Wolfgang Amadeus Mozart’ın (1756-1791) babası Leopold Mozart’dır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun ikinci önemli şehri Salzburg’un ve döneminin önde gelen keman pedagoglarındandır. Bestecilik ve orkestra şefi kariyeri de bulunmaktadır. Leopold Mozart’ın iki çocuğu vardır. Çocuklarının eğitimi ile bizzat ilgilenmiştir. Herhangi bir “okul” eğitimi almayan Mozart’lar, (örgün eğitim o dönemde yoktu) kendi yetenekleri ve kabiliyetleri doğrultusunda özel bir eğitim almıştır. Aynı eğitimi büyük ölçüde kızı da almıştır. Ancak dönemin koşulları itibarıyla, sadece erkek çocukları bestelerini yayınlayabiliyor, müzikçi olarak yaşayabiliyorlardı…
Leopold Mozart’ın, Paris’e, Prag’a, Viyana’ya, Almanya’ya seyahatleri olmuştu çocuklarıyla. Dahi çocuklar olarak, küçük Mozart’lar büyük beğeni topluyorlardı. Ancak İtalya seyahati öncesi tüm seyahatleri önceden düşünülmüş, planlanmış birer hazırlık seyahati olarak görülebilir… Büyük İtalya seyahati Wolfgang henüz 13 yaşındayken başlamış ve 15 yaşına kadar sürmüştür. Baba ve oğul Mozart’ların ilk İtalya seyahatleri tam olarak 13 Aralık 1769 ile 28 Mart 1771 tarihleri arasında gerçekleşmiştir.
Aslında İtalya’ya gitme arzusu, o dönem için olağanüstü bir durum değildir. Günümüzde, güzel sanatlar veya opera öğrencilerinin yolu nasıl İtalya’ya düşmeliyse, o dönemde de, hatta 16. yüzyıldan itibaren tüm müzikçilerin İtalyan müziğini öğrenmeleri bir gelenektir. Mozart gibi, bu şekilde birçok genç Alman müzikçisi, İtalya yolunu tutmuştur. Ancak İtalya üzerinden, iyi bir müzikçi olacakları, Almanya’da ilgi odağı olacaklarının ve başarı kazanacaklarının bilincindedir genç müzikçiler.
Bunun genç Alman müzikçileri üzerinde kötü tarafları da çoktur. Genel olarak, İtalya’daki pahalı eğitimi ancak maddi imkanı yerinde olan gençler ile, kendilerine birer koruyucu bulan “sıradan” gençler alabiliyorlardı. Gençlerin çoğunun böyle büyük bir maddi destekten yoksun olduklarını düşünürsek, saray çocukları ile maddi destek alan sarayın şanslı “üvey evlatları” ve yaşadığı şehirden başka yerde eğitim alamayanlar arasında ciddi bir farklılıklar bulunmaktaydı.
Yaşadığı şehirden, farklı bir yerde eğitim alma fırsatı bulamayan Johann Sebastian Bach (1685-1750) bunun en güzel örneğidir. En önemli bestecilerden biri ve barok dönemi kapayan besteci olarak müzik tarihinde apayrı bir yeri olan Bach, yaşadığı dönemde, Saksonya eyaleti dışında tanınmamıştır. Bu Leopold Mozart için, oğlunun eğitimini mütevazi imkanlarını zorlayarak da olsa, müzik sanatının kaynağı olan İtalya’da devam ettirmesi için yeterli bir sebepti.
Mozart’ın yaşadığı dönemde, İtalya halen müziğin “kutsal toprakları” olarak tanınmaya devam ediyordu. Alman’lar ve Fransızlar kendi müziklerini ortaya çıkartmak için çaba gösterseler ve İtalyan müziğinin öncülüğünü, hızla gelişen enstrümental müzik üzerinden bozmaya çalışsalar da, henüz tam olarak başarılı olamamışlardı.
İtalyan halkının müzik sevgisi, yaygın ve örgütlü bir şekilde müzik sanatını korumaları, halk müziğindeki melodik ve ritmik çeşitlilikler, sokaklarda söylenen “serenat”lar, kilise koroları vb. İtalya’da müziğin gündelik hayatın parçası olması durumu, bu ülke için çok özeldir. Sanat müziği ile halkın müziğinin birbirine yakınlığı italyan müziği için önemlidir. 20. yüzyılın başlarında ünlü opera bestecisi Puccini’nin ölümüne kadar sanat müziği ile halk müziğinin yakınlığından bahsedebiliriz. Hatta o derecedir ki, ünlü opera bestecisi Verdi’nin adı, işgalci Avusturyalılara karşı bir parola olarak dahi kullanılmıştır.
Bizdeki durum ise çok farklı, konservatuvarlar dışında sağlam bir temel müzik eğitiminden yoksun olarak yetişen gençlerin en önemli sorunu evrensel ölçütlerde “iyi” bir eğitim alamıyor olmaları. Şekilsel olarak müzik kursları, müzik dersleri var. Ancak bunlar, gerek Almanya, gerek İsviçre, gerek Venezuela gibi gelişkin müzik okulu sistemlerine sahip olan ülkeler gibi değildir. Bizdekilerin gerek süre, gerekse içerik olarak büyük ölçüde şekilsel olduğundan bahsedebiliriz. Yetenek ve fırsat eşitliği değil, ailenin maddi kaynakları ve yaşanılan şehir ile doğrudan alakalıdır müzik eğitimi.
Ne yazık ki, ancak geç fark edilen bir durum olarak 1769 yılında “Leopold Mozart”ın durumunu yaşamak zorunda kalan genç müzikçilerin aileleri, büyük sorunlar yaşıyorlar. Elbette belki bu sorunların daha da fazlasını genç müzikçiler kendi içlerinde yaşıyorlar. Yeni yollar arıyorlar… Çoğu zaman, bu yol bulunamıyor. Sosyal devletin imkanları dahilinde ve yetenekleri ölçütünde bir eğitim imkanı alamıyorlar. Yaşları belirli eğitimler için geçmiş oluyor, diğerleri için bilgi düzeyleri yetersiz kalıyor…
İmkanı olan ailelerin çocukları ve az sayıda burs bulabilen “şanslı” gençler kendilerini geliştirmek üzere yurtdışına gidiyorlar ve döndüklerinde de ülke olarak da yeterli ortam sağlamadığımız için gittikleri yerlere adapte olarak yerleşiyorlar çoğunlukla… Bu seyahatleri onların kendilerini müzikçi olarak gerçekleştirmeleri için büyük ölçüde son şanstır.
Bize ise gittikçe müziksizleşen bir toplum kalıyor. Aydınlanma, özgürlük ve evrensel kültür çizgisinden böylece uzaklaşılıyor. Denklem birgün tamamlandığında ülkemizde evrensel sanat müziği, (klasik batı müziği) iyice canlılığını yitirecek, grileşecek, tükenecektir. Bunun hakkında düşünmeli ve özellikle adımlar atmalıyız. Yoksa sosyal aktivite olarak, kebapçıdan, kahveye giden, oradan da evine dönen bir toplum olacağız. Düşünmeyen, üretmeyen, tüketen, daha çok tüketen, daha da düşünmeyen bir toplum gerçek olacaktır. Gençlere daha fazlasını sunmalıyız! Bugünün aydınları ve siyasetçilerinin gerçeklere teslim olmadan, bu duruma çözüm araçlarını üretmeleri gerekiyor.