Mutsuz evlilikten yeni flörtlere: Yollar, kavşaklar, okumalar

 

Geçen haftaki yazımızda toplumsal cinsiyet okumalarına ilişkin “başlangıç niyetine” önerilerimizi sıralamıştık.Hatırlanacak olursa Marksizm okumalarıyla başlayıp, birinci dalga feminizmin klasik kaynaklarına uzanan, oradan sosyalist kadın kurtuluşçuluğuna, anarşizme ve hak temelli hareketlere uzanan bir hattı takip etmiştik.

Bu temel hattın, Doğu’da reel sosyalizm deneyimleri ve Batı’da ’68’in yeni sol merkezli dünyasıyla ilişkilendirilmesi okumalar için yol ve kavşakları belirleyecektir.

Reel sosyalizm deneyimlerinin kadını ne kadar eşit ve özgür kıldığı sorunu etrafındaki farklı yanıtlar için Nina Popova’nın Sosyalizm Diyarında Kadın’ı, Gül Özgür’ün Sosyalist Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu (iki cilt); Monica Gartner Engel ve Stefan Engel’in Kadının Kurtuluşu İçin Yeni Perspektifler’i ve Maria Mies’ın Ataerki ve Birikim’i (Altıncı bölüm) okunabilir.

1960’lı yıllarda reel sosyalizm eleştirisini temel alan Avrupa Yeni Solu, düşünsel filizlerini feminizmin çeşitli ekollerinde de hissettirmiştir. Bu politik evrende bir yandan gelişmiş kapitalist ülkelerde “eşit haklara” çoktan kavuşmuş kadınların eşitsizlikten, baskıdan kurtulamamaları diğer yanda reel sosyalizmin başarısızlıkları gündemdedir. “Eşitlik bizi kurtarır mı?” sorusu hem eşitliğin yeniden sorunsallaştırılmasını hem de eşitliğin ötesinde farklılık ve kimlik nosyonlarını davet etmiştir. Klasik kaynaklarda temel bir motif olarak var olan “eşitlik sorunu”, bu dönemle artık kendini “farklılık” ve “özgürleşme” olarak kodlamaktadır.

Dönemin politik kamplaşmalarının sıcaklığında belki de yeterince değerlendirilemeyen pek çok ekol, yol, akım “ikinci dalga feminizmin” içinde ortaya çıkmıştır;radikal feminizm, sosyalist feminizm, eko-feminizm, “öteki” kimlikleriyle feminizmler, siyahi, lezbiyen feminizm gibi.

Tüm bu literatürü başarılı biçimde gözden geçiren kaynaklardan biri Josephine Donovan’ın Feminist Teori kitabıdır.

Bu dönemin okumaları içinde Shulamith Firestone’un Cinselliğin Diyalektiği, Kate Millet’in Cinsel Politika’sı, Bell Hooks’un Feminizm Herkes İçindir’i, Susan Brownmiller’ın İrademize Karşı’sı, Angela Davis’in Kadınlar, Irk ve Sınıf’ı temel kitaplardandır.

Marksizm ve Feminizm ilişkisini odağa alarak yeniden yorumlayan kitaplarda ciddi bir artış olduğunu söyleyebiliriz bu dönem için. Heidi Hartmann’ın Marksizm ve Feminizmin Mutsuz Evliliği makalesi, Lise Vogel’in Marksist Teoride Kadın’ı ve Jonanna Brenner’in Sınıf Siyaseti ve Kadın kitabıayrı yaklaşımlar için temel kaynaklardır.

Marksizmle Feminizm arasında özellikle “ev içi emek” ve partiarka kavramını merkeze alarak yeni bir bağ kurmayı deneyen ciddi bir literatür de yine aynı dönem oluşmuştur. Bu bağlamda daha çok “maddeci feminizm” olarak tasnif edilen görüşler için Dalla Costa, Eli Zaretsky, Michele Barret ve Christine Delphy’nin makale ve kitaplarına başvurulabilir. Özellikle ev içi emek kavramıyla bağlantılı bu tartışma için Türkçe kaynak olarak Gülnur Acar-Savran ve Nesrin Tura Demiryontan’ın derlediği Kadının Görünmeyen Emeği kitabı önemli bir katkıdır.

İkinci dalga feminizm içinde beş benzemez pek çok yol bulunsa da Aydınlanmanın eleştirisi özellikle kimi yorumlarda belirleyicidir. Bu yaklaşımı kabaca ifade etmek gerekirse,  “ilerleme” olarak üretici güçlerin gelişimi(bu kavram çoğunlukla üretim araçlarına, teknolojiye indirgenmiştir); toprağın ve kadının sömürgeleştirilmesini zorunlu kılmıştır. Böylelikle karşılığı ödenmeyen emek olarak ev-içi emek, mutfaktan bahçeye, geçimlik üretimin yapıldığı alanlara doğru ölçek genişletmektedir. Ekofeminizmden günümüzün “müşterekler” yaklaşımına uzanan temeller buradan yorumlanabilir. Maria Mies’ın Son Sömürge Kadınlar’ı, Ataerki ve Brikim’i,  Vandana Shiva ile birlikte Ekofeminizm’i ve Silvia Federici’nin Sıfır Noktasında Devrim’i okuma listesine alınabilir. Bu çizgiye dönük eleştirel bir yaklaşım için Shahrzad Mojab’ın derlediği Marksizm ve Feminizm de aynı listeye eklenebilir.

Buradan bambaşka bir bağlama, ikinci dalga feminizmle de bağını koparan postfeminist yaklaşımlara ve queer teoriye uzanırsak orijinal kaynaklar olarak Judith Butler’in Cinsiyet Belası ve Bela Bedenler kitapları söylenebilir. Okuması oldukça zahmetli, anlaşılması oldukça güç ve diğer yandan epey sürprizli kitaplardır. Bu bağlamı iki Türkiyeli yazar üzerinden takip etmek kolaylaştırıcı olacaktır. Biri, tabiri caiz ise Butler ve queer kuramı Türkiyeli okura tercüme eden Alev Özkazanç’ın Feminizm ve Queer Kuram kitabıdır. Bir diğeri, eleştirel yaklaşımıyla muazzam bir yöntem okuması da sergileyen Gülnur Acar-Savran’ın Beden, Emek, Tarih kitabıdır.

Ayrıca cinsellik ve queer tartışmalarına dair iyi bir literatür taraması olarak Stevi Jackson ve SueScott’un Cinselliği Kuramlaştırmak kitabı da başvuru kaynağı niteliğindedir.

Postfeminizmin ya da kimi zaman üçüncü dalga olarak adlandırılan feminizmin, Barbara Findlen (Listen Up) ya da Rebeca Walker’ın (To Be Real) klasik metinlerinde bir tür “Do it Yoursef” (DIY) aklı (modern tüketim kalıplarına alternatif yaratmayı hedefleyen 80’ler akımına bir gönderme)ve “powergirl” tasarımı hakim durumdadır. J. Donovan’ın belirttiği gibi aslında açık biçimde, DIY feminizmi, “siyasal olarak geri çekilmecidir siyasal olan tamamen kişisel hale gelmiştir”.

Marksizm dedik, feminizmlerden bahsettik…İşte yollardan, kavşaklardan, çekme ve itmelerden sonra varılan yerlerden biri günümüzün antikapitalist manifestoları, biz %99’uz diyen çağrılarıdır. Bu aynı zamanda 90’lı yıllar boyunca köpürtülen liberal feminizmin iflası anlamındadır. Odağın çokluk, kimlikler ve dil olduğu bir söylem evreni hızla katılaşmış, yerini daha çok maddi süreçlere, emek ve beden politikalarına, kriz, geçim derdi ve “müştereklere” bırakmıştır.Bugünün okuması da “geçmişte kalanın” yeniden okuması da bu zeminle ilişkilenmek durumundadır.