Önce kadınlar işten atılır!

“Kadın emeğinin kriz dönemlerinde daha kırılgan olduğuna ilişkin görüşler yaygındır. Bir yandan krizin makro anlamda işsizliği artırması ve çalışma koşullarını geriletmesi diğer yandan kadın emeğinin işgücü piyasasında öteden beri verili konumlanışı, kriz dönemlerinde işgücü piyasası içerisinde cinsler arası eşitsizliği derinleştirmektedir. “ (Urhan, )

Böyle akademik bir girişten sonra 3 kısa öykü anlatacağım, çok uzun değil en fazla birer paragraflık. 

İlk öykümüz bir yüksek mimarı anlatıyor. Bir yandan doktora yapan, bir yandan da çalışmak zorunda kalan kadın bir mimar. İşyeri hem Ankara’da hem de İstanbul’da faaliyet gösteriyor. Mimar arkadaşımız İstanbul’da bir süre sonra evinden çalıştırılmaya başlanıyor, ev ortamının çalışmak için hiç de uygun olmadığını daha önce bu köşede tartışmıştık (http://ilerihaber.org/yazar/evde-calismak-oh-ne-rahat-75833.html).  Bir yandan evde çalışırken, bir yandan şirketin İstanbul’daki işlerini takip ediyor. Firmanın işlerinde bir daralma olduğunda bir anda yemek paraları “unutuluyor”, sonra da “aa sen bunu bizim yüzümüze mi vuruyorsun ayıp” denilerek sudan bahanelerle işten çıkarılıyor, sonra da tazminat vermemek için “gel o zaman Ankara’ya madem” diye işten haklı nedenle çıkarma bahanesi yaratılıyor ve resmi olarak işten çıkarılıyor.

İkinci mini öykümüzde bir kadın şehir plancısı arkadaşımızdan söz edeceğiz. İşyerinde patronuyla, yöneticisiyle tartışıyor, hakkını arıyor. Mesai ücreti hakkını isteyenin işten çıkarıldığı, diğer çalışanlara “şahitlik ederseniz siz de atılırsınız” denilen bir işyerinden söz ediyoruz. Uzatmayalım bu koşulları dayatan işyerinden arkadaşımız çıkarılıyor. Buraya kadar her şey normal denilebilir. Ardından başka bir iş buluyor ve çalışmaya başlıyor. Eski işyerinden yeni işyeri aranıyor “ya siz onun kim olduğunu biliyor musunuz? Çalıştırmayın başınıza dert olur” deniliyor, şu ana kadar çok şükür herhangi bir sorun yaşanmıyor, ama psikolojik olarak ciddi bir baskı altına giriyor. Kulis çalışması sürüyor

Üçüncü öykümüzde ise, deneyimli bir kadın inşaat yüksek mühendisi, oldukça iyi bir konumda çalışmakta iken işten ayrılmak zorunda kalıyor. İşyeri yabancı ortaklı bir işyeri ve işyerinde çalışan erkek mühendisler ve yöneticiler, tipik bir oryantalist bakış açısıyla Türk kadın mühendis, mimar ve teknik elemanlara “yabancıya göz kırpan doğulu egzotik kadın” muamelesi yapıyor. Sms, whatsapp, e-posta yetmiyor, sözlü teklifler, tacizler gırla gidiyor. Bu tekliflere olumsuz bakan, tepki gösterenlerin nedense maaşı artmıyor, pozisyonları değişmiyor. Projenin bitimine yakın bu arkadaşımız işten çıkarılıyor, toplamda 5X miktarında alacağına karşılık şirket avukatları gel sana biz X verelim, hadi şükret diyor. 

Bu üç öyküde de öne çıkan bazı ortak noktalar var

  1. Eğer kadınsanız, yüksek mühendis, yüksek mimar, doktoralı vs. olmanız bir şey değiştirmiyor. Hele ki inşaat sektörü gibi bir sektörde kadın bilgisayar başında oturan mesainin bitmesini bekleyen anne olarak algılanıyor. Anne değilse  zaten kaale bile alınmıyor.
  2. İnşaat sektöründe “kadın yapamaz, kadın ofiste çalışır” algısı daha çok saha işlerinde erkek tercih edilmesine yol açıyor, bu olaylarda da alttan alta “aslında erkek alabilirdik ama şükredin halinize” deniyor. 
  3. Üç öyküde de daralma yaşayan, işleri durgunlaşan veya işi bitme noktasına gelen firmaların ilk tercihi kadın teknik elemanları işten çıkarmak oluyor.
  4. Her üç öyküde de patronlar “dava edersen et” gibi bir rahatlığa sahipler, dava sürecinin uzayacağını, hatta belki de lehlerine sonuçlanacağını düşünüyorlar.
  5. Söz konusu kadın olunca karşılarındaki kişinin çaresiz boyun eğmeye, pazarlık yapmaya hazır birer kişi olduğunu düşünüyorlar.

Tüm bu yaşananlar kadın mimar, mühendis, şehir plancılarının daha zor iş bulmasına veya zor koşullarda, düşük ücretle çalışmalarına neden oluyor… 

Şimdi bu süreçlerin insanların yaşamlarını nasıl değiştirdiğine bakalım. Mimar arkadaşımız ev kirası ödeyemediği için evini kapatıyor, arkadaşının yanına bazen de ailesinin yanına gitmek zorunda kalıyor. Şehir plancısı arkadaşımız kısa süreli bir işsizliğin yanısıra daha önce çekmediği yol sorunuyla karşı karşıya kalıyor. İnşaat yüksek mühendisi arkadaşımız psikolojik olarak etkileniyor, yürütmekte olduğu doktora tezine yoğunlaşamıyor ve maddi açıdan kendini idame etmek için aracını satmak zorunda kalıyor. 

Ama hepsinde sürecin yarattığı psikolojik tahribat, kimi zaman sinirlenme, kimi zaman depresyon, kimi zaman umutsuzluk ama her halükarda yaşamının alt üst olmasına yol açıyor. Tüm bunlara Kocaeli Üniversitesi İİBF Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nden sayın Betül Urhan’ın makalesindeki saptamaları da ekleyelim isterseniz:

“TÜİK işgücü piyasasına ilişkin verileri 2008 krizi sonrası 2009 yılında kadınların hem istihdam oranlarında hem de işsizlik oranlarında erkeklere göre bir artışın yaşandığını göstermektedir. Bu olgu Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerin emek piyasalarında kadınlar için ikame ve yedek işgücü hipotezinin ayda anda gerçekleştiğini doğrulamaktadır. Mobil-gizli işgücü rezervinin önemli bir bileşeni olan kadınların ilk işten çıkarılanlar olması, mevcut krizlerden daha olumsuz etkilenmelerinin temelinde işsizlik olgusunun yattığını göstermektedir”

Çalışmasında bu hipotezin doğruluğunu ilişkin vereli sunan Urhan bir başka çalışmasında ise, üç arkadaşımın başına geleni farklı bir şekilde ifade etmektedir:

“Türkiye’de kadın istihdamının önemli bir niteliği de, küçük işyerlerinde yoğunlaşmış olmasıdır. Bilindiği gibi küçük işletmeler, çalışma yaşamını düzenleyen bazı kanun maddelerinin kapsamı dışındadır. Resmi denetimleri büyük ölçekli işletmelere göre zordur. Dolayısıyla kayıt dışı ve asgari ücretin altında işçi çalıştırma daha yaygındır. Genellikle iş güvencesi yoktur ve işçi devir oranları yüksektir. Akrabalık-hemşeriliğe dayanan ve himayeci ilişkilerle yönetilen bu tip işyerlerinde istihdam edilen kadın işçiler arasında sendikalaşma eğilimi zayıftır. Yasal olarak iş güvencesi kapsamının dışında olmaları nedeniyle, sadece kadınlar değil çalışanların önemli bir kısmı için işverenlerin işten çıkarma maliyeti çok düşüktür. Bu işyerlerinde sendikalaşma arzusu doğsa bile, herhangi bir örgütlenme çabası işverenler tarafından kolayca bastırılabilmektedir. Sendikalar için bu tip işyerlerini örgütlemek zor ve maliyetlidir. Bu nedenle, küçük işyerlerini örgütlenme kapsamına dâhil etmezler. Bu durum Türkiye’de örgütlenme düzeyini düşüren önemli bir unsurdur.”

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği beyaz yakalı kadınları en az mavi yakalılar kadar, kimi zaman daha fazla vurmaktadır. İşyerinde stres, mobbing ve benzeri olgular, çocuk sahibi kadınları bir de “çocuğuma nasıl bakacağım” endişesiyle birleşince katmerlenmektedir. Yaptığımız ama halen yayınlamadığımız bir çalışmada, kadın teknik elemanların en büyük talebinin “iş-ev dengesini kurmak” olduğu, kimi durumda daha düşük ücrete, fazla mesaiye kalmama, işe zamanında gitme karşılığında razı olduklarını da göstermektedir. 

Yine baştaki üç öyküye dönelim. Her üç kadın da dava açmış ve/veya mücadelesini yürütmektedir. Ancak tüm bu mücadeleleri tekil örnekler olmaktan çıkarıp toplu bir karşı koyuş haline getirebilmek bir zorunluluktur…

Kaynaklar

Urhan B., (2014)"Sendikasız Kadınlar Kadınsız Sendikalar", KADAV, ISBN (Yayın) No: 978-605-89573-9-8, 

Urhan, B. (2011). Türkiye'de Kriz, Kadın Emeği, Hükümet Söylem ve Politikaları. İsmail Şiriner ve diğerleri (Ed.); Political Economy, Chrisis & Development, Ijopec Publication, London, 315-331

http://www.genel-is.org.tr/kadin-isciler,3,2703