‘Odun seçimleri’ ya da ‘Seçtirim’

Adnan Menderes, “İstersem odunu bile seçtiririm” diyordu ve sanki yakın gelecekteki tekelci düzenin parlamenter sistemi ile seçimlerinin özünü açıklamış oluyordu. Marx’ın, genel oy hakkının “her üç ya da altı yılda bir, parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin ‘temsil edeceğini’ ve ayaklar altına alacağını kararlaştırdığını” söylediği günler insaflı kalmaktadır. Demek, Menderes’in sözleriyle “odun seçimlerindeyiz” ve artık halkın da seçimlerle bir ilgisi kalmamış bulunuyor, “seçtiriyorlar” ya da “yerleştiriyorlar”. Hukuk bir denetim aracı olmaktan çıkmış bulunuyor, artık tekellerin elinde hepten bir oyuncaktır, istedikleri şekli veriyorlar. Meclisin kapıları ise sanki 40 haramilerin mağarasının kapısı; herkese kapalı ve yalnızca tekellerin, Washington ve Brüksel’in “Açıl susam açıl” dediklerine açık. Açıl susam, ve açıyorlar.

Erdoğan’ın milletvekili ve başbakan oluşu sürecini hiç unutmamak gerekiyor; geleceğin tarih kitaplarında, sömürdükleriyle açlığını bastıramayan tekellerin düzeninin kendi hukukunu dahi nasıl yediğinin, şaşırma yetisini kaybetmeyenler için, pek şaşırtıcı bir örneğini oluşturuyor.
 
Erdoğan siyasi yasaklıydı, milletvekili olamıyordu. Önce CHP hızla yasayı değiştirdi, ardından Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Tufan Algan, parlamento kararı olmadan, “Siirt’in Doğanköyü’nde 3 sandığın kurulunun usulünce oluşturulmadığı” gerekçesiyle seçim yenileme kararı aldı. Üstüne bir de, “3 Kasım’da milletvekili çıkaran partiler ancak tekrar milletvekili çıkarabilir” kararı eklendi ve böylece, Siirt’te en çok oyu alan DEHAP da dahil olmak üzere diğer partiler seçimlere katılamadı. Danıştay Başkanı Nuri Alan ile Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, “Bir seçim iptal ediliyor ve yenileniyorsa, o seçime, sadece, iptal olan seçime girmiş olanlar girebilirler. Bu nedenle Erdoğan’ın Siirt seçimine girmeleri imkansızdır,” dediler. Dediler amma, hukuk ve seçim değil, “seçtirim” vardı. Erdoğan’ı seçtirmek için önce yasa ve sonra seçim değiştirildi. CHP Siirt’te kazandığı vekilliği kendi eliyle yitirdi ve Erdoğan iktidara yerleştirildi.

Her taşın altında darbe aramayı ve aratmayı yol bilenler, bulamadık diye üzülmesinler. Darbe tam karşımızdadır. Böyle seçim, darbedir.

Halkın seçimlerden kovulması 
Carl Schmitt, yirminci yüzyılın ilk yarısında parlamentonun sadece bir dekor olduğunu yazmıştı. Kararlar başka yerlerde alınmaktadır ve bunu, seçimin, kulislerde, bürolarda, cemaat merkezlerinde ve zaman zaman da tarikat şeyhleri eliyle, yapıldığı şeklinde anlayabiliyoruz. Bugünün meclisi, 12 eylülünkinden daha az meclistir ve yüzde on seçim barajı, belediye başkan ve milletvekili adaylarının parti oligarşisi tarafından tayin edilmesi, hepsi, “ileri demokrasi” döneminde halkın seçimlerden kovulması anlamına gelmektedir.

Halk seçimlerden kovuldu. Ancak yetmedi; tekeller arsızlığa programlıdır ve düzenini sürdürebilmek için arsız olmak “zorundadır”. Medya kuşatması, seçim barajı, tayinler yetmedi ve tekeller, meclis içinde birbirinin kopyası cumhuriyet düşmanları aradı. Gezi, iktidar partisine olduğu kadar, iktidar partisini iktidarda tutan muhalefete de tepkidir; seçim kandırmacasının ve muhalefet kılıflı kopyaların kapadığı kapılarla hapsedildiği karanlık hücreye isyandır. Basınçlı su kendi yolunu açmıştır. Yatağını aramaktadır.

Gezi direnişi döneminde Gül’den Kılıçdaroğlu’na pek çok isim “mesaj alınmıştır” dedi. Ama ne mesaj, CHP tabutuna çivi çakarcasına Ekmeleddin’i çıkardı ve iktidarı bir kez daha Erdoğan’a hediye etti; herhalde, artık görev biliyorlar. Elbette medyanın alkışı eksik olmadı; muhalefetin her intiharını şaşaalı paketlerle servis etmek de onların işidir. En az imam hatipler kadar ve daha acil “sürü imalatı” peşindedirler; tekeller, hukuku da ezip geçse, barajlar da çekse, “odun seçimleri” için “bir kısım sürü” elzemdir.

Badem gözlü sol
Şimdi, halkın seçimlerden kovulduğu ve seçilmek üzere sunulanların birbirinin kopyası olduğu noktada, seçimlerin seçim olmaktan çıktığının apaçık görüldüğü dönemeçteyiz. İşte bu dönemeçte, Türkiye’nin seçimler ve parlamento tarihi, bugüne kadarki en büyük meşruiyet krizine yaklaşırken küresel ve “yerli” tekeller medyası bir kez daha solu hatırlıyor.

Adından da anlaşılabileceği üzerine yazarları arasında George Soros da bulunan Open Democracy sitesi, Türkiye’de “HDP liderliğinde, seküler, demokratik ve sol” bir koalisyona gidilmesi olasılığını heyecanla duyuranların başında geliyor. Cengiz Aktar’dan Cengiz Çandar’a, Melda Onur’dan Aydın Çubukçu’ya, kâh CHP’li, kâh CHP’siz “HDP + sol” formülü yükseltiliyor. Kemal Okuyan ve Alper Taş dışında sağcılar ile sol tartışan Şirin Payzın programında, Numan Kurtulmuş kontenjanından “sol” sayılan bir AKP’li “doçent”, sevimli çocuklara bir büyük tavsiyesi verdiği inancıyla, formülü yineliyor. Payzın ise, gemi azıya alıp işi, kurulmamış koalisyonun amigoluğunu üstlenmeye vardırıyor.

Tekel medyası, CHP ile sol sözcüklerini ne zaman yan yana kullansa, sol’dan yalnızca ve yalnızca sağ’ı kastettiğini anlamak gerekiyor. Ergenekon davasında Yalçın Küçük ile Soner Yalçın’a yönelik suçlamalardan biri, CHP üzerinde planlar yapmak idi; CHP sol’a bir milim kaysa, kıyameti koparacak olanlardır bunlar. Sol liste diye çıkardıkları her liste liberal listesidir; “sol” diye yutturabilmek için, elbette, gidenlerden, içine bir iki sol koyarlar, koymak zorundadırlar. Ayrıntısı bir başka yazıya kalıyor. Ancak kısaca şunu söylemek gerekiyor: “CHP-sol ittifakı dedikleri şeye” tutulan alkışta, CHP’nin sola yakın seçmenini Gezi yolundansa, seçim olmayan seçimlere ve Ekmeleddin CHP’sine bağlama çabasını izlemekteyiz. Ekmeleddin CHP’sinin, onca “amman oyları bölmeyelim”ciliğe rağmen, kendi tabanını tutamadığı aşikardır.

‘Kazan-kazan’
Peki, HDP baraj kavgasına neden girmedi ve barajlı seçimin hiçbir meşruiyetinin kalmadığı kabulünün en yüksek noktaya ulaştığı anda neden seçimlere parti olarak girme kararı aldı? Neden böylelikle hem bu seçim denilen çadır tiyatrosuna dahil oldu hem de “seçim” sonrası meclisi bütünüyle AKP’ye bıraktı? Sorudur ve ucunda kendi pazarlık hesabı olduğu artık çıplak gözle bile görülebiliyor; küresel tekel medyası HDP’nin “oyununu”, “win-win” hesabı olarak açıklıyor. Kazan-kazan; ya, imkansıza yakın ama, meclislikten çıkmış bu meclise girerek “meclis” görüntüsü verecekler ve anayasa pazarlığına başlayacaklar, ya dışında kalıp meclisi hediye ettikleri AKP’den taleplerinin yerine getirilmesini bekleyecekler, getirilmezse “kazan kaldıracaklar” ve Batı medyasının yinelemeyi pek sevdiği gibi, “Batı’nın gözünde de haklı olacaklar”. Peki, Soma önergelerini bile “çözüm” adına geri çeker, Cengiz Çandar ile Nazlı Ilıcak’ın oyunu almayı “başarırken”, kaldıracakları “kazan” ne için olacak? Ocak sonu itibariyle Amerika’nın Sesi’nden, Al Monitor’e “win-win” sloganı dillerde dolaşıyor ve demek, barajıyla, seçimiyle, anayasasıyla Türk halkı kaybederken HDP “kazanıyor”. Kral çıplaktır ve öyle ise üstüne “sol kokulu” pelerin çok ama pek çok elzemdir. Soros siteleri, Çandar, Payzın, AKP’li “doçent”, çağırmaktadır.

Darbe mi arıyorlar, darbe karşımızdadır. Hukuksuz, halksız seçim; hukuksuz, halksız anayasa değişikliği; hukuksuz, halksız başkanlık/sultanlık rejimidir. CHP ve HDP yönetimlerinin, katılmadıkları Gezi’yi sömürme arzusunda anlaşılmayacak bir yan bulunmuyor, arsızlık dönemindeyiz; ancak, “Haziran” ve “sol” adına böyle bir tezgaha girilmesinin, Haziran ve sol açısından ne anlama geleceği yakıcı bir sorudur.

Haziran mı arıyoruz, Haziran’da halk Erdoğan’ın pek sevgilisi Menderes’in diliyle, “odun seçimlerini” tanımadığını göstermiştir. Tekellerin, hukuku da, halkı da yok sayarak sandıkları ve geleceğimizi parsellediği noktada, akacak yer bulamayan basınçlı su, sokakları, Boğaz köprüsünü sandık kılmıştır. Ve bu basınçlı suyun yıkacağı ilk duvar “baraj” ile bu çadır tiyatrosu olmalıdır.