Öncü Göstergeler-I: PMI

Bir ekonomide başta büyüme oranı olmak üzere, çeşitli iktisadi değişkenleri öngörmek için kullanılan öncü göstergeler vardır. Bir ekonomik faaliyet hakkındaki istatistik olan bu öncü göstergeler sayesinde, bir iktisadi faaliyetin performansını analiz edebilir ve gelecekteki performansı hakkında kestirim ve öngörülerde bulunabiliriz. Bu sayede, iş âleminde, piyasalarda ve ekonomide ortaya çıkabilecek olayları ve eğilimleri öngörmeye, anlamaya çalışırız. Bu göstergelerin başında, istihdam rakamları, sanayi üretimi, tüketim harcamaları, enflasyon, konut satışları, konut üretimi, konut harcamaları, perakende ve ciro istatistikleri gibi göstergeler gelir. Bu göstergelerin performanslarını iyi bir şekilde analiz edebilmemiz ve öngörebilmemiz amacıyla da bunların öncü göstergeleri kullanılır. Örneğin, büyümenin öncü göstergesi olarak kabul edilen sanayi üretimi ile ilgili bu tür değerlendirmeleri yapmak amacıyla adına Satın alma Yöneticileri Endeksleri (Purchasing Managers’ Indices - PMI) denilen bir öncü gösterge kullanılır. Bu endeks, bir ekonomide işlerin yolunda gidip gitmediğini anlamak için başvurulabilecek önemli bir göstergedir.

İktisadi faaliyette neler olup bittiğini gösteren her ayın başında bir önceki ay için açıklanan ilk verilerden biri olması, resmi verilerden önce kamuoyu ile paylaşılması ve açıklanan verilerle gösterdiği yüksek korelasyondan dolayı, PMI’lar önemli bir öncü gösterge olarak görülür. PMI, bir ekonomide neler olup bittiğinin görüntüsünü bize veren en hızlı veridir. PMI endeksleri, önceki yıla göre değil de önceki aya göre değişimi ölçüyor ve gösteriyor olması nedeniyle ekonomide yaygın olarak kullanılan diğer endekslerden ayrılır. PMI, sanayi üretiminin dolayısıyla da büyümenin öncü göstergesi olarak değerlendirildiği gibi, başta Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) olmak üzere; imalat sanayi ile hizmetler sektörü üretim düzeyleri, enflasyon göstergesi olarak Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE); girdi fiyatları, küresel ticaret ve tarım dışı istihdam gibi çok sayıda temel iktisadi değişkenin izlenmesine de yardımcı olur.

IHS Markit adında bir şirket tarafından dünya genelinde 40’tan fazla sayıda ülke için hesaplanan PMI, imalat sanayinde çalışan firmaların yeni siparişler, tedarikçi teslimat hızı, stoklar ve istihdam ile ilgili anket sorularına verdiği yanıtlar ile oluşturulan bir endekstir. Bu endeks hesaplanırken en yüksek ağırlık %30 ile yeni siparişlere verilir. Bunu %25 ile üretim, %20 ile istihdam, %15 ile tedarikçi teslimat hızı ve nihayet %10 ile stoklar izler. Endeks 0 ile 100 arasında değer alır. PMI’ların eşik değeri 50’dir. Endeksin 50’den büyük değer alması, önceki aya göre iktisadi faaliyetlerde iyileşmeye ya da artışa işaret ederken; 50’den küçük değerler önceki aya göre kötüleşme ya da düşüş olarak algılanır. Bir başka deyişle, endeksin 50’nin üzerine çıkması üretimde artışı, sanayide çarkların döndüğünü ve ekonominin büyüdüğünü, altında kalması üretimde gerilemeyi, sanayide çarkların yavaşladığını, ekonominin daraldığını gösterir. Endeks 50 değeri nötr bir ölçüdür, çünkü bu durumda bir ekonomide ne iyileşmeden ne de kötüleşmeden söz etmek mümkün değildir. PMI değerlerinin düşüyor olması, sanayi üretiminin azaldığı anlamına gelir. Sanayi üretimindeki azalmalar ise hem iç talep hem de dış talepteki düşüşlerden kaynaklanabilir. Bu nedenle, PMI’daki düşüşler dış ticarette azalma anlamına da gelir. PMI ile ortaya koyulan, bir ekonomi ya da onun bir sektörüne ait faaliyet koşullarındaki değişimin sayısal değeri değil, sadece yönüdür. Zaten bu özelliğinden dolayı bir eğilim göstergesi olarak bilinir.

Türkiye’de PMI, 1 Eylül 2015 tarihinden beri İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından hesaplanmakta ve “İstanbul Sanayi Odası Türkiye-PMI İmalat Sanayi Raporu” adı verilen bir raporla kamuoyuna sunulmaktadır. İSO, Nisan 2020'den itibaren, imalat sanayi altında faaliyet gösteren 10 alt sektörün faaliyet koşullarını da ölçmekte ve sonuçları “İSO Türkiye Sektörel PMI” Raporu adı altında kamuoyuyla paylaşmaktadır.

Aşağıdaki grafik 2016 yılından beri Türkiye’de PMI’daki gelişmeleri göstermektedir. 

Kaynak. İstanbul Sanayi Odası (İSO)

PMI’nın gelişimine baktığımızda 2017 yılının Mart ayı ile 2018’in Mart ayı arasında kesintisiz olarak eşik değerinin üzerinde yer aldığını görmekteyiz. Daha sonra 2020 yılının Haziran ayına kadar hemen hemen sürekli olarak eşik değerinin altında kalmıştır. Koronavirüs pandemisi ile birlikte Türkiye PMI değeri 2009 yılının Şubat ayında ulaştığı dip seviyesinden tam 134 ay (11 yıl, 2 ay) sonra yine en düşük düzeyine gerileyerek 33,4 değerine düşmüştür. 2020 yılının Mart ayında endeks değerinin 48 olduğu göz önüne alındığında pandemi sonucu Türkiye ekonomisinde büyük bir daralma olmuş ve bu daralmanın etkisi ile sanayi üretimi %19,9 azalmıştır. Nisan’da en düşük değerini gören PMI, daha sonra yükselmeye başlamış ve Temmuz ayında, Şubat 2011’den beri görülen en yüksek düzeyi 56,9 değerine ulaşmıştır. Buna karşılık izleyen aylarda düşme olmuş ama endeks eşik değerinin üzerinde kalmıştır. Yani gözle görülür bir canlanma olmamıştır. Temmuz ayı ile birlikte PMI’da ortaya çıkan kalıcı artış, sanayi üretiminde artışları işaret etmiş ve sanayi üretimi de bu aylarda artış göstermiştir. Bu durum bize yılın üçüncü çeyreğinde sanayi sektöründe ve büyük olasılıkla da ekonomide bir büyüme performansından söz edebileceğimizi göstermektedir. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, PMI’daki bu artışların birebir ve aynı oranda sanayi üretimine yansımayacağı, sanayi üretiminin artışının da yıllık bazda olacağıdır.

PMI’da artışın olması ve bunun da sanayi üretimi artışı yoluyla büyümeye olumlu katkı yapacağı elbette hepimiz için sevindirici gelişmeler. Ama bu gelişmelerden gerçekten mutlu olmamız için, sanayi üretimi artışının istihdama yansımasını görmeliyiz; yani sanayi üretimi artışının istihdam artışı ile taçlanması gerek. Ayrıca bu gelişmenin bizleri daha mutlu kılması için, sanayi sektörünün istihdam yaratması yanında dış ticaret ve cari açığını artırmaması gerekir. Oysa biliyoruz ki, sanayimiz aşırı biçimde ithalata bağımlıdır (ara malı ve hammadde) ve ithal etmeden üretemeyen bir yapıya dönüşmüş durumdadır. Ne zaman ekonomide çarklar dönmeye başlasa, ithalat sürekli artmaktadır. Bu nedenle ihraç ürünlerinin yapısı değiştirilmeden, ihracatın ithal girdi bağımlılığı azaltılmadan bu gelişmeler hiçbir biçimde yüzümüzü güldüremeyecek ve geniş halk yığınlarının işsizlik sorununa ve sefaletine çözüm üretemeyecektir. Ne yapıp edip, sanayinin ithal girdi bağımlılığını azaltmamız gerekir. Bu amaçla öncelikle yapılması gereken ithal ikamesine dönük bir yatırım ve üretim politikası uygulamaya sokmaktır. Ancak bu sayede cari açık yaratmadan büyümeyi hızlandırmak mümkün olacaktır. Çünkü bu sayede daha önce ithal edilen malların birçoğu ile tarım ve sanayi sektörlerinin gereksinim duyduğu birçok girdi yurt içinde üretilmeye başlanacaktır. Bu ise 24 Ocak 1980 kararları ile başlayan neoliberal politikaların acilen terkedilmesini ve yerine kamucu ve plana dayalı, verimlilik artışlarını önceleyen bir yeni büyüme politikasının vakit geçirmeden yaşama geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Unutmayalım ki, bugün kazanılan beceriler gelecekte iş olanağı olarak geri dönecektir.