Neyse...

Bir süredir anlatımlarımın, yanıtlamalarımın, açıklamalarımın ardından sıklıkla ‘neyse’ kelimesini kullanır olduğumun ayırdına vardım. Sonra dikkat ettim, çevremdeki birçok kişide de aynı kelimenin kullanımında ciddi bir artış vardı; bir tür ‘olan olmuş artık, konuyu uzatmanın anlamı yok’ tarzı bir kaçış kelimesi ya da ‘söyleyecek çok şey var ama bu koşullarda gereği de yok anlamı da’ tipi bir suskunluk ifadesi. Düşünmeye ve konuşmaya devam etme isteğinin beyinsel olarak sürme sürecine dilin karşı koyması. Üzerine biraz kafa yorunca ‘ne derin anlamlar çıkarılabilirmiş meğer’ dedirten bir kelime. Düşün ve yaşam tarzıma uymayan bir mahcubiyet ve olan biteni / olacakları sineye çekip durumdan kaçma ve gitme ifadesi. Bu hali burada bırakalım önümüze bakalım demeyi bile yok sayan bir durum tespiti.

Aslında hep daha fazlasını söyleme isteğini içinde barındıran ama eyleme dönüş isteğinin giderek törpülendiği bir yılgınlık ve hatta utanç örtbası. Bir içine atma, kendine kapanma halinin söze vurumu. Söylenmesi bazen abes bazen yetersiz bulunan, kimi zaman da acı veren cümleler yerine kullanılan bir kelime.

Neyse’nin kolaycılığının beni de bu denli sarmalayacağı aklıma gelmezdi. Mahcubum, devrimci kimliğimle bu ciddi karamsarlık durumunu yaşamamalıydım. Çaresizliği ve çözümsüzlüğü çağrıştıran bu acıklı kelimeyi bu sıklıkla kullanmamalıydım. Neler yapılması gerektiğini çok iyi bilen ama nasıl yapılacağı konusunda genel söylemler ve sloganlar çevresinde gezinen arkadaşlarımı kaygılandırabilecek bu yazıyı da belki hiç yazmamalıydım.

Sonuçta ve yine de enseyi karartmayalım diyeceğim ama, neyse…

Sevgiyle, dostlukla…

Not : Önümüzdeki yazıda Hidroelektrik Santrallar konusu ile devam edeceğim.