Öğretmen yazarlar

Esas konuya dönecek olursam, öğretmenlerin eğitim konusunda yazdıklarının genelde diğer meslekten gelen yazarlardan daha iyi olacağı açık.

Yazar, öğretmen Dr. Niyazi Altunya “Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı(1) kitabında “öğretmenlerin daha çok okuyan ve daha kültürlü kişiler” olduklarını yazmıştı. Bu düşünceye katılmadığımı söylemekle(2) birlikte, Altunya’nın sözleri aklıma takılmadı değil. Net bir yanıt bulmak, elbette izlenimlerle olabilecek bir şey değil ama doğrusu konuyla ilgili ne bir bilimsel çalışmaya ne de bir istatistiğe ulaşabildim. “Acaba” dedim, “çok okumak ve kültürlü olmak daha çok yazmayla sonuçlanabilir mi?” Böyle düşünerek araştırmanın yönünü değiştirdim ama mesleklere göre yazarlıkla ilgili de sağlıklı bir veriye ulaşamadım. Sonra bu düşünceyle ‘okumadığım kitaplar’ rafımdaki öğretmen yazarlara yöneldim. Elbette bundan soruma ciddi bir yanıt beklemiyordum ama bir yerinden başlamalıydım. Bu arada, sorumla ilgili elinde veri olanlar benimle paylaşırsa sevinirim.

Öncelikle hem öğretmen yazar olduğu, hem de başlangıç sorusunun sahibi olduğu için Niyazi Altunya ile, Tonguç Baba ile başladım. Altunya, Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un yaşamını ve kuramını anlatıyor 160 sayfa içerisinde.  Sayfa sayısını özellikle vurguluyorum çünkü çok daha fazla ayrıntıyı içeren büyük boy 800-1000 sayfalık kitaplar(3) da var Tonguç hakkında ama özel bir araştırma yapılmıyorsa Tonguç Baba yeterli gibi; bence Altunya çok iyi toparlamış konuyu.

KÜNYE: -Tonguç Baba. Niyazi Altunya, Cumhuriyet Kitap, 2021. Etiket fiyatı 30 TL.

Tonguç’un çok okuyan ve yazan hatta en çok yazan eğitimci olduğu bilinmektedir. Yani iş okulları konusunda dünya literatürüne egemendi. Bunun yanı sıra, Altunya’nın vurguladığı iki deneyimi Köy Enstitüsü kuramını oluşturmada önemli olsa gerek. İlki, ailesinin desteği ile yıllarca medrese eğitimi alan amcasının köye döndükten sonra, köy yaşamıyla ilgili hiçbir becerisi olmadığı için horlanması. İkincisi ise, önemli bir eğitim bilimci olan Sâtı Bey’in yapılandırdığı İstanbul Erkek Öğretmen Okulunda eğitim görmesi. Bu iki deneyimin, sorunu görmesini ve çözülebileceğini anlaması açısından önemli olduğu kanısındayım.

Altunya’nın kitaba Tonguç’a yönelik eleştirileri de alması çok yerinde olmuş. Böylece konuya farklı yaklaşımlar da görülebiliyor.

Esas konuya dönecek olursam, öğretmenlerin eğitim konusunda yazdıklarının genelde diğer meslekten gelen yazarlardan daha iyi olacağı açık. Ancak bu tüm meslekler içinde geçerli, hekimlerin sağlık, bankacıların finans yazılarına bir adım önde başlayacaklarından kuşku duyulmuyordur herhalde. O zaman öğretmen yazarların kurgusal kitaplarına dönmek gerek.

M. Ziya Eriş Fransızca ve Türkçe öğretmenliği yapmış bir yazar. Daha önce “Aklın Aptallığı(4) romanını okumuştum. Bu kez bir diğer romanı Denizler de Ölür’ü elime aldım, epeydir bekletiyordum. Marmara bölgesindeki bir çevre sorununu, rant sarmalını anlatan Eriş, kimi yerlerde ve özellikle başlangıç kısımlarında biraz Halikarnas Balıkçısı, biraz Yaşar Kemal’in “Bir Ada Hikayesi” esintileri taşıyor ve üstelik bu sadece kitabın konusundan kaynaklanmıyor. Ancak iş ‘mesaj verme’ noktasına geldiğinde başlardaki akıcılık kayboluyor ve mesajlar net ama deyim yerindeyse kaba bir biçimde roman kişilerine söyletiliyor.

KÜNYE: -Denizler de Ölür. M. Ziya Eriş, İzdüşüm Yay., 2001. Etiket fiyatı 22 TL.

İyi roman yazmak yüksek bir estetik düzey yakalamaktır. Ancak bu yetmez, aynı zamanda yakalanan bu düzeyi kitabın sonuna dek koruyabilmektir. Sanırım roman yazmanın esas güçlüğü burada olsa gerek ve bu da doğrudan anlatılan kişilerle ilişkili. Yani psikolojik gerçeklikleri eksik kalan kişilerle bu işi yapmak kolay değil. Bu durum kişilerin sorgulanmasıyla, bir umut ışığı aramanın izlerini taşıyan bölümlerde, yani demin söylediğim mesaj verme bölümlerinde daha belirgin.

Yine de kitabın sürükleyici olduğunu söyleyebilirim. Ancak kitap hiç ara vermeden 344 sayfa olarak yazılmış; bölüm yok, kısım yok, *** yok, hatta paragraf aralarını biraz açmak bile yok. Sanki nefes alma yerleri olsaymış, daha rahat okunabilirmiş gibi geldi bana.

Turan Ali Çağlar sosyal bilgiler öğretmeni. Amasanga romanıyla 2020 Çiğli Belediyesi Fakir Baykurt Roman Ödülünü aldı. Seçici kurul, “kadın sorununu Hititler’den başlayıp Cumhuriyet dönemine uzanan büyük bir süreci yüzyılların içinden yarattığı kahraman kadınlarla anlatması; kadının aklıyla çağlar içinde ayakta kalmasını onun yaratıcı varlığına bağlaması; çağdaşlığın yaratılmasında kadın emeğinin yüceliğini, heyecan yaratacak biçimde vermesi; kültür değerlerini içselleştirerek işlemesi nedeniyle öne çıktığını vurgulayıp, ayrıca eserin Anadolu’nun diliyle, yerel deyimleri, sözcükleri, terimleri yazı diline sokarak, akıcı bir anlatım oluşturması; yüzyıllara uzanan bir süreci sağlam, yeni bir kurguyla anlatması nedeniyle ödülün verildiğini(5) açıkladı.

KÜNYE: -Amasanga. Turan Ali Çağlar, Literatür Yay., 2020. Etiket fiyatı 55 TL.

Roman yazmak kolay değildir ama tarihi roman yazmak daha da zordur; dönemi iyi bilmeyi gerektirir. Bunu söylerken tarihi olayları ve gelişimini değil, dönemin insan ilişkilerini ve değer yargılarını kastediyorum. Günümüzün değer yargıları anlatılan toplumsal koşullarda geçerli olmayabilir ve genellikle de geçersizdir çünkü bu yargıları da toplumsal yapı belirler. Böyle olunca yazar yaşananların uzağında kalır ve bireyler arasındaki ilişkilerin doğru kurgulamasını yapamaz. Sonuçta kişileri gerçek, canlı kılacak ayrıntılardan yoksun ve özel yaşamları olmayan tiplerden oluşan bir metin ortaya çıkar. Yazarın görüşlerini aktardığı bir platform gibi olur kitap. Bu durum özellikle son bölümde çok belirgin. Çağlar burada mesaj verme, hatta öğretme kaygısına düşmüş gibi ama bu arada romanı roman yapan işçilik, kişilerin ayrıntılı işlenmesi eksik kalıyor.

Gerek Denizler de Ağlar, gerekse Amasanga’daki mesajlar öğretmenliğin getirdiği bir meslek sorunu mu diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Son olarak, okumadığım kitaplar rafından öğretmen Mehmet Aktaş’ın iki kitabını aldım: Şiirlerle Maziden Esintiler ve Köyümüzden Esintiler. Her iki kitabın da yayınevi, yayın tarihi ve ISBN’leri yok; yani korsan diyeceğim ama sanmıyorum. İlk kitabın tümü ama ikincisinde de şiirler var. Lafı dolandırmadan söyleyeyim, yazılanların şiir olduğunu düşünmüyorum; bence uyaklı dörtlükler demek daha doğru bir tanımlama olacak. Çünkü yazılanlarda ne şekil var ne de dil. Akılda kalıcı tek bir dize de yok. Emin olun, örnekleyebileceğim güzel bir dize bulabilmek için iki kez okudum ama olmadı!

Köyümüzden Esintiler ise ilginç bir kitap. Şiir kitabı desem değil, deneme desem değil, araştırma hiç değil…Ne isim vereceğimi bulamadım. İçinde Başkomutanlık Meydan Muharebesinden, köydeki en bakımlı bağın Sait Kılıç’a ait olmasına, Osman Paşa Marşının sözlerinden, kendisinden yaşlı kişilerin askerlik anılarına dek birçok şey yazmış Mehmet Akbaş.  Bana 12 Mart’ı anımsattı. Bilirsiniz, 12 Mart’ta tutukluların eline bir tomar kâğıt ve bir kalem verilir ve “yaz” denilirdi. “Ne yazayım?” Açıklama yok, ne yazarsan yaz. Akıllarınca yazdıkça onların işine yarayacak itiraflar bulabileceklerini düşünürlerdi. Nedense bunu anımsadım ve ilgi çekecek bir şey arayarak okudum kitabı. Buldum mu? Yanıt vermeyeceğim. Zaten 12 Mart ifadeleri de yayınlanmadı şimdiye dek.

KÜNYE: -Şiirlerle Maziden Esintiler ve Köyümüzden Esintiler. Mehmet Akbaş. Her iki kitabın da yayınevi ve yılı yok,
bulması güç, isteyenle paylaşabilirim.

Evet, yazının başındaki soruma halâ yanıt bulabilmiş değilim. Bulamadım belki ama iki önemli sonuca ulaştığımı rahatlıkla söyleyebilirim:

İlki, öğretmenlerin kitap yazmalarını gerçekten önemsiyorum. Öğretmenlerin işleri gençlerle, yani kendilerini örnek alacak/alabilecek bir yaş grubuyla çalışıyorlar. Öğrencilerin, yazarların hiç de Kaf Dağının ötesinde yaşayan kişiler olmadığını, aksine günlük yaşamda karşılaştıkları, konuştukları kişiler olduklarını görmeleri onları yazma konusunda cesaretlendirecektir. Öğrencilerin kitap yazabileceklerini ve bunların da basılabileceğini görmeleri önemli. Ciddiyim. Öyle ki, KHK ile işten atılan öğretmenlerin kitaplarının kütüphanelerden de çıkartılması beni doğruluyor.(6)

İkincisi, bir ülkenin edebiyatını tanımak için elbette yapıtları yazıldıkları dilde okumak, o toplumun havasını solumak önemli. Ancak bir o kadar daha önemli olan da, o ülke yazının sadece öne çıkan, başka dillere çevrilen, çok satan eserlerini değil, bunların dışında kalan ve az bilinenlerini de okumaktır. Devam edeyim, sadece az bilinen ama çeşitli nedenlerle tanınmamış iyi yazarlarını değil, çok iyi olmayanlarını da tanımak gerekir. Bence ancak bu koşullarda “evet, ben bu ülkenin yazınını biliyorum

diyebilir insan.   

Evet, ben de mesajlarımı verdiğime göre artık daha fazla uzatmama gerek yok sanırım…

NOTLAR: 

(1)Eğitim İş Yayınları, 2020.

(2)https://ilerihaber.org/yazar/gercek-bir-egitim-emekcisi-niyazi-altunya-128665

(3)YKKED yayınlarından oğlu Engin Tonguç’un “Bir Eğitim Devrimcisi: İsmail Hakkı Tonguç” (2007) ve Kemal Kocabaş’ın hazırladığı “İsmail Hakkı Tonguç ve Okul Öncesinden Yükseköğretime Eğitim Sorunları, Çözüm Önerileri” (2010) kitapları var örneğin.

(4)Zeus Yayınları, 2015.

(5)https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/fakir-baykurt-odulu-amasanganin-1742578

(6)https://journo.com.tr/yazar-ogretmenler-eserlerinden-de-uzaklastiriliyor