2005 yılında, Johannesburg’ta bir gün geçirmiştim. Tam bir günüm vardı ve bir günü iyi geçirmem gerekiyordu, ardından Port Elizabeth’e gidecektim ve bir daha buraya uğrama şansım yoktu. Havaalanında boş boş dolaşırken cebimdeki paraya baktım, turizm acentalarına sordum ve bir günlük bir taksi kiralasam veya bir rehber eşliğinde dolaşsam veya bir tura katılsam kaça malolur diye şöyle bir bakındım. Bu bakınma sırasında Hassan’ın dikkatini çekmiş olmalıyım ki “özel taksi servisim var” diye yanıma geldi. Güney Afrika’ya ilişkin onlarca uyarı okumuş ve dinlemiştim. Belki de cahil cesaretiyle “tamam ne öneriyorsun” dedim ve ekledim “bak fuhuş, alemlere akma vs. istemiyorum, ben komünistim ve beni siyasal açıdan önemli yerlere götür dedim”. Anlaştık, zaten dünyanın her yerinde eşitlikten ve özgürlükten yana olan veya en azından bu davaya sempatiyle bakan iki kişinin gözgöze gelmesiydi aramızdaki. Bana Johannesburg’u (J’borg) gezdirdi, Nelson Mandela’nın evinden, ilk ırkçılık karşıtı kalkışmanın olduğu caddelere, beyazların gir(e)mediği Soweto’ya ve Soweto’daki kendi evine ve kız kardeşinin evine götürdü. Her geçtiğimiz yerde ırkçılık karşıtı mücadelenin tarihçesini anlattı, bana anlamsız gelen ama Güney Afrika tarihinde dönüm noktası olan yerlere (kimi zaman dümdüz bir meydan, kimi zaman bir otobüs durağı, kimi zaman gecekondu bile denemeyecek evler vs. vs.) götürdü, anlattı anlattı. Son durağımız kızkardeşinin eviydi. Eve girdiğimde dünyalar tatlısı 3 yaşında bir kız çocuğuyla gözgöze geldik, annesi bana sütlü kahve hazırlarken beni süzdü, inceledi, yaklaşmak istedi, ben ona hamle yapınca bastı yaygarayı, ağladı ağladı. Annesi şakayla karışık “ilk kez bir beyazla bu kadar yakın oldu” deyince ne diyeceğimi bilemedim doğrusu… İlk düşünce ırkçılığa lanet ve ikinci düşünce ya buralara pek beyaz uğramıyor sanırım(!) Sütlü kahvemizi tam bitirirken kapıdan başını eğerek birisi girdi, gözleri sapsarı, zapzayıf, belki iki metre uzunluğunda üzerindeki giysiler her an dökülecekmiş gibi duran biri, Willy, kız kardeşinin eşi… HIV virüsü taşıyan birisinin gözlerini ilk kez görmüş oldum, çekinmedin desem yalan olur, benim en az iki katım bir adam, ama o dünyalar güzeli kız çocuğunun babası, Mozambikli bir maden işçisi, Güney Afrika Komünist Partisi üyesi, o dönem görece yetersiz İngilizce pratiğime karşın bana bir ansiklopedi dolusu bilgiyi Soweto sokaklarında anlatıveren Willy…
Willy Güney Afrika madenlerinde yıllardır çalışan bir maden işçisiydi, Güney Afrika Komünist Partisi olmadan Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ve Mandela’nın mücadelesi bir yere gelemezdi diyordu. Mozambik’in Portekiz’den bağımsızlığı için mücadele eden FRELIMO içinde arkadaşları akrabaları vardı, ama o çalıştığı emek gücünü sattığı Güney Afrika’da, sokak ortasında veya işyerinde güpegündüz öldürülmeyi göze alarak partiye girmişti. Willy yorgundu, HIV virüsü taşıyordu, kaldırım kenarında oturuyorduk ara ara dinlenmek için… Willy bir göçmen işçiydi ama enternasyonalizmin gereği bulunduğu ülkenin sınıf partisinde mücadele ediyordu…
Güney Afrika madenlerinde çalışan Mozambikli işçiler arasında HIV virüsü taşıyıcısı olanların sayısı oldukça fazla. Bugüne değin, özellikle de ırkçı rejim ile sömürge Mozambik rejimi arasındaki anlaşmalar uyarınca binlerce Mozambikli işçi Güney Afrika madenlerinde çalışmış, halen de çalışıyor. Bu işçilerin hakları, sağlık ve güvenlikleri konusunda halen bazı çalışmalar yapılıyor. İşin ilginci, gerek çalışan gerekse de emekli olan Mozambikli maden işçilerinin büyük bir kısmı kendi haklarından habersiz. Yürütülmekte olan programlar bu “farkındalık” üzerinde de duruyor. Öte yandan Güney Afrika’da çalışan göçmen işçi sayısı ile kaçak işçi ve göçmen işçi cehennemi haline gelmiş Türkiye kıyas bile götürmüyor…
Neyse uzun lafın kısası diyelim, dünyada kayıtlı olarak 105 milyon göçmen işçi olduğu söyleniyor ve Türkiye en fazla göçmen işçi alan ülkelerden birisi. İSİG Meclisi de bu konu üzerinde duruyor ve göçmen işçilerin maruz kaldığı iş cinayetlerini izliyor. Daha önce bu köşede yazdığım bir yazımda kısmen bu konuya değinmiş ve bu konu üzerinde çok ama çok tartışmak gerektiğini söylemiştim. İSİG Meclisi de bu konuya özel bir önem veriyor ve artık periyodik raporları arasında göçmen işçilerin sağlık ve güvenliklerini de konu alıyor. Bu yılın ilk üç ayında 16 göçmen işçinin ölüm haberi rapora giriyor:
“İş cinayetlerinde yaşamını yitiren göçmen işçinin milliyetlerine bakarsak; 9’u Suriyeli, 1’i Çinli, 1’i İranlı, 1’i Litvanyalı, 1’i Özbek, 1’i Sırp, 1’i Türkmen ve 1’i Ukraynalı’dır…
Göçmen işçilerin 7’si inşaat, 3’ü taşımacılık, 2’si tarım, 1’i kimya, 1’i çimento/toprak, 1’i gemi/tersane ve 1’i genel işler işkolunda çalışırken yaşamını yitirmiştir… Önümüzdeki aylarda göçmen işçi ölümlerinin inşaat dışında mevsim koşulları ile birlikte tarım işkolunda da artacağını söyleyebiliriz. Yine genel olarak sanayide göçmen istihdamının güvencesiz koşullarda yasallaştırıldığı düşünüldüğünde her işkolunda göçmenlerle karşılaşacağımızı biliyor ve işçi sağlığı, güvenliği sorununda önemli bir mücadele başlığı olarak ele alınması gerektiğini düşünüyoruz…”
Evet kesin olan şu hususların altı çizilmeli:
-Göçmen işçiler genellikle ‘3-D’ olarak kısaltılan ve yerli işgücünün yerine getirmekten kaçındığı işlerde çalışıyor. Söz konusu işler, pis (Dirty); tehlikeli (Dangerous) ve nitelik gerektirmeyen (Demeaning) işler olarak adlandırılıyor
-Ayrıca yerli işçilere göre çalışma koşulları ağır olan göçmen işçiler, ayrıca bazı özel sağlık risklerine de maruz kalabiliyor. Kendi ülkelerinde maruz kaldıkları (örneğin parazit hastalığı vb.) sağlık sorunları, göç edilen ülkeye özgü olan ancak göçmen işçilerin bağışıklığı olmadığı hastalıklar ve yeni bir ortama alışma sürecine özgü fiziksel ve psikolojik koşullardan kaynaklanan hastalıklar ve rahatsızlıklar…
-Çalışma arkadaşları ile iletişim kuramayan bir göçmen işçi, kendisine verilen talimatları ve eğitimleri anlayamayacak olması sebebiyle risk altındaki bir kesim.
-Göçmen işçilerin daha fazla ölüm ve yaralanmaya maruz kalmasına yol açan “kaza”ların daha fazla görülmesinin nedenleri arasına deneyimsizliği, uyum sürecinin zorluklarını ve en önemlisi dil farkını bir yere yazmak önemli.
Suriye, Ermenistan, Gürcistan vs ülkelerinden göçmen olarak gelmiş ve bu ülkede belki de kalıcı hale gelecek onbinlerce emekçinin sağlık ve güvenliği ve keza örgütlenme sorunu bizim sorunumuz, Türkiye işçi sınıfı mücadelesinin bir sorunudur. Bunun yolu ise ortak mücadeleden geçiyor tıpkı Güney Afrika Komünist Partisi içinde yıllarca mücadele eden Mozambikli Willy gibi…