Mustafa Kemal Atatürk’ün değerlendirilmesi Türkiye’de hep ciddi bir tartışma konusu olmuştur. Enteresan bir tartışmadır, asla açıktan yapılmaz, ama diğer yandan gizli de değildir; yani bir tür alacakaranlık tartışmasıdır yapılan. Deyim yerindeyse ortada sadece hamaset ve küfür vardır. Tartışma böyleyken, saflarsa çok belirgindir, orada alacakaranlık yoktur; bir yanda yaptığı, yazdığı her şeyi hiçbir eleştiri süzgecinden geçirmeden bütünüyle savunanlar, yani milliyetçiler (ulusalcı sözcüğünün dilbilgisi yönünden hatalı olduğunu düşünüyorum); diğer yanda her şeyine karşı çıkan, ismine bile tahammül edemeyenler, yani dinci gericiler, liberaller. Aslına bakılırsa, bir eylem ve düşün insanının başına gelebilecek en kötü şey budur; nesnel değerlendirmelerin dışında kalmak.
Demek istediğim; “şunu yapsaydı daha iyi olurdu, bunu yapmaması gerekirdi” biçimindeki yaklaşımların insanın eleştirdiği kişiyi değil de, sadece kendisini tarih içinde bir yere oturtma çabası olduğudur. Üstelik tarihe böyle bakmak, korkunç bir yöntem hatasıdır aynı zamanda. Aslında Mustafa Kemal’in toplumsal tarihteki yeri ve rolü bellidir. Mustafa Kemal, kapitalizmin emperyalist özelliklerinin belirginleştiği bir dönemde, yarı-sömürge bir ülkede gecikmiş bir kapitalistleşme girişiminin lideridir. Burada iyi veya kötü, doğru ya da yanlış nitelendirmelerini bir yana bırakıp, bu nesnelliğin kabulü gerekir.
Yarı-feodal üretim ilişkilerinden kapitalist biçime geçme, ne olursa olsun, tarihin tekerleğini ileri çevirme girişimidir ve elbette ilericidir. Diğer yandan, bu sadece altyapıda bir değişimi değil, aynı zamanda üstyapı kurumlarında da köklü bir değişimi gerektirir, yani geç de olsa aydınlanma olmaksızın, üretim biçiminin değişimi olanaksızdır. Burada, değil aydınlanmanın lideri, buna katkı veren herkes ilericidir. Sizce, Robespierre’e gerici diyen aklı başında bir Fransız; Bolivar’ı gerici bulan bir Latin Amerikalı olabilir mi? Diyeceksiniz ki, Robespierre’in iktidara taşıdığı burjuvazi daha sonra Cezayir’i işgal etti, Afrika’da katliam yapmadı mı? Doğru ama bu, Robespierre’in tarihteki yerini değiştirmez, tıpkı Mustafa Kemal’de olduğu gibi.
Diğer yandan, bu söylediklerim Kemalist olmayı da gerektirmiyor. A. Afetinan’ın hazırladığı, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları isimli kitapta yanıtı veriliyor: “…bizim devletçilik prensibimiz özel ve bireysel ekonomik faaliyete meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayalı kolektivizm, komünizm gibi bir sistem değildir”. Aslında, doğru yolun sosyalizm olduğu da söylenmek zorunda kalınır: “…sosyal güvencelere ancak devlet sosyalistliğine yaklaşarak varılabilir”. Demek istediğim, bir sosyalistin aynı zamanda Kemalist olması da olanak dışıdır.
Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları. A. Afetinan, 4. Baskı, 2018 Etiket fiyatı 40 TL.
Bildiğim kadarıyla Mustafa Kemal’in yazdığı veya ciddi katkıda bulunduğu üç ders kitabı bulunuyor: geometri, tarih ve medeni bilgiler. Bence bunların içinde Medeni Bilgiler’in özel bir önemi var çünkü yeni bir toplum yaratma çabasını yansıtır, feodal ilişkilere son verme kararlığını gösterir. Burada farklı olan, bir liderin her ayrıntıyı kendisinin hazırlaması; normalde liderin görevlendirdiği kişiler bu işi yapar. Ve sadece bu kitabın hazırlanması bile tarihe geçmek için yeterlidir. Öyle ya, kapitalizme geçişin toplumsal yapıdaki değişiminin inşa planı sunulan bir metin hazırlanıyor aslında. Hem lider olmak, hem de bu kitabı yazabilmek için sıkı bir entelektüel olmak gerekiyor.
Cezmi ve Zekiye Eraslan’ın yazdığı Atatürk ve Kitap bu noktada önemli belgeler sunuyor. Okuduğu toplam kitap sayısı ne kadar, bir fikriniz var mı? Sıkı durun, 3997! Ben bu sayıyı aşabilen çok az insan biliyorum, üstelik bu tanıdıklarımın yaşamı Mustafa Kemal’in yanında resmen “sedanter” olarak nitelendirilebilir. Afetinan, “Bir entelektüel hayatı hep olmuştur. Zevk için okumuş, bilgi edinmek için okumuş ve nihayet siyasi nutuklarına ve yazılarına kaynak olması için okumuştur”. Farkındaysanız, tam bir bibliyofili tanımlamaktadır bu sözler. Zaten yemekte veya gezilerinde yanında kütüphanecisini bulunduran kaç kişi vardır acaba? Çanakkale savaşına giderken bile bir sandık içerisinde kitaplarını götürmüştür. Bu savaşla ilgili röportaj yapan Ruşen Eşref Ünaydın, Mustafa Kemal ile Mülâkat kitabında, odasına girdiğinde ilk dikkatini çeken şeyin dünya edebiyatı kitapları olduğunu yazar,. Şunu söylemeden geçemeyeceğim, Çanakkale savaşının ayrıntılarının anlatıldığı bu kitapta konuyla ilgili her türden bilgi var ama savaşın esas kahramanı olan, “savaşçı meleklere” rastlayamadım.
Atatürk ve Kitap. Cezmi ve Zekiye Eraslan 2012, Etiket fiyatı 12 TL. | Mustafa Kemal ile Mülâkat. Ruşen Eşraf Ünaydın. Cumhuriyet Kitap,1999. Başka yayınevleri de bastı. Piyasada İstek yayınlarından baskısı var, etiket fiyatı 10 TL.
Aslına bakarsanız meleklerin Mustafa Kemal’e yardım etmesi pek beklenen bir durum değildir. Medeni Bilgiler’e dönecek olursak, “Din birliğinin de bir milletin oluşumunda etken olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun tersini görmekteyiz….İslam, Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli duygularını, milli heyecanını uyuşturdu” diyen birisine meleklerin yardım etmeyeceğini söylemek yanlış olmaz. Zaten laikliği sadece din ile devlet işlerinin ayrılması olarak değil, aynı zamanda din ve dünya işlerinin ayrılması olarak tanımlanması da bu kitapta yer alır ve mesaj da verilmiş olur.
Tekrar başa dönecek olursak, kapitalist üretim biçimiyle geç tanışan (kapitalizmle değil); aydınlanma hamlesinde geç kalan toplumlarda yurt dışı eğitim diye bir kavram, bir gereksinim vardır. Ayşen İçke, doktora tezinden kitaplaştırdığı Atatürk Dönemi Yurt Dışı Eğitimi (1923- 1938) isimli yapıtında bu konuyu ele alıyor. 1924 yılında hazırlanan “Maarif Vekâleti Hesabına Memâlik’i Ecnebiyyeye Gönderilecek Talebeye it Ta’lîmâtnâme” ile yüzlerce öğrenci yurtdışına lisans ve lisansüstü eğitim için gönderilmiş ve bunlar (çoğu mühendis) döndüklerinde üretim biçiminin değişimi sürecine katkıda bulunmuştur. Ama elbette aydınlanma da ihmal edilmemiş, gidenlerin yüzde altısı sanat, yüzde on üçü temel fen bilimleri eğitimi almıştır. Bunlar elbette şaşırtıcı değildir çünkü henüz savaşın en kızgın döneminde, 15-21 Temmuz 1921 tarihlerinde, yani savaş Eskişehir yakınlarında sürerken, Ankara’da 1. Maarif Şurasını toplayan bir anlayışın eğitimi önemseme düzeyi bellidir zaten.
Atatürk Dönemi Yurt Dışı Eğitimi (1923-1938). Ayşen İçke, 2018. Etiket fiyatı 30 TL.
Söylemiştim, bu kitap bir doktora tezinden kaynaklanıyor. Bu nedenle bir miktar “mekaniklik” olmasını bekliyordum. Doğaldır ve çok yararlı olabilecek sayısal bilgiler var kitapta. Ama hani denir ya, “yaşam sadece sayısal veriler değildir, işin bir de öyküsü vardır”, işte tam da bu nedenle Firdevs Gümüşoğlu’nun yıllar önce okuduğum bir kitabını, Cumhuriyet’te İz Bırakanlar 10. Yıl Kuşağı kitabını, tekrar okudum. Gerçekten de tamamlayıcı oldu çünkü anlatılan yirmi küsur kişinin yaklaşık yarısı yurt dışına yollanan öğrencilerdi. Dediğim gibi, İçke’nin verileri bu kitapla ete kemiğe bürünmüş oldu. Bu öğrencilerin neredeyse tümünün yurt dışında kendilerine sunulan olanakları reddedip Türkiye’ye dönmesini, günümüzdeki kaçış isteğiyle birlikte düşününce o yıllarda tüm olanaksızlıklara karşın ülkede yaratılan coşkuyu anlayabildim. Kitapta Prof. Dr. Bedia Akarsu, Mustafa Kemal’in mucize sözcüğünü sevmediğini aktarıyor. Örneğin; Kurtuluş Savaşının kazanılmasına mucize denmesi gibi. Ona göre mucize deyince akıl dışı bir şey kabul ediliyor, “Allah bunu bize bahşetti, Allah kurtardı” gibi. Şimdi anladınız mı neden meleklerin yardım etmeyeceğini?
Cumhuriyet’te İz Bırakanlar 10. Yıl Kuşağı. Firdevs Gümüşoğlu, Kaynak Yay., 2001. Baskısı yok, sahaflarda 25 TL.
Evet, Mustafa Kemal bir sosyalist değildi, amacı altyapı ve üstyapı kurumlarıyla beraber feodal düzeni yıkıp, yerine kapitalizmi yerleştirmekti. İster o saatten sonra bağımsız bir kapitalizmin inşası olanaksızdı deyin, ister 1929 dünya ekonomik bunalımı ve ikinci dünya savaşıyla sonuçlanan 1938 Avrupa bunalımı olmasaydı farklı olurdu deyin, sonuçta kapitalizm dışa bağımlı olarak gelişmiş, aydınlanma yarım kalmıştır. Ama ne olursa olsun, bunlar Mustafa Kemal’in bu topraklarda yetişen en büyük devrimci olduğu gerçeğini değiştirmez. En azından çok sıkı bir denemeydi.
Neyse, ben derim ki, sadece Mustafa Kemal bahsinde değil, her konuda en iyi ölçüt, milliyetçiler, dinciler ve liberallerin eleştirisine hedef olmaktır. Ancak bunlardan biri eksik kalırsa, terazi diğer tarafa kayıyor demektir ki, bu durum kendinizi gözden geçirmeniz gerektiği anlamına gelir.