“Önlemek ödemekten ucuzdur”

Sizce de öyle mi?

İşyerlerinde gerekli işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini alırsak daha karlı bir iş mi yaparız? İş kazalarına dair yapılan çalışmalarda veya bu konuyla ilgilenen özellikle mühendislerin vurgularında hep belirtilir: "Önlemek kazalardan kaynaklanan zararlardan çok daha ucuza gelir." "İş güvenliği ekonomi sağlar!" “iş güvenliği kazandırır” derken, aslında şunu da demiş oluruz: “ekonomik olmayan koşullarda iş güvenliği önlemleri alınmayabilir, çünkü pahalıdır!”

Bazı iyi niyetli araştırmacılar sermayeyi ikna etmek, sonuçta birkaç kişi dahi olsa insanların yaşamını kurtarmak açısından işin bu boyutunun gösterilmesi gerektiğini savunur. Ama büyük bir çoğunluk işçilerin ölüm ve yaralanmalarına maliyet kalemi olarak bakar, sonuçta bu bakış açısı ideolojik bir bakış açısıdır ve tamamen ekonomik rasyonaliteyle hareket etmektedir. Olayı "önleme" boyutuyla ele alması açısından da yetersizdir, ki yalnızca işyeri bazında önlemler ve bunların maliyetlerini ele almaya çalışan bir bakış açısıdır. Bu bakış açısıyla ilgili gözden kaçmaması gereken bir nokta daha vardır: İşin ekonomik boyutuna sürekli vurgu yapmanın bir adım ötesi devletin sürece müdahalesini gereksiz görmek, sermayenin önünü tıkamaya çalışmakla suçlamak olacaktır. Britanya'da açık deniz petrol sahalarının, ülke ekonomisini kurtaracak bir sektör olduğunu savunan da sermaye sınıfıdır, Türkiye'ye geldiğimizde, hidroelektrik santrallerin kolaylıkla inşa edilmesi için hukuksal engeller, Çevre Etki Değerlendirme raporları alınması şartları, kamu yararı ve benzeri pek çok engel kaldırılırken alkışlayanlar da... Ülkemizin gelişmesi, büyümesi için “ölüm, madencilik mesleğinin kaderinde vardır” da diyebilir veya “inşaat bu ülkenin lokomotifidir” sözünü binlerce kez söyleyip, ölüm ve yaralanmalar önemsizleştirebilirsiniz...

Ekonomik rasyonaliteyle bakan “önlemek ödemekten ucuzdur” veya “iş güvenliği kazandırır” bakış açısına göre, bir işyerinde ölüm ve yaralanmalar sonucunda gerçekleşecek aşağıdaki maliyetler ile işçi sağlığı ve iş güvenliği ilkeleri karşılaştırılır, buna göre

1. Ölüm ve yaralanma sonucu ödenecek tazminat,

2. İşyerinin kapatılması,

3. İşin kısa veya uzun bir süre durması,

4. Şirketin itibarının sarsılması, yeni işler/ihaleler alamaması

5. Diğer çalışanların moral ve motivasyon düşüklüğü

6. Mahkeme masrafları vb.

pek çok maliyet kalemi, işverenlere “ah keşke gerekli önlemleri alsaydım” dedirtmek için sıralanır.

Peki, sadece Türkiye’de değil, dünyada da, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınması madem kazandırmakta, önlemek madem çok daha ucuz olmaktadır, neden sermaye daha karlı olan yolu seçmemektedir? Soruyu hemen yanıtlayalım, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini almak sermaye açısından bir maliyet kalemidir ve bu maliyet kalemi ile ölümler ve yaralanmaların maliyeti kıyaslandığında her zaman ikincisi daha düşük olacaktır. Ne kadar düşük olacağını, o ülkedeki sınıf mücadeleleri, bu mücadelelerin belirlediği hukuk sistemi, çalışma rejimi belirleyecektir. Tuzla’da bir tersanede yaşamını yitiren işçinin ailesine 30 bin TL kan parası vermek sermayeye çok fazla koymayacaktır, ama İngiltere’de tazminatlar biraz can sıkıcı olabilir. Neyse, bu tazminat konularına önümüzdeki haftaki yazımda daha ayrıntılı değinme sözü verip, biraz daha işin derinliklerine inmeye çalışalım.Diyelim ki önlemek daha ucuzdur ilkesiyle hareket ettik ve o şirkete muhtemel başına gelecek kazaları önleyerek, bu kazalardan kaynaklanabilecek maliyetlerden çok daha düşük, ama normalden daha fazla bir miktarda işçi sağlığı ve iş güvenliği harcamaları yaparak kâr sağladık. Patronu ikna ettik ve tüm üretim süreçlerinde bunu hayata geçirdik. Soru şu; bu kâr artışı işçilere yansıdı mı? İşçilerin ücretleri mi arttı, sosyal hakları mı arttı? Yoksa, işçiye "zaten seni kazadan beladan kurtardık, daha ne istiyorsun" denmesi yeterli mi olacaktır?

Gelişkin kapitalist ülkelerde şirketler, işçi sağlığı ve iş güvenliğine çok daha fazla harcama yapmaktalar. Bunun temel nedeni, devlet tarafından verilecek cezaların büyüklüğü ve işçilere ödenmesi muhtemel tazminatların boyutu. Kimse "iş güvenliği kültürü" gibi masallar anlatmasın, eğer böyle bir kültür oluşmuşsa da tamamen işçi sınıfının bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlar sayesinde oluşmuştur. İşçi sınıfı mücadeleleri daha sıkı ve sert yasal mevzuatın oluşturulmasına katkıda bulunmuş, örgütlü işçilerin mücadeleleri sonucu daha sıkı devlet denetimi yapılmış, bir sınıfın zorlaması sonucu diğer sınıf taviz vermek zorunda kalmıştır! Tüm bu süreçleri aynı zamanda kendisi için kârlı hale getirmeye çalışan özellikle emperyalist ülkelerin sermaye sınıfları da, kendi ülkelerinde başta "geleneksel" üretim süreçlerinde olmak üzere işi gerçekten sıkı tutmuştur, çünkü kâr etmektedir!

Peki şunu diyebilir miyiz: "O zaman işçi sınıfı mücadele ettiğinde, hem işçiler hem de sermaye kazanıyor öyle değil mi?" Öyle değil! Hemen ardından şu soruları sorma hakkını kendimizde bulabiliriz "sermaye neden esnek çalışmayı asli çalışma sistemi haline getirmek için 40 yılı aşkın süredir acımasızca savaşıyor?" veya "sermaye neden taşeron sisteminden çok memnun", hemen bir başka soru "güvenli üretim yapan emperyalist tekeller, neden hiçbir işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmayan az gelişmiş kapitalist ülkelere üretimlerini kaydırıyorlar", şunu da soralım "neden sendikanın ve örgütlülüğün güçsüz olduğu veya hiç olmadığı coğrafyalar, aynı zamanda en büyük işçi katliamlarının (Bangladeş, Endonezya, Meksika, üzerinden silindirle geçilmiş eski sosyalist ülkeler vs. vs.) yaşandığı yerler olmakta?...

Her zaman şunu görebiliyoruz, sermaye sınıfı üretim sürecinde tüm maliyet kalemlerini işçi sınıfına transfer etmek istemektedir, kimi zaman da ölüm ve yaralanmalar şekline sokarak. Şu veya bu üretim biçimini, şu veya bu malzemeyi seç diye kimse bir sermaye sahibine baskıda bulunamamakta, bu alan özel sermaye ideolojisinin neredeyse dokunulmaz alanları arasında yer almaktadır.

"Üreticinin elindeki ürünün somut niteliği sahibine hiçbir toplumsal sorumluluk yüklememelidir. Üretici istediği malı üretebilir; ürettiği malla istediğini yapabilir; malını istediği gibi satabilir ve sattığı malın yerine istediği malı satın alabilir. Üreticiyle ürünü arasındaki ilişkiyi sınırlayan her türlü ahlaki, yasal, geleneksel koşul yok edilir." (Marx, Grundrisse Önsöz içinde; 37)

Çoğu geri bıraktırılmış veya orta gelişkinlikte ülkede, yasalara, yönetmeliklere ve standartlara aykırı pek çok malzeme, zararlı madde, ekipman zaten kullanılmaktadır, o işin bir başka boyutu. Gelişkin kapitalist ülkelerde ise eğer standartlara uygunsa kullanır ve kimse karışamaz! Standartların, yönetmeliklerin, genel olarak yasal çerçevenin nasıl oluşturulduğu da ayrı bir konudur. Burada bir başka boyuta geliyoruz, standartların oluşturulması... Bunu iki boyutta ele alabiliriz, ilki genel olarak yapım teknikleri, üretim teknikleri, malzeme güvenliği ve benzeri başlıklarda işin "iş güvenliği"ni ilgilendiren standartlar, tehlikeli, kanserojen vb maddeler ve eşik maruziyet sınırları.

"Dikkat edersek bu mübadelede başlıca iki önemli özelliğin belirlediğini görürüz. Birincisi, sözünü ettiğimiz bu durumda ne alıcı, ne de satıcı emek işinin kendisiyle lgilenmemektedirler. Alıcının istediği, emeğin sunduğu somut faydadır: Örtünmesinin, barınmasının, doymasının, bilgi ihtiyacının sağlanması gibi. Bu hizmetlerin emek aracılığıyla sağlanabiliyor olması bir zorunluluktur, çaresiz katlanılacak bir angaryadır. Her iki taraf da bu gerçeği bilir ve buna katlanır. Ama emeğin kendisi ile kimse ilgilenmez. Belirleyici olan, bu emeğin ürettiği faydadır." (Marx, Grundrisse Önsöz içinde; 26)."

Toplumsal düzeyde de ölüm ve yaralanmalar ekonomik büyümenin bir sonucudur dolayısıyla katlanılması gerekmektedir. Dedikleri gibi maden işçilerinin ölümü mesleğin kaderinde vardır!

Sermayedarlara işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında, yasal süreçlerin tam olarak uygulandığı kamusal denetimin dayatmacı ve denetlemeci bakış açısının yerini, ikna edici bir bakış açısı olmaktadır. Fayda/maliyet analizlerine dayanan bakış açısı, “önlemek ödemekten ucuzdur/iş güvenliği kazandırır” gibi konsensusa ve rızaya dayanan modelleri kurumsallaştırmaktadır; bu konsensus ve rıza sermaye sınıfı tarafından yasaların koyduğu kurallara tabi olmak yerine her zaman tercih edilen pazarlığa, iknaya ve müzakereye dayanmaktadır (Whyte, 2006:189). Sonuçta geldiğimiz yer yine en saf haliyle liberalizmdir!

Herhangi bir ekonomik faaliyetin toplumun çıkarlarıyla özdeş hale getirilmesi burjuva ideolojisinin en temel işlerinden birisidir. Bu bakımdan işyerlerindeki ölüm ve yaralanmalar, işçi sağlığı ve iş güvenliği söz konusu olduğunda tartışmalar ekonomik terimlerle yürütülmektedir. Sadece basit bir basın-yayın taraması yaptığınızda göreceksiniz, sermaye sınıfının temsilcileri ve devlet yetkilileri her zaman işyerlerindeki ölüm ve yaralanmalardan sonra “itibar”, “ülke ekonomisi”, “hepimiz aynı gemideyiz”, “büyümenin maalesef acı sonuçları” ve benzeri kavramları kullanmakta, buna bir da “kaza”, “mukadderat” gibi kavramlar da eklenince her şey yerli yerine oturmaktadır. Sermaye sınıfı işini yapmaktadır, kendi çıkarını tüm toplumun çıkarı gibi göstermektedir o kadar!

Yine soruyu sorup yanıtını verelim: Önlemek ödemekten ucuz mudur? Yanıt: Ucuz olsaydı sermaye işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesinin bayraktarlığını yapardı, emin olun...

(Haftaya bu işin maliyet boyutunu, tazminatlar, yasal mevzuat açısından biraz daha ayrıntılı inceleyeceğim)

Marx, K., Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi için Ön Çalışma, Önsöz, Şevan Nişanyan, Birikim Yay., 1979)

Whyte, D., (2006). Regulating Sagety, Regulating Profit: Cost-Cutting, Injury and Death in the British North Sea after Piper Alpha,