Öğretmenim canım benim

Hem kendi yaşamımdan ve gözlemlerimden hem de okuduklarımdan rahatlıkla söyleyebilirim ki, iyi öğretmenler aynı zamanda toplumsal mücadelede yer alanlar. Zaten öğrencisinin sorunlarına duyarlı bir kişinin toplumsal sorunlara duyarsız kalması doğaya aykırı.

Öğretmenim

Canım benim

Canım benim,

Seni ben pek çok,

Pek çok severim.

Geçenlerde hepimizin bildiği bu çocuk şarkısı dilime takıldı. Her yerde, yürürken, okurken dilimde bu sözler: Öğretmenim, canım benim… Alışveriş yapıyorum dilimde: Seni ben pek çok, pek çok severim… Yok bu iş böyle olmayacak, olmadık bir yerde yüksek sesle söyleyeceğim, sorun çıkacak. En iyisi yazayım da kurtulayım.

Aslında böyle bir yazıyı öğretmenler gününde yazacaktım ama onun da tarihi belirsiz. Dünya 5 Ekim günü kutlarken, Türkiye’de 24 Kasım öğretmenler günü olarak kabul ediliyor. Şaşırtıcı ama bu işin mucidi 12 Eylül Cuntası. 1928’de Atatürk’e ‘başöğretmen’ unvanının verildiği günü 1981’de öğretmenler günü ilan etmişler. Sanırım 12 Eylül’ün kabul gören tek uygulaması bu olsa gerek.

Herkesin yaşamını değiştiren, yönlendiren, değer katan en az bir öğretmeni olmuştur. Benim de oldu elbette. Dokuz yaşındayken TÖS’ün Büyük Öğretmen Boykotu’na (grev) beraber katıldığımız ve bana doğru eylem nedir’i anlatan ilkokul öğretmenim Yıldız Gülen’i mi saysam yoksa akademik yaşamımda tümüyle önümü açan son öğretmenim Prof. Dr. Sinan Seber’i mi, bilemiyorum. Bildiğim kendilerine çok şey borçlu olduğum. Keşke oturup onları anlatan bir kitap yazsam… Evet gecikmemek gerek, bunu yapmalıyım; tıpkı Gülten Başol gibi. Başol, çevresindeki bir grup öğretmeni Benim Köy Enstitülü Öğretmenlerim adıyla kitaplaştırmış. Kitapta yirmi sekiz öğretmenin anıları, daha çok onların öğrencilik anıları var. Sanki Başol’un öğretmenleri, kendi öğretmenlerini anlatmış gibi. Genel olarak Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un, ama özel olarak okul müdürü Rauf İnan’ın çocukların yaşamlarına nasıl dokunduğunun ve nasıl değiştirdiğinin somut örnekleri var anılar arasında. Öğretmenliğin sadece sınıfla sınırlı olmadığı o kadar net ki. Somut örneği, Metin Çulhaoğlu ve ardından yazılanlar.

KÜNYE: Benim Köy Enstitülü Öğretmenlerim. Gülten Başol, Çekirdek Sanat Yay., 2011. Kaynak Yay., dan 2016 yılında Aydınlanmanın Neferleri adıyla da yayınlandı. Sahaflarda 18-98 TL arası.

Gülten Başol’un aktardığı anıların, bugüne dek okuduğum Köy Enstitüsü anılarından daha gerçekçi olduğunu söylemeliyim. Enstitü yaşamını sadece güzelleme şeklinde değil, olumsuzluklarıyla beraber aktardığı için. Elbette olumsuzluklar baskın değil ve bunların anlatılması Köy Enstitülerinin değerini azaltmaz. Ancak genel olarak ülkenin ve dünyanın siyasi, özel olarak da ülkenin ekonomik koşullarını düşününce çeşitli olumsuzlukların olmaması olası değil. Hadi bunları geçtim, işin içinde insan var bir kere, olumsuzluk olmaz mı? Sanırım Enstitüleri sevenler de ‘Aman, kötü bir şey söylemeyelim, gericilerin eline koz vermeyelim’ kaygısının yarattığı korumacı bir tavır ve bunun getirdiği bir tür ‘otosansür’ yaklaşımı var ki bence bu çok daha fazla zarar veriyor.

Hem kendi yaşamımdan ve gözlemlerimden hem de okuduklarımdan rahatlıkla söyleyebilirim ki, iyi öğretmenler aynı zamanda toplumsal mücadelede yer alanlar. Zaten öğrencisinin sorunlarına duyarlı bir kişinin toplumsal sorunlara duyarsız kalması doğaya aykırı. O zaman akla şu sorunun gelmesi kaçınılmaz: Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri nedir? Yahya Akyüz 1972 yılında bu başlıktaki doçentlik tezini (eskiden böyle bir şey vardı) kitap haline getirmişti. İlk öğretmen okulunun kuruluşu olan 1848 yılından 1940’a kadar olan dönemi ele alan Akyüz (sonraki baskılarda dönemi 1838-1950 olarak genişletmiştir), öğretmen sayısı, yetiştirilmesi, hukuki ve ekonomik durumu, örgütlenmesi ve mesleki yayınları açısından konuyu değerlendirmeye çalışsa da açıktır ki bu parametreler öğretmenlerin toplumsal etkilerini göstermez. Demek istediğim tez/kitap başlıkla-dolayısıyla hipotezle- uyumlu değil ama iyi bir öğretmen tarihi kitabı olduğunu söyleyebilirim.

KÜNYE: Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmede Etkileri. Yahya Akyüz. Daha önce Doğan Basımevi basmıştı, kitapçılarda Pegem Akademi Yay., baskısı (genişletilmiş) var, fiyatı 152 TL.

Elbette genel bir kavram olarak eğitim toplumu etkiler. Akyüz’ün kitapta da aktardığı gibi, “Yapılan bir çalışmada ilkokul eğitimi alan bir işçide üretimi yüzde otuz artıracak bir davranış değişikliği olurken, sadece kurs görenlerde bu oran yüzde on beş civarında kalıyor.” Yine başka bir çalışmada da bireysel düzeyde öğretmenlerin sınıfın beşte birinde kalıcı etki yaptığı anlaşılmış. Ancak bunlar sadece genel saptamalar.

Kitapta ilginç anlatılar da var. Örneğin Meşrutiyet döneminde Lazkiye’de ‘iane-i lâhmiye’ adı altında bir vergi varmış. Kasaplardan kesilen hayvan başına toplanan bu vergiyle öğretmenlerin maaşları ödenirmiş! Sonrasında kasaplar isyan etmişler ve vergi kaldırılmış. Öğretmenler de olağan yolla maaşlarını almaya başlamışlar. Yine 1920 yılında Ankara’da öğretmenlerin boykota gittiğini anlatmakta Akyüz. Kurtuluş savaşı sırasında Ankara’da böyle bir eylem enteresan geldi bana. Başka kaynaklardan doğrulayamadım ama araştırıyorum.

Ethem Nejat’ın Türk eğitim tarihinde de önemli yeri vardır. “De” diyorum çünkü asıl bilinen yönü TKP Genel Sekreteri ve 1921 de Mustafa Suphi ile katledilenler arasında oluşu. Akyüz, doğal olarak, Ethem Nejat’ın eğitimci yönüne vurgu yapmış kitabında. Ethem Nejat 1919 tarihli bir yazısında “ilkokulun proletaryanın gidebildiği hemen tek okul olduğunu, ilkokul öğretmenlerinin de proleter olduğu için ezildiğini” söylemektedir. Bunu aktarmamın nedeni eğitim konusuna daha yüzyılın başlarında sınıfsal yaklaşabilen kişiler olduğunu göstermek. Ayrıca genel olarak öğretmenlerin “statükoyu korumaya çalıştığını” söylüyor Ethem Nejat. Aslına bakarsanız çoğunluk statükoyu korumaya çalışır. Yani bu sadece öğretmenler için değil, doktorlar, bakkallar, bekçiler vs. için de geçerlidir. Peki herkes böyle mi? Değil elbette, Ethem Nejat gibiler de var. İşte biz bu ayrıksılara devrimci diyoruz.

Ethem Nejat’ın Terbiye-i İptidaiye Islahatı kitabı ile Osman Zeki’nin Bizde Maarif-i İptidaiye kitapları Latin harfleri ve sadeleştirilmiş biçimiyle yayınlandı. Ethem Nejat’ın kitabı için kapsamlı bir eğitim programı diyebilirim. Kitabı okuyunca, kaybına bir kez daha üzüldüm; bence bu Cumhuriyet’in ilk suçudur. Osman Zeki ise eğitimci değil; idareci, kaymakam. Sunuş yazısında Niyazi Altunya’nın belirttiği gibi, “öğretmen okulları medresenin etkisinden kurtulamadıkları için, Mülkiye ve Harbiye mektepleri ülkeye birçok fahri öğretmen yanında değerli eğitimciler de vermişti.” İşte Osman Zeki de bunlardan birisi. İki kitap da eğitim tarihi açısından önemli belgeler, okumakta yarar var.

KÜNYE: Terbiye-i İptidaiye Islahatı [İlköğretimin İyileştirilmesi]. Ethem Nejat.  | Bizde Maarif-i İptidaiye. Osman Zeki. (Haz.: Mustafa Şahin, Niyazi Altunya] 2021. İkinci kitabı daha önce Arı Sanat Yay. basmıştı. Her iki kitabın da yaygın dağıtımı yok, meraklısı ile paylaşabilirim.

Neyse, öğretmenlere dönecek olursak, pandemi kapanmalarında en fazla hak kaybına uğrayan kesimlerden biri olduğunu söylemek gerekir. Ek ders ücreti vs. gibi haklarını yitirdikleri gibi, kendi olanaklarıyla Pandemi Sürecinde Eğitim’i sürdürmeye çalıştıklarını biliyorum. Çoğunluk açısından üstelik eğitimini almadığı, tanımadığı bir alanda. Figen Ereş çalışmasında öğretmen, öğrenci, yönetici, veli, toplam 1880 kişiyle yaptığı görüşme sonuçlarını açıklıyor. Şaşırtıcı bir sonuç olmasa da en azından bilinen sorunları hem derli toplu sunması hem de belirli bir kanıta dayandırması açısından önemli. Dünya ölçeğinde okulları tamamen kapatılan öğrencilerin yüzde kırk yedisinin çeşitli nedenlerle internete erişiminin olmadığını düşünürsek, sonrasında bile öğretmene binecek yükün ürkütücü boyutlara ulaştığı anlaşılabilir. “Üstelik sadece on günlük yüz yüze eğitimle bile, bilgi kullanım testlerinde, kristalize zekâ puanlarının önemli ölçüde arttığı tespit edilmişken”. Pandemi, “öğretmenlik sınıfla sınırlı değildir” sözünün gerçek anlamda yaşama geçtiği bir dönem oldu gözlerimizin önünde. Sadece pandemi bile şarkıyı tekrar söyletir insana: Öğretmenim, canım benim…

KÜNYE: Figen Ereş. Eğitim İş Yay., 2021. Satılmıyor, sendikadan istenebilir, sitelerinde pdf şekli var.

Yıllar önce, 1960’lı yıllarda müfredat dışı öğretebilsinler diye TÖS, hani benim katıldığım ilk eylemimin düzenleyicisi olan sendika, eğitim el kitapları çıkartırdı. Sanırım on beş civarı kitapçık yayınlamışlardı. Güzel kitaplardı. Öğretmenlere “politik faaliyet yapıyorsunuz, ideolojik davranıyorsunuz” diyenleri kitapların iç kapağında şöyle yanıtlıyorlardı: “Dün ‘on’ üzerinden ‘4.5’ numara verip sınıf geçirdiklerimiz bugün bize ders vermeye kalkmasınlar!... Yayınladığımız bu kitapçıkları onlar da okurlarsa, bizim gibi onlar da eksiklerini gidermiş olacaklardır.” Bu seriden Kredi Yağması’nı okudum ben bu hafta. Hem öğrendim (iç kapaktaki uyarı yüzünden değil) hem de üzerinden elli yıla aşkın bir zaman geçmesine karşın bazı şeylerin pek değişmediğini gördüm: “Bir bankayı batıran becerikli idareciler, sermaye çevreleri arasındaki mesleki dayanışma gereğince hemen başka bir bankada görevlendirilmekte ve batırdığı bankadaki kıymetli tecrübelerinden yeni bankanın da istifade etmesi imkânı sağlanmaktadır.” Elli yıl öncesinden öğretiyorlarmış da bizler fark edememişiz.

KÜNYE: Kredi Vurgunu. Hilmi Özgen, TÖS Yay., 1969. Bulması güç, meraklısı ile paylaşabilirim.

Yazıya dilime takılan şarkıdan kurtulmak için başlamıştım ama olmuyor. Yazı bitti, şarkı hala dilimde: Seni ben pek çok, pek çok severim.