'Nataşa'lardan Nadiralara: Kapitalizm ve erkek barbarlığı

Özbek ev emekçisi Nadira’nın AKP milletvekili Şirin Ünsal’ın evindeki şüpheli ölümü ne çok şey anlatıyor aslında. Bunlardan biri de sosyalist toplumun çözülüşüyle ilgili. Akla gelmemesi mümkün değil.

Eğer yıkılmasaydı Sosyalist Özbekistan’da Nadira’lar göç etmeyecekti, belki bilim kadını ya da sporcu yahut ne bileyim belki de sanatçı olacaklardı. Belki hayat yetmeyecekti, başka eşitsizlikler, zorunluluklar, kısıtlamalar olacaktı Nadira’lar için ama sosyalizmde Nadira’lar, başka bir diyarda kendilerini sultan zanneden yeni-Osmanlıcı üst sınıf Türk erkeklerinin “cariye edinme” düşlerini süslemeyecekti.  

Nadira’lar “Nataşa” olarak damgalanmayacaktı. Nataşa’lar fuhuşla anılmayacaktı…

***

Tarihin ölçeğinden çok değil, Nadira’lar üç beş kuşak önce şeriat yasalarını lağvedip sosyalizmi kurmuşlardı. Kız çocukları evlendirilmesin diye, gözleri bile kapatan kara çarşafa tıkılmasın diye, başlık parası, dini nikah, çok karılılık yasaklansın diye; okuma ve çalışma hakkı için, erkeklerin yanında korkusuzca konuşabilmek, onlarla aynı ortamda bulunabilmek, onlarla eşit olabilmek için…

Şeriata karşı, kadınları sosyalizme örgütlemek için neler yapılmadı ki… Komünist kadınlar, yalnızca kadınların alışveriş yapabildiği “kadın bakkalları” açtılar. Köylerde, kadınlar arasında ajitasyon için çarşafla dolaştılar. Erkeklere yasak toplantılar düzenlediler. Bu uğurda komünist kadınlar hayatlarını feda ettiler. Tecavüze uğradılar, mollalar tarafından dövüldüler, öldürüldüler.(1)

Çünkü kadınlar için sosyalizm demek etinde, yüzünde, vücudunda güneşi hissetmek demekti. “Hücum hareketi” ile binlerce kadın, çarşaflarını ateşe verdi.

Çünkü sosyalizm, köylü kadınlara isterlerse uçabileceklerini öğretti. Ülkelerinin en ücra köşelerinde “paraşütçülük kursuna” yazılan genç Özbek kadınlar için sosyalizm, çarşafı atmak ve göğe süzülmek demekti.

Kadınlar okudular, meslek edindiler, örgütlendiler, traktör kullanmayı da tarım tekniklerini de sanatçılığı ya da avukatlığı da sosyalizmle öğrendiler.

***

Tekrar Nadira’ların hikayesine dönelim. Bu cinayetin ardında sosyalizmin çözülüşü var.

Sosyalizmin çözülüşü ve kapitalizme geçiş her boyutuyla bir tarih laboratuvarı gibidir. Zira geçmişte uzun yıllara hatta yüzyıllara yayılan kapitalist dönüşüm, gözümüzün önünde 10-15 yılda tamamlanmıştır. 

Bu kahredici dönüşümün, üzerinde pek de durulmayan bir boyutu da Nadira’ların hikayesinde olduğu gibi “yeni erkek egemenliğidir”.  İşin aslı sosyalizmin neyi başarıp neyi başaramadığı tartışması bir de kapitalizmin yıktıklarıyla birlikte düşünülmek durumundadır.

Kapitalizme geçiş, en başta kadınların istihdam haklarını ve edindikleri nitelikleri ortadan kaldırmıştır. Kapitalizm, kadınların önce diplomalarını yakmak anlamına gelmiştir. Bir saha araştırmasında şu şekildedir:

“(eski sosyalist ülkelerden göçen) Ev işçiliği sektöründe çalışan kırk sekiz kadının on altısı meslek okulundan mezun, on yedisi üniversite mezunu ve biri de üniversite eğitimini yarıda bırakmıştır. Üniversite mezunu kadınların birisi spor bilimleri, beşi ekonomi, birisi gazetecilik okumuştur. Kadınların dördü mühendislik fakültesinden (makine, ziraat, hidroloji ve elektrik mühendisliği bölümleri) mezun olmuştur. Üç kadın yabancı diller ve edebiyat fakültesinden (Gürcü, Özbek ve Rus dili ve edebiyatı bölümleri) mezun olmuştur. Üniversite mezunu diğer üç kadın ise matematik, hukuk ve pedagoji üzerine eğitim almışlardır. Meslek okulu çıkışlı kadınların ise birisi anaokulu öğretmenliği, onu hemşirelik, birisi kuaförlük, ikisi medikal, birisi muhasebe, birisi tele-komünikasyon üzerine eğitim almıştır”(2)

Dünyada kadın göçünün en belirgin olduğu ülkeler, eski sosyalist ülkelerdir. Kadınlar, hukuk diplomalarının, eczacı ya da öğretmen olmalarının, birkaç dil bilmelerinin yeni kapitalist düzende hiçbir işe yaramadığını gördükçe göç dalgasına eklenmiştir.

Bu göç hareketinde “yeni erkek egemenliğini” işaret eden özel noktalar da vardır.(3)

Post-sosyalist toplumlardaki yeni “erkek dünyası”, geçmişte sosyalizmle kazanılan “kadının istihdam olma hakkını”, yeni koşullarda “kadının tüm geçimi sağlama zorunluluğu” olarak görmeye heveslenmiştir.

Daha açık ifade edelim.

“Ankara’da yaşlı/hasta kadın bakımında çalışan Gürcü kadın: ‘Benim ülkemde erkekler pek çalışmadığı için kadınların gönderdiği bu paralarla geçiniliyor’ diyerek eski Sovyet Bloku ülkelerinden göçmen kadınların memleketlerine gönderdiği işçi dövizlerinin merkezi önemini açığa çıkarmaktadır”(4)

Kapitalizme geçiş, kadınları ev geçindirmek üzere başka ülkelere göçe zorlarken, göç etmeyenleri içeride daha fazla erkek egemen kamusal yaşamla baş etmeye zorlamıştır. Kadın haklarının, kozmopolit ve ülkeye tehdit olarak algılandığı post-sosyalist dönem sağcılığı tam da bu “yeni erkek dünyasını” zemin almakta, onu beslemektedir.

***

Velhasıl ya sosyalizm ya barbarlık…

Ya kadınlar için devrim ya kapitalist erkek barbarlığı.

Ya paraşütlere binip göğe süzüleceğimiz, güneşi etimizde, yüzümüzde hissedeceğimiz bir sosyalizm ya da mollaların, kapitalist ağababaların, soysuz erkekliklerin kadınlar için cariyelik düzeni...

***

Kaynaklar

1-Bkz, Gül Özgür, Rusya’da 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu "TAVUK KUŞTUR, KADIN İNSANDIR" Cilt: 2, Dönüşüm Yayınları(1993)

2- Türkiye’de Ev Hizmetlerinde Çalışan Göçmen Kadınların Toplumsal Ve İktisadi Varoluş Stratejileri Üzerine Sosyolojik Bir Analiz, Ayşe Emel Akalın, Doktora Tezi, 2014, s.111

3- Sassen “hayatta kalmanın kadınsılaşması” kavramını hane halklarının ve toplulukların hayatta kalmak için artan biçimde kadına bağımlı hale geldiğine atfen kullanmaktadır ve kadınların uluslararası göçünün hayatta kalmanın kadınsılaşmasının göstergesi olarak düşünülebileceğini vurgulamaktadır. Bu kavramı, post-sosyalist toplumlar için de düşünebiliriz.

Bkz, Sassen. (2002). Women’s Burden: Counter-Geographies of Globalization and the Feminization of Survival. Nordic Journal of International Law, 71(2); 255–274. 

4-Age,s.116