Nereye gidiyoruz?

Siyaset dilinde kavramları tam olarak sözlük anlamlarıyla kullanmak zorunda değiliz kuşkusuz. Ancak yine de Türkiye’de bugün burjuva siyasetindeki olası bir yönelimi anlatmak için “restorasyon” kavramının kullanılmasına itiraz ediyorum. Çünkü bu kavram her durumda geçmişteki bir durumun yeniden ortaya çıkarılması veya nesnenin eski haline döndürülmesini çağrıştırıyor.

Dolayısıyla bugün için bu kavramı kullanırsanız, ya şimdiye kadar savunduğunuz “2. Cumhuriyet tezleri”ni büyük ölçüde çöpe atmanız gerekir, ya da aslında hiçbir şey anlatmayan genel geçer bir kavram kullanmışsınız demektir. Kısaca şöyle ifade edebiliriz:

- 2. Cumhuriyetin göreli olarak oturmuş ve istikrar kazanmış önceki bir haline dönülmesi anlamında kullanıyorsanız, böyle bir dönem hiç olmadı.

- 1. Cumhuriyete dönüş anlamında kullanıyorsanız, bu durumda 2. Cumhuriyet tezlerinde yer alan “kopuş” boyutunu inkar etmeniz gerekmektedir. Sermaye bu anlamda geri dönülmez noktayı çoktan geçmiştir.

- En genel anlamda kapitalist düzenin ve sermaye egemenliğinin restore edilmesi anlamında kullanıyorsanız, bu yanlış olmazdı belki ama, bu da o kadar genel geçer ve aslında her zaman doğru olan bir kullanımdır ki, gerçek anlamda hiçbir şeyi açıklamaz. Türkiye gibi ülkelerde sermaye egemenliğinin kendini bu bağlamda restore etme çabası hiç bitmez.

Doğru olsaydı?

Bu durumda şu soru akla gelebilir: “Restorasyon” tespitini yapmak gerekli olsaydı, bu durum sosyalist hareketin siyaseten “geri” vitese alması ve 90’lar ve hatta 80’lerdeki çizgisine dönmesi için bir gerekçe olabilir miydi?

Muhtemelen olmazdı…

Birebir benzetme yapmak için değil ama, yalnızca fikir vermesi açısından hatırlatabiliriz: Türkiye sosyalist hareketinin doğru bir şekilde “restorasyon” tespiti yaptığı 90’ların ikinci yarısı, tarihindeki en cesur siyasi çıkışlarından bazılarına tanıklık etmişti.

Dolayısıyla “restorasyon” kavramı doğru bir kullanım olsaydı bile, korunmacı bir tutumu haklı çıkarmazdı. Böyle bir tutum almak isteyenler ise her durumda bunu meşrulaştıracak bir yol bulurdu.

Biz ise bugünün Türkiye’sinde her olasılıkta sosyalist hareketin “ileri” diyebileceği bir yol bulmanın mümkün olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle burjuva siyasetindeki olası gelişmeleri daha rahat ve soğukkanlı bir şekilde incelememiz mümkün olmalıdır. Hiçbir tespit veya sonuçta “geri” demeyeceğiz. Ve bu tartışma “ileri” diyenler arasındadır.

Yedeksiz dönemin sonuna doğru

Siyasi hayata gözlerini AKP iktidarıyla açan günümüz gençliği aslında tarihte az rastlanan bir duruma tanıklık etti: Sermaye egemenliğinin ve emperyalistlerin tek bir ata oynadığı ve gerçekçi bir “B Planının” veya “yedek lastiğin” bulunmadığı bir dönem.

Gerçekçi bir iktidar alternatifi olan bir burjuva muhalefet seçeneğinin olmadığı ve dolayısıyla bunu hesaba katmanın gerekli olmadığı bir dönemde devrimci siyaset yapmak birçok açıdan daha “kolay” yönler barındırıyordu. Böyle bir siyasi ortamda uzun yıllar boyunca çok daha sadeleşmiş bir mücadele yürütmek mümkün oldu.

Haziran Direnişi başka pek çok şeyin yanında işte buna da son vermiş ve burjuvaziyi bir anlamda “olağan” yönelimine geri dönmeye, gerçek iktidar alternatifi olan “yedekler” yaratmaya ağırlık vermeye zorlamıştır. Bunun nedeni kuşkusuz ki halkın AKP’yi devirme ihtimalinin gerçekten belirmesidir ve sermaye egemenliğinin elinde buna karşı Mısır’daki gibi askeri darbe dışında seçeneğinin bulunmamasıdır. Burjuvazi bir daha hazırlıksız yakalanmak istememektedir.

Dolayısıyla bu yönelimle birlikte devrimci siyasetin, geride bıraktığımız ve tarihte az rastlanan dönemdeki sadeliğin verdiği olanakları yitirmeye başlayacağı ve bu anlamda yeni görevlere hazırlık yapılması gerektiğini söyleyebiliriz.

Çıkarılmaması gereken sonuçlar

Devam etmeden önce buradan çıkarılmaması gereken bazı sonuçlara dikkat çekelim:

Birincisi, gerçek bir iktidar alternatifini/yedeğini yaratma sürecinin henüz tamamlanmadığını söyleyebiliriz.

İkincisi, alternatifin oluşturulmasına dair emperyalistlerin ve Türkiye burjuvazisinin çeşitli öngörüleri ve çabaları olmakla birlikte bu sürecin her şeye muktedir ve yekpare bir “üst akıl” tarafından belirlendiği yaklaşımı doğru değildir. Süreç çok taraflı ve dar ekonomik çıkarların da son derece etkili olduğu, öngörülmesi kolay olmayan bir şekilde ilerlemektedir.

Üçüncüsü, alternatif yaratma çabası, AKP’nin veya Erdoğan’ın kesin olarak düşürülmesine birileri karar verdi anlamına gelmiyor. Bu konuda sonuçlara varmak için özellikle ekonomik gelişmeleri de hesaba katan kapsamlı incelemeler yapmak gerekmektedir.

Kısacası, göstermelik olmayan, gerçek bir iktidar alternatifini inşa sürecinin başladığını söylemiş olmamız, mevcut iktidarın gözden çıkarıldığı anlamına gelmiyor. Bu tablo AKP’yi indirme sürecinin değil, burjuva siyasetinde bir yeniden yapılanmanın veya bir yeniden şekillendirmenin başladığını göstermektedir. Bu nedenle süreci anlatmak için bir kavram kullanılması gerekiyorsa önerim “reform” veya “reform süreci” kavramının kullanılmasıdır.

Yeni siyasi harita ve üç ana hat

Bu durumda önümüzdeki dönemin siyasi haritasını en kaba hatlarıyla şu şekilde tarif edebiliriz: 1-) Karşı-devrimci iktidar 2-) reform yanlısı muhalefet ve 3-) bizim açmaya çalıştığımız devrimci hat.

Bu üç kategorinin sabit olmadığı, doğrudan doğruya partilere tekabül etmediği ve sınır hatlarında sürekli bir mücadele ve gerilim olduğunu eklememiz gerekiyor. Ayrıca bu üç çizgiden yalnızca birincisinin aslında siyasi olarak tam haliyle mevcut olduğunu, ikincisi ve üçüncüsünün ise inşa sürecinde olduğunu da vurgulamamız gerekiyor.

Bu durumda bu yeni siyasi haritaya dair şu tespitleri yapabiliriz:

1-) Birinci kategorinin, karşı-devrim cephesinin ana temsilcisi kuşkusuz AKP’dir. Ancak reformist muhalefet AKP içindeki bazı unsurları reform cephesine çekmeye çalışmaktadır. Bilindiği gibi Gül, Arınç, Babacan vb. unsurlar karşı-devrim cephesiyle reform cephesi arasındaki gerilimlere maruz kalmaktadır.

2-) Devletin güvenlik kurumları esas olarak birinci kategoride yer almakla birlikte, burjuvazinin ve emperyalistlerin yedek alternatif inşası çabaları kapsamında, bir yandan reformist çizgiye de destek oldukları anlaşılmaktadır. Güvenlik kurumlarının, özellikle yeni bir halk ayaklanması durumunda darbe yapma külfetinden kurtaracak olması açısından reform hattının örülmesini önemsediği anlaşılmaktadır.

3-) MHP de esas olarak karşı-devrim cephesinde yer almaktadır, ancak güvenlik kurumlarının adımları doğrultusunda bir yandan reform çizgisinin inşasına da katkı koyduğu anlaşılmaktadır. 

4-) Reform cephesinin ve yeniden yapılanma sürecinin ana temsilcisi kuşkusuz CHP’dir. Önümüzdeki süreçte karşı-devrimci çizgi ile reform çizgisi arasında gerçek siyasi gerilimlerin yükseleceğini öngörmek mümkün. Bu siyasi çatışmaların biçiminin geçmişte olduğu gibi olağan siyasi süreçlerin dışında hukuki ve fiziksel şiddete dayalı çatışmalara da bürünebileceği açıktır.

Burada karşı-devrimci çizginin çöküş yaşaması durumunda CHP’nin ileride AKP’dan çekilerek taraf değiştirebilecek unsurlarla veya başka partilerle gerçekten iktidar haline gelebilecek şekilde yapılandırılmaya çalışıldığına dair çokça işaret birikmiştir.

5-) HDP esas olarak reform cephesinde yer almaktadır. Bununla birlikte inşa etmeye çalıştığımız devrimci hat ile geniş bir temas yüzeyine sahiptir ve bu temas yüzeyi üzerinde yine önemli gerilimler yaşanmaktadır. Reform çizgisi devrimci hattı inşa etmeye çalışanları kendi içine doğru çekmeye çalışmakta, devrimci hat ise şimdilik buna direnmeye çalışmaktadır.

Sermaye egemenliği meşru siyasetin sınırlarını tam reformist çizginin bittiği yerde çekmeye çalışacaktır. Bu nedenle reform çizgisi, siyaset zemininde yer alması için devrimci hatta kendisine katılması yönünde süreklileşmiş bir şekilde çağrı yapacaktır ve içine doğru çekme çabasının temel dinamiği ve gerekçesi bu olacaktır.

6-) Devrimci hattı ise üç temel görev beklemektedir: i) Bir yandan karşı-devrimci çizgiye karşı toplumsal ve siyasal mücadelenin yükseltilmesi; ii) diğer yandan bu doğrultudaki toplumsal tepkinin düzenin yeniden yapılandırılmasına, yani reform çizgisine değil, düzenin yıkılmasına yönlendirilmesi ve iii) son olarak, bu tepkinin siyasal alanın dışına, apolitik bir zemine düşmesine izin verilmemesi. Bu üç görevin eş zamanlı olarak yapılması son derece zordur ve önerilen hiçbir kolay yol bu üçünün birden gerçekleşmesini sağlamayacaktır.

Sol nereye gidiyor?

Türkiye’de siyasi alanın genelinin haritalandırılması esasen solun önümüzdeki dönemde tasnifine dair önemli sonuçlara varmamızı sağlamaktadır.

Öncelikle solun tasnifinde nelere ihtiyaç duyulduğuna dair bazı köşe taşlarını yerin oturtmak yararlı olacaktır:

1-) Solu istediğiniz gibi ve hatta keyfi bir biçimde farklı şekillerde tasnif edebilirsiniz ve bunların her biri doğru olabilir. Ancak aradığımız tasnif, mücadelenin güncel ihtiyaçlarına uygun olan tasniftir.

2-) Bu nedenle geçmişte yapılan ve artık ihtiyaçlara karşılık düşmeyen tasnifler artık “yanlış” değildir. Bu kategoriler halen geçerli olabilir ve fakat solun bugün ihtiyaç duyduğu çıkış için yol gösterici olmayabilir. Bu anlamda tasnifi bu eksenlerde yapmayı tercih etmeseniz de örneğin geleneksel sol, yeni sol, devrimci demokrasi, ulusalcı sol ve liberal sol gibi kategoriler halen varlığını sürdürmektedir ve çok uzun yıllar boyunca da var olmaya devam edecektir.

3-) Yine ilk madde nedeniyle tasnif betimleyici olmak ve solun tamamını kapsamak zorunda değildir. Kapsam dışı kalan unsurlar olabilir.

Bu durumda tasnifi yapabilmek için bugünün ihtiyaçlarının ne olduğuna dair temel noktaları da şöyle ifade edebiliriz:

a-) Bugün solun tasnif edilmesi mutlaka siyasal ve toplumsal bir zeminde yapılmalıdır.

b-) Bundan çıkan birinci sonuç, siyaset dışı apolitik solculuğun tasnif dışı, kapsam dışı bırakılması gerektiğidir.

c-) İkinci sonuç, bunun toplumsal bir karşılığının olması, sol içine dönük değil, topluma dönük olması, yani “sokaktaki insan”a söylendiğinde bir şey ifade etmesidir.

d-) Bu iki nedenle örneğin “statükocular-devrimciler” gibi bir tasnif bugünün ihtiyaçlarını karşılamamaktadır. Çünkü birincisi bu tasnif sol içi parametreleri veri almakta, toplum için bir şey ifade etmemekte ve “sokaktaki insan”a söylendiğinde bunun herhangi bir karşılığı olmamaktadır. İkincisi, statükoculuk bugün apolitik bir tutuma sahiptir ve dolayısıyla siyasi bir tasnifte yer almamalıdır. Üçüncüsü ise statükoculuğun karşıtı yenilikçiliktir ve yenilikçiliğin her durumda devrimci olmadığını biliyoruz.

e-) Tasnif hem bir nesnelliğe dayanmalı, hem de sosyalist harekete öznel bir mücadele kanalı tarif etmelidir.

f-) Bütün bu nedenlerden ötürü tasnifimiz, ilk bölümde belirttiğimiz siyasi haritanın sol içine yönelik izdüşümünün oluşturduğu eksenler üzerinden tarif edilmelidir. Bu durumda bugünün ihtiyaçlarına denk düşen tasnif olarak aşağıdaki üçlü tasnifi önermek istiyorum:

- Solun dışına ve hatta sol düşmanlığına işaret eden karşı-devrimci çizgi (örneğin Vatan Partisi); ki solun önemli görevlerinden biri bu çizgiyi derhal ve kesin olarak solun dışına atmak ve mahkum etmektir;

- Düzenin yeniden yapılanmasına destek olmayı savunan reformist sol (CHP ve HDP’yi destekleyen sol öbekler);

- Devrimci hat (inşa edilmeyi bekleyen ve Birleşik Haziran Hareketinde somutlanma ihtimali bulunan çizgi).

Yukarıda belirttiğim nedenlerden ötürü apolitik solculuğa bu tasnifte yer vermeye gerek yoktur. Reformist ise sol kendi içinde CHP ve HDP’yi destekleyen çizgiler olarak iki alt gruba ayrılmaktadır.

Bizim asıl odaklanmamız gereken ise devrimci hattın bu siyasi haritada nasıl bir yol izleyeceği, yukarıda saydığım üç ana görevi yerine getirerek bir siyasi çıkış yapmak için nasıl güçleneceği olmalıdır.