demiyoruz. Hepsini yapabilirler. Ancak, “teknik anlamda” başarılı olma şansları az, siyasetin ötesinde topluma da bir “normalleşme” getirme şansları ise yok denecek kadardır.

5-6 yıl idare eden “AB üyeliği” müsekkini artık yoktur…

Ne zaman, nasıl, hangi boyutlarla patlak vereceği bugünden bilinemese bile ortada bir “ekonomik kriz” gündemi vardır…

İşsizlik mi? Şimdiden tırmanmaktadır. Bir de ülkede 81 ilin 74’ünde görülebilen, kampların dışında yaşayan ve (yerleşik deyimle) “işgücü piyasaları üzerinde ciddi bir basınç oluşturan” 1,5 milyon Suriyeli mülteci vardır…

“Kürt sorunu”, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin kaldırılmasıyla çözülebilecek noktanın çok ötesindedir… 

Belki de hepsinden daha önemlisi: Bugün Türkiye, formel siyaset alanındaki gerilimlerin topluma ve toplumsal yaşama yansıma katsayısının en yüksek olduğu dönemdedir. Bu, yerleşiklik ve kalıcılık açısından 1950’lerin ve 1960’ların sonunda, hatta 1970’lerde yaşanılanın ötesinde bir toplumsal yarılma anlamına gelmektedir.   

13 yıllık AKP iktidarı, MHP tabanı-militanları ötesinde, önceleri “içe dönük” iken şimdi dışa bakan, icabında saldırganlaşabilen, ikisi birden aynı anda olmasa bile yerine göre “Tanrı Dağı kadar Türk” yerine göre “Hira Dağı kadar Müslüman” olabilen kalın bir muhafazakâr damar yaratmıştır.

Sözgelimi, Erdoğan çıkıp “Ben bu ülkeyi tek başıma yöneteceğim, var mısınız?” dese ve oylamaya gidilse “Varız” diyenlerin yüzde 20’leri bulacağı kesin gibidir. 

Hepsini toplarsak, hangi proje devreye sokulursa sokulsun “liberal” bir modus vivendi bulmayı neredeyse imkânsız kılacak bir durumdur…

***

“Askeri darbe” gündemde değilse, geçmişteki “sivil” örneklere bakıp öyle devam edelim.

1946-50 döneminde CHP kendi “şahinlerini” etkisizleştirip yeni bir dönemin açılmasına katkıda bulunmuştu…

1973’te AP ile CHP ordu içi dengelere de oynayarak Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanlığı’nı engellemiş, “normalleşmeyi” böyle sağlamıştı…

1983’te (eğer istenilen bu idiyse) Özal’ın ANAP’ı Sunalp’in MDP’sini boşa düşürebilmişti…

Ve hep biliyoruz, 2001-2002 yıllarında bu kez İsmail Cem projesi saf dışı bırakılarak AKP’nin önü açılmıştı…

Bugün ise, bu örneklerin hepsinden mülhem (esinlenen) yeni bir proje geliştirilmiş olsa bile, önce de değindiğimiz gibi, “teknik anlamda” başarı şansı az, toplumsal-siyasal istikrar sağlama şansı ise yok denecek kadardır…

***

Durum bugün için böyle görünüyor.

Ama diyelim başka gelişmeler oldu, öyle projeler devreye sokuldu ki Türkiye’nin önümüzdeki 4-5 yılına “liberal” zeminde göreli bir istikrar dönemi damgasını vurdu…

O zaman?

Dert mi? Zaten çeyrek yüzyıldır liberalizme karşı ideolojik mücadele veriyoruz.

Aynısına devam ederiz, olur biter…