Musibetler ve nasihatler...

Hani derler ya bir musibet bin nasihatten yeğdir, bizim de başımıza biraz böyle bişey geldi. Ama hani teşbihde hata olmaz ya bu musibet öyle bildiğimiz musibetlerden değil. Böyle musibet dostlar başına.  Türkiye’de sosyalist mücadele hattını nasıl öreceğimizi, kimlerle öreceğimizi tartışadururken başımıza Haziran geldi! Buyursun gelsin, korunmak ne kelime, başımızın üstünde yeri var!

Haziran, bir karanlığın perdesini yırtıp atmasa bile, genişçe bir aralık açarken bu ülkeye soldan bakanların algısında, bakışında, duruşunda, yürüyüşünde etkili oldu. Bu etkinin kalıcılığı ve sürekliliğini ise hep birlikte göreceğiz ve test edeceğiz..

Anlaşılan musibetlerle nasihatlerle içiçe yaşamaya devam edeceğiz. Musibetler Haziran’dan feyz alacaksa, nasihatlerle de yaşayabiliriz.

Yanlış anlaşılmasın, ben atasözünü tersine çevirdim ama kimse olmayana ermesin, nasihat derken doğrusuyla yanlışıyla yaptığımız bütün değerlendirmeleri kastediyorum. Yani diyorum ki konuşacağız, tartışacağız ama arada başımıza gelenlerle de başetmesini öğreneceğiz.  

Nasıl mı? Biraz açayım. Birincisi toplumsal dinamiklerle devinmeyi öğreneceğiz. Burada leninizm, öncülük, dışarıdan, içeriden tartışmalarına girmeyeceğim. İkincisi sınıflar mücadelesine mekanik bakmamayı öğreneceğiz, yaptığımız bütün analizler bugünün ve dünün değerlendirmesini içerdiği kadar yarının getireceklerine de sadece ışık tutmayacak, yol döşeyecek. Üçüncüsü “Yeni Türkiye”nin kapsayamadığı toplumsal kesimlerde direnç odakları yaratılması ve bu odakların sürekli umudunun tazelenmesi olarak kodlayacağız tüm siyasal ve ideolojik mücadeleyi ve örgütlenmeyi. Dördüncüsü bu direnç odaklarını değişmez örgütsel formlara sıkıştırmaya değil hayatın getirdikleriyle örgütlemeye odaklanacağız. Beşincisi hayatın getirdiklerine karşı yeri geldiğinde savunarak, yeri geldiğinde kazanımlarla ilerleyerek yol alacağız. Tahmin edersiniz ki burada da aşamalar tartışmasına girmeyeceğim.

Örnek mi istiyorsunuz? Bakın inşaat işçilerinin kazanımları; bakın Yeşilbahar Ortaokulu; bakın okulların açılışıyla İmam Hatip’lere karşı mücadeleyi yükselten öğrenciler, öğretmenler, veliler; bakın Validebağ Korusu, bakın direnen İşkur işçileri, Yatağan işçileri...

Ve bakın “Yeni Türkiye” yi onaylamadığını bildiğimiz milyonlar. Sokağın meşruiyeti kadar evlerin, okulların, atölyelerin, plazaların, madenlerin içinde yanan korların sıcaklığını da hissedeceğiz. Hani o çoğu zaman küllenmeye yüz tutan korlar, hani sandıktan sandığa öfkelenen, umutlanan ve umutsuzluğa kapılanlar...

Yani sokağın ötesindeki direnci bulup yaratmaya ve sağlamlaştırmaya dönük atılacak o zor; sabır, süreklilik ve illa ki yaratıcılık isteyen adımlar...

Belki  pek çok ezberi bozmak gerekecek. Belki çok tartışmak hadi ötesine gideyim kavga etmemiz gerekecek. Hem dostla, hem de düşmanla.  Ne için mi? Nasıl bir örgütlenme, nasıl bir eylem hattı, nasıl bir siyasal çalışma biçimi ve daha ötesi gerekiyor bize bulabilmek için.

Biliyorum bu arayışa girmenin zorlukları var, özellikle de Türkiye’de 80’leri yaşamış kuşaklar için. Çünkü...

Tıpkı insanlar gibi kuşakların da yaşadıkları travmaları atlatması için çok büyük altüst oluşlar gerekir. 12 Eylül sonrası dönemin “her şeyi tartışalım”cılarının yarattığı travmaya takılıp kalmamak öyle çok kolay bir iş değil. Bu travmayı da yok edecek büyük altüst oluşlara gebe bir döneme girebileceğimize inanmak için ise bence çok nedenimiz var.

Bu sefer yenilgiyle başetmek için değil, yenebilmek için...