Memleketimden 'cinsel bölücülük' manzaraları

Hatırlanacaktır. Türkiye’deki Las Tesis eylemleriyle ilgili en ilginç yorumlardan biri Banu Avar tarafından yapılmıştı:

“Türk kadını küresel çetelerin, etnik, dinsel ve şimdi de CİNSEL bölücülüğünün öznesi olmayacaktır. Kadınıyla erkeğiyle omuz omuza ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel bozulmaya karşı mücadele edeceğiz…bilmemne dansıyla, feminist şovlarla ancak bölücülüğün ekmeğine yağ sürülür”

Bu sözlerde neler yoktu ki…

Bir “metal fırtına” kafası, bir “kurtlar vadisi” havası, en donuk olanından bir polat alemdar bakışı, bir “küresel oyunlar”, dehşetengiz komplolar, bir taşikardi yürek ağızda, bölmeler falan CİNSEL olarak Türk kadınını(!).

Patetik ve bir o kadar gülünç, grotesk ve bir o kadar zamanın ruhu işte...

Kayda değer olan şu ki “banu avarlık” politik bir gerçekliktir. Adıyla ifade etmek gerekirse düpedüz sağcı bir antifeminizmdir karşımızdaki. Dahası bu haliyle geçer akçeliğini son on yılda daha belirgin kılmıştır.

Akmaz, kokmaz değil. Hem akıyor, kokuyor hem bulaşıyor…

Kadınlara dönük nizam çağrıları, cinsellikten, cinsel politikadan, toplumsal cinsiyetten, eşitsizlikten ya da cinsiyetçilikten bahseden, yazan, çizen herkesi hedef alabiliyor.  Muhalifinden kimi zaman adlı adınca “sosyalistine”, her mecrada kendine akacak bir kanal bulan bu gerici çizgiyi iyi tanımak durumundayız.

En bayağısı “bir sevişse rahatlayacak” derken, “solcu” görüneni “sizde her yol cinselliğe çıkıyor” diyerek egemen örüntüyü bozmamaya gayret ediyor. Nihayet, “cinselliği abartıyorsunuz” diyendeki hizaya çekme arzusuyla “bu da mı toplumsal cinsiyetle ilgili” sorusundaki naiflik birbirine giriyor.

Durum buysa, “cinsel bölücü”(!) olmayı da, “cinselliği abartmayı” da, her taşın altında toplumsal cinsiyet bulmayı da birilerinin sahiplenmesi gerekir. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Bunun için her taşın altına bakacağız ve o lanetli “toplumsal cinsiyeti” bulup çıkaracağız.

***

Her taşın altından çıkan “toplumsal cinsiyet”…

Konumuz deprem. Elbette deprem değil yoksulluk öldürüyor.  Elbette tüm bu olanlar gerçekten sınıfsal ve politik meseleler. Peki Elazığ’daki taşın, molozun, yıkıntının altında görülmeyen, ısrarla sesi duyulmayan başka bir şeyler de olabilir mi?

İşte daha yakından bakıldığında yoksulluğun, sınıfsallığın da ötesi, onunla iç içe geçen ama ona da indirgenemeyecek “toplumsal cinsiyet çatışmaları” yine burada karşımıza çıkıyor. 

Burada kocaları, babaları izin vermediği için şehir merkezindeki yemek dağıtım noktasına gidemeyen kadınlar var. Kadınlara “herkesin içinde yemek yeme” izni verilmiyor. Erkekler yardım noktasında ücretsiz bir öğüne kavuşurken, kadınlar yardım kolilerindeki bisküvilerle öğünlerini geçiştiriyor.

Bu koşullarda çadırda kalan bir kadın, en acil sorun olarak tuvaletten bahsediyor: “Yakınımızda külliye var ama kadın erkek için tek tuvalet var. Hem dolu hem pis oluyor, biz kullanamıyoruz orayı, erkekler gidiyor. Biz de yakındaki Doğu garajına gitmek zorunda kalıyoruz ama orada da tuvalet paralı, 1.5 TL. Her ihtiyacımız olduğunda gidemiyoruz.” (1)

Deprem gibi büyük yıkıcı afetlerde, olağan yaşamdaki “kadının ezilmişliği” katlanarak derinleşiyor. Hava sıcaklığının eksi dereceleri gösterdiği koşullarda dışarıda yemek yapmak, soğuk sularla bulaşık, çamaşır yıkamak, ailenin hijyen ihtiyaçlarını karşılamak, bu arada çocuklara bakmak, gelen yardım araçları önünde sıraya girmek, aç kalmak, tuvalete gidememek, çadırda cinsel saldırı dahil çeşitli şiddetlere maruz kalmak ya da bunun korkusuyla yaşamak, her şeyin cinsel çağrışımlarla kuşatıldığı katı ataerkil bir ortamda ped bile istemeye çekinmek…

“Afet sonrasında ekonomik nedenlerle erkeklerin evden ayrılması, çocuklarıyla yalnız kalan kadınların güvenlik sorunlarını da arttırmaktadır. Afet sonrasında geçici barınma sorunlarının ağırlaşmasıyla kadına yönelik mevcut fiziki, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddet ve ayrımcılığın artması ile dövülme, cinsel taciz ve tecavüz vakaları sıkça yaşanmaktadır. Van depreminden sonra bölgede intihar edenler arasında şiddet görmüş kadın oranı oldukça yüksek olduğu bildirilmektedir”(2) Dahası Van depreminde çadırda yalnız yaşamaya korktuğu için hasarlı binaya tekrar dönen kadınlar olmuştur.

Pek çok örnekte kadına dayatılan “mahrem algısının”, kadını tecrit eden ataerkil tutumların kadının canına mal olduğu görülmüştür. Yıkılan bir binadan bile örtüsünü almadan çıkamayan kadınlar hatırlanmalıdır.

Depremde yoksulluk da ataerki de öldürüyorsa manzaranın “bölücülüğü” ortadadır. Her taşın altından çıkan burada da çıkmıştır.

Kaynaklar

1- https://www.evrensel.net/haber/396485/elazigli-kadinlarin-yuku-eksi-4-derece-sogukta-yasam-kurma-savasi?a=c78c5

2- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/504314