“Mısır’ın 28 Şubat’ı” ve İran

Mısır ordusu 2013 yazında eski cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirdiğinde, Türkiye’deki gerici kalemlerin bazıları darbe için “Mısır’ın 28 Şubat’ı” şeklinde yorum yapmıştı. Bu benzetmenin en çok gerçekliğe sahip olduğu alan esasen bir dış politika başlığı: İran ile ilişkiler.

Hatırlanacağı gibi 28 Şubat sürecinde Refah-Yol hükümetine yapılan müdahalenin dış politika ayağı, Necmettin Erbakan’ın İran ile yakınlaşma politikasına bir son verilmesini içeriyordu. Erbakan’ın politikası esasen mezhebe dayalı eski düşmanlıkları geri plana itmeyi ve belki de uzun vadede iki mezhepten gericilerin bölgesel düzeyde siyasi ittifakını veya birliğini sağlamayı hedefliyordu.

28 Şubat müdahalesi sonrasında İran düşmanlığı veya karşıtlığı bir devlet politikası haline gelmedi kuşkusuz ve daha çok bir “bölgesel rekabet” ile yetinildi. Ancak Türkiye’deki dinci gerici hareketin bu başlıkta AKP ile birlikte Erbakan’dan biraz farklı bir yönelime gittiği açık. Her zaman içsel olarak bulunan ancak geri planda duran Şii düşmanlığı iki binli yıllar boyunca her geçen gün öne çıktı.

Bir Sünni hareket olan Mısır Müslüman Kardeşler hareketinin de İran’daki molla iktidarına yaklaşımı Erbakan’a benzer bir nitelik taşıyor ve yine iki mezhepten gericiliğin siyasi ittifakını öngörüyordu. Mursi’nin cumhurbaşkanlığına seçildikten kısa bir süre sonra 2012’de Tahran’ı ziyaret etmesi ve bu ziyaretin 1979’dan bu yana bir ilk olması; birkaç ay sonra ise dönemin İran cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın Kahire’yi ziyaret etmesi bu açıdan önemli gelişmelerdi. Her iki ziyaretin de Körfez monarşileri, Mısır ordusu ve İsrail tarafından endişeyle izlendiği o günlerde basına yansımıştı.

O dönemde Mursi’nin yaptığı önemli bir açıklamayı burada hatırlatmak gerekiyor: “Mısır ile İran ilişkilerinin yakınlaşması, bölgede bir ‘stratejik denge’ oluşmasını sağlayacaktır.” Yukarıda saydığımız üç aktörün bu “stratejik denge” hedefinden de endişe duyduğunu tahmin etmek zor değil. Tam da bu nedenle Mursi cumhurbaşkanlığına seçildiğinde en çok alkışlayanların, devrildiğinde ise en çok kınayanların başında İran’ın gelmesi şaşırtıcı değil.

Kısacası Müslüman Kardeşler hükümeti, İran konusunda AKP gibi “dengeli” bir politika izlemedi ve gerçekten de 90’lı yılların Refah Partisi’ni andıran bir yakınlaşma politikasına yönelmeyi tercih etti. 2013 darbesi işte bu anlamda yalnızca bir hükümeti devirme çabası olarak değil, Mısır’daki islamcı hareketlerin İran’a yönelik siyasi çizgisini değiştirmeyi ve şekillendirmeyi de hedefleyen bir müdahale olarak görülebilir. Ve yalnızca bu bağlamda, evet, bir tür “Mısır’ın 28 Şubat’ı” olarak değerlendirilebilir.

Şu anda ana gündem olan Mursi’nin idam edilmesi ihtimali de bu bağlamda ordunun islamcı hareketleri şekillendirme çabasının bir parçası olarak okunmalıdır. Mısır Baş Müftüsünün onayına tabi olan ve bu nedenle büyük olasılıkla reddedilecek olan idam kararıyla ilgili ilginç nokta, dolaylı olarak yine İran ile ilgili olması. Mursi hakkındaki onlarca suçlamadan idam cezası kararı çıkan suçlama, 2011 ayaklanmalarının doruğa ulaştığı sırada yüzlerce Hamas ve Hizbullah militanının desteğiyle bir hapishaneden kaçması ve “ülkenin birliğini tehlikeye atması” şeklinde ifade edildi. Hamas ve Hizbullah’ın bölgede İran ile ittifak halindeki önemli güçler olması bu noktada önemli.

Öte yandan Mursi hakkında henüz karara bağlanmamış suçlamalar arasında, doğrudan “devlet sırlarını İran’a satmak” üzerinden casusluk suçlamasının da yer aldığı unutulmamalı. Önümüzdeki günlerde bu suçlama hakkında da karara varılacak. Bu başlıklar birlikte ele alındığında, gerek darbenin nedenleri, gerekse bugünkü idam tehdidinde İran ile ilişkiler başlığının en önemli nedenler arasında yer aldığını görmek zor değil.

Mısır ordusu tarafından yürütülen ve Suudi Arabistan tarafından yoğun olarak desteklenen bu sürecin ne kadar başarılı olacağını zaman gösterecek. Müslüman Kardeşlerin yeniden şekillendirilmesi konusunda başarı elde edilmesi durumunda, ilerleyen yıllarda yeni ve çok daha tehlikeli bir Müslüman Kardeşler hükümetinin kurulması ihtimal dışı sayılmamalı. AKP’nin çeşitli platformlarda Müslüman Kardeşleri savunmaya yönelik girişimlerini de bu gözle okumak yararlı olacaktır.