Mimar, mühendis, beyaz yakalı… Çip takmaya gerek var mı?

Black Mirror dizisinde gibisiniz sanki, bir distopyanın içindesiniz. Başparmağınız ile işaret parmağınız arasına bir mikroçip yerleştiriliyor, böylece kapıları açıyor, yazıcıları çalıştırıyor, otomatlardan içecek alabiliyorsunuz. Ve tabii ki rahatlıkla denetlenebiliyorsunuz…

İsveç firması Epicenter çalışanlarına mikroçip takıyor, pek çok çalışanın da buna gönüllü olduğu söyleniyor. Daha önce malzeme takipi için kullanılan bu mikroçipler artık insanlara takılıyor. 2000 işçinin çalıştığı firmada şu anda zorunlu değil, gönüllülük esasına dayalı ve 150 işçi gönüllü olarak bu çipleri taktırmış. 


 

Birleşik Krallık’taki en büyük sendikal birlik olan Sendikalar Kongresi (TUC) de konuyla ilgili endişelerini dile getirmiş. Birleşik Krallık’ta bulunan BioTeq firması da aynen İsveç’teki Epicenter ve Biohax firması gibi şu an gönüllülük esasına göre bu mikroçipleri takıyor. 

Stockholm Karolinska Enstitüsü’nden mikrobiyolog Ben Libberton, bu mikroçipler ile o kişinin sağlığı, nerede olduğu, ne kadar çalıştığı, ne kadar sıklıkla çalıştığı, tuvalet molaları gibi pek çok bilginin takip edilebileceğini söylüyor. 

Bu uygulamaların böyle masumane kalmayacağı bilinmeli. İşçi denetimi veya kapitalist işin denetlenmesinin, sermaye sınıfı açısından ne kadar önemli olduğu açık. Kimi zaman gıda ve perakende sektöründe kadınların tuvalete gitmesinin dahi denetlenmesi, kimi zaman toplam kalite yönetimi adı altında zaman ve mekan kısıtları altında üretim baskısının oluşturulması, fabrika ve şantiyelere (3. Havalimanı şantiyesinde ona da rastlamış olduk) kameralar yerleştirilmesi gibi pek çok denetim ve baskı mekanizması mevcut.

Peki, bir de bu mekanizmaların dışında, özellikle de beyaz yakalıları ve/veya “yaratıcı emek” olarak da adlandırılan mimar, mühendis, yazılımcı, tasarımcı ve diğerlerini denetlemek için çiplere gerek var mı?

Beyaz yakalılara veya çalıştıkları alanlar düşünüldüğünde “küresel dijital piyasada emek” denetimine baktığımızda ise kollarına çip takmaya gerek kalmadığını görürüz.

Damarin’in emek denetimi süreçlerini incelediği eserinde (2010) aslında mühendis ve mimarların hemen hemen hepsini yaşadığı denetim biçimlerini veya birden fazlasını aynı anda yaşadıkları denetim biçimleri ortaya konmaktadır. Huws (2018) kısa ama oldukça yararlı kitabında işte pek çok denetim biçiminden söz ediyor.

Bunlardan ilki sanki eşit bireyler arasındaymış gibi görünen kişisel ilişkiler ve yükümlülükler üzerinden uygulanan kişisel denetimdir. Aile şirketi havası yaratılır, patronunuz arkadaşınızdır, babacan bir insandır, kimi zaman genç bir kadın olarak sizi yemeğe çıkaran nasihatler veren ve her zaman iyiliğinizi düşünen(!); sizin meslekte tecrübe edinmenizden başka bir niyeti olmayan(!) deneyimli, duayen bir kişidir. “İyiliklerin değiş tokuşu ve resmi sözleşme koşullarının göz ardı edildiği” baş eğdirilmiş yaratıcı işçiler söz konusudur. Yemeğe çıkmaya çekinir, tuvalete utana sıkıla gidersiniz. Burada yalnızca aşırı sömürülmeye uğramaz, eğer ilişki sona ererse ortada çaresiz de kalabilirsiniz.

İşçilerin direnme biçimleri ise kişisel olabiliyor, patronu köşeye sıkıştırmak, kişisel cazibeyle veya kumpaslarla istediğini yaptırmak, dedikodu ağları kurup utandırarak suçlamak ya da sadece çekip gitmek. Tabii ki çekip gittiğinizde başka şirketlere anında haberiniz gidebiliyor ve sizden “kişisel” talepler yinelenebiliyor. Bu denetim biçiminin kadın beyaz yakalılar, mimar mühendisler üzerinde olduğunu tahmin etmek zor olmayacaktır. 

İkinci denetim türüne “bürokratik” denetim diyebiliriz. Yalnızca kamu sektöründe değil, büyük geleneksel işletmeler ve/veya bankalarda da rastlanır, katı hiyerarşik yapılar içinde bir denetim bulunmaktadır. Ama burada karşı koyuş da kolektif olabilir, en azından böyle bir şansınız vardır. 

Üçüncü denetim türünü Braverman (1974) inceler, Taylorcu denetim denebilir. Hedefler veya kotalar vardır, o hedefleri yerine getirmek zorundasınızdır. Bu hedefler çoğu kez kişisel hedeflerin ötesinde bir ekibin hedefi olarak konur. Herkesin işi standartlaştırılmıştır, her ekibin belli bir hedefi vardır. Kimi zaman bazı çalışanlar bu hedefleri içselleştirir ve “öz-sömürü” biçimine dönüşür, diğer çalışanlar üzerinde bir denetim uygularlar, ki bu denetimi uyguladıkları astları değil, bizzat çalışma/takım arkadaşlarıdır.

İnşaat sektöründe ihaleye hazırlık dönemlerinde geceniz gündüzünüze karışır ihale dosyasını hazırlamak için, normal saatte gitmeye çekinirsiniz arkadaşlarınız çalışırken. Çevreye zarar vereceğini de bildiğiniz bir fabrikadaki üretim başlamadan önce hazırlayacağınız geçici faaliyet belgesi, çevre izni, çevre lisansı vs. belgeler için geceniz gündüzünüze karışabilir, kimse size evde çalışın demez, sizi denetlemez ama siz ister istemez çalışırsınız.

Dördüncü denetim türüne piyasa denetimi diyebiliriz, yaratıcı bir emeğiniz vardır, bunu pazarlamak zorundasınızdır (serbest çalışan mimar, mühendis, yazılımcı vb.). Bireysel müzakerelerle iş yürür, size boyun eğdiren yalnızca piyasada belirlenen “fiyatınız” değil, aynı zamanda size dayatılan koşullardır. Evde çalışmaktasınız, istediğiniz zaman yatıp kalkıp çalışabilirsiniz, ama yetiştirmeniz için belli bir zaman dilimi vardır ve bu zaman dilimi giderek azalmaktadır!

Piyasada sizin gibi çalışanlarla rekabet halinde aynı zamanda birbirinizi denetlemektesinizdir. Daha hızlı, daha yaratıcı, daha ucuz olmak için “öz-denetim” kurarsınız. Ürettiğiniz sizin değildir, siz kendinizi yaratıcı saymakta hayat ise gelip geçmektedir.

Tüm bu denetim biçimlerine, günün her saati cep telefonunuzdan sürekli taciz edilmeyi eklediğinizde tablo tamamlanacaktır. 

“Birçok denetim biçimi yan yana birlikte var olduğunda, işçiler üzerindeki çelişen baskılar o kadar büyük olur ki, genelde etkin bir direnme biçimi benimseyecek halleri kalmaz.

Tersine, tek verebilecekleri karşılık, bedenen ya da zihnen hasta olmayı, yükü ailenin sırtına bırakmayı (ya da herhangi bir erişkin aile biçiminden büsbütün uzak durmayı); psikolojik olarak yıpranmayı, vazgeçmeyi, alaycı bir ümitsizlik pozu takınmayı, yalnız başına “gaz boşaltma” eylemlerini, işi aksatmayı veya iş arkadaşlarının çıkarlarını çiğnemeyi kapsayabilecek acımasız bir “altta kalanın canı çıksın” tutumu sergilemek olabilir. “ (Huws, 2018: 135)

Kuşkusuz toplu örgütlenme ve direniş biçimleri de bir seçenektir ancak alıntı yaptığımız kitabin yazarı ve bu konuda kapsamlı çalışma yapan Huws ve arkadaşları bireysel direnme biçimleri veya çalışanların kendilerini hasta ettiklerini, yaşamlarını mahvettiklerini, eriyip gittiklerini gözlemlemiş ama toplu örgütlenme ve direniş biçimlerine yaptığı çalışmada rastlamamıştır (Huws, 2018: 135).

Baş parmak ile işaret parmak arasına takılan mikroçiplerin dehşet verici olduğu aşikar. Ama özgürleşebilmek için beynimizdeki “mikroçip”leri çıkarıp atmak ve bir sınıf olmak önümüzdeki tek seçenek…

KAYNAKLAR

Huws, U. (2018). Küresel Dijital Piyasada Emek. Yordam Yayınları. 

https://www.independent.co.uk/news/world/europe/sweden-workers-microchip-implant-cash-card-id-pass-replace-employee-hand-epicenter-rice-grain-size-a7670551.html

https://www.itpro.co.uk/technology/32336/trade-unions-congress-fearful-of-implanting-workers-with-tracking-chips

https://www.theguardian.com/technology/2018/nov/11/alarm-over-talks-to-implant-uk-employees-with-microchips

https://www.nytimes.com/2017/07/25/technology/microchips-wisconsin-company-employees.html

http://www.latimes.com/business/technology/la-fi-tn-microchip-employees-20170403-story.html

https://www.euronews.com/2015/02/11/implanted-rfid-chip-controls-office-access-for-stockholm-workers