21. İzmir Tüyap Kitap Fuarı sona erdi. Binlerce okura kapılarını açan fuarda bu sene de söyleşiler, imzalar, nice güzel ve yetkin sohbetler vardı. Küçük Prens'in neredeyse her stantta olması üzücü, kaşe ve ıstampa kullanan bazı yazarların önlerinde sonu gelmez kuyrukların oluşması düşündürücüydü. Stant kiralarını ve çalışanların yevmiyelerini hesaba katınca indirim oranlarının yeterli olmamasını önemsemedik. Dostlarla buluştuk, yeni dostlar edindik. İzmir'in meşhur fuar alanını bilirsiniz, şehrin merkezinde tabiatı ve sükuneti hissedebileceğiniz ender mekanlardan biridir. Önümüzdeki yıldan itibaren kitap fuarının da şehrin uç noktasındaki yeni fuar alanına taşınacağı haberiyle kederlendik. Yayıncılar ve okurlar kültürel aktivitelerin ruhuna uygun, alıştıkları, merkezi fuar alanından uzaklaştırılmak istemiyor lakin yetkililer kararlı. Umarım fuar alanını halkın yararına kullanmaktan vazgeçmezler ve taşınma okur sayısının azalmasına, az sayıda yayıncının katılmasına yol açmaz.
Çok okumaya çabalasam da elbet ıskaladığım, kaçırdığım pek çok kitap oluyor. Fuar sayesinde bir kısmını edinme şansını da yakaladım. Bugün sizlere bu kitaplardan birini, modern Ermenice edebiyatının tanınmış yazarlarından Zabel Yesayan'ın "Meliha Nuri Hanım" adlı novellasını anlatacağım. Türkçe ilk baskısı Ekim 2015'te yapılan kitabın ikinci baskısına Şubat 2016'da kavuşması sevindirici. Çanakkale Savaşı sırasında Gelibolu Hastanesi’nde gönüllü olarak hemşirelik yapan ve köşklerde büyümüş, güzide bir ailenin kızı olan Meliha Nuri Hanım’ın günlüğünden notlar biçiminde kurgulanmış novellada yazarın kadın olmaya, savaşa, ayrımcılığa dair bakış açısı klişelerden uzak ama sade bir biçimde şekillenmiş.
Cepheden ağır yaralı askerlerin getirildiği bu hastanede, Meliha Nuri Hanım’ın aşk ve varoluş buhranına şahit oluruz. Ölümün karşısında bile genç hemşire anı yaşamayı başaramaz ve daima maziye, kendisini terk ederek başka bir kadınla evlenen Celaleddin Bey’e yönelir. Celaleddin’in şahsında kadınlık gururunun ayaklar altına alındığını hissetse de aşk ve nefret kalbinde aynı anda zuhur eder: “Celaleddin, sen hayatımın celladı oldun ve yüreğimin en derininden nefret ediyorum senden. Ateşler içinde ve severek nefret ediyorum, severek ve nefret ederek ıstırap çekiyorum. Boyunduruğundan kurtulmak istiyorum, fakat kalbim bir yaprak gibi seni görmek ümidiyle titriyor.” (Yesayan 2016: 47)
Hastaneyi ziyaret etmesi beklenen ama hiç gelmeyen Celalleddin Bey, Celalaeddin tarafından terk edilen Meliha Nuri Hanım ve hastanenin baştabibi Remzi sisli bir aşk üçgeni oluşturur. Ancak Meliha Nuri Hanım, bir kez bile Remzi'ye ‘bey’ diye hitap etmez; çünkü Remzi, köşkteki bahçıvanın oğludur ve kendini ne denli geliştirirse geliştirsin sınıfsal açıdan Meliha’yla eşit konumda olamayacaktır.
Çocukluğundan itibaren Meliha’ya âşık olan Remzi için ise Celaleddin hayatının en büyük travmasının sebebidir. Pencerenin altından Meliha’yı hayranlıkla izlediği bir gün, at üzerindeki Celaleddin tarafından görülür ve onun kırbacından kaçmak zorunda kalır. Remzi, işte tam da o an mücadele alanını ve yöntemini belirler: “Benim o anki alçaklığım, nefretimi zehirledi ve yine o an aldığım yara, dünyanın bütün zayıflarının, aşağılanmışlarının canını yakan, onları ısıran sefaleti benim için anlaşılır hale getirdi. Sonra, zorlu hayatım boyunca, her gün Celaleddinlerle karşılaştım. Celaleddinler, tahkirin kırbacını sürekli başımızın üzerinde salladılar ve biz onların önünden kaçtık. Bu rezillerin içimizde biriktirdiği zehir ve nefret bir gün patladığında, dünya işte o zaman temellerinden sarsılacak." (Yesayan 2016: 57-58)
Baştabip Remzi için askerî başarılar kendi söylemiyle “Biraz altın tozu, başka da hiçbir şey”dir. Hayat anlayışına uygun olarak o günlerde aynı hastanede görev yapan ve ailesi Kayseri’den tehcir yollarına çıkarılıp yok edilen Ermeni tabibe dert ortağı olmaya çalışır. Meliha Nuri Hanım’ın Ermeni tabibe yaklaşımı ise nefret üzerine kuruludur. Tabibin böylesi bir nefreti gerektirecek hiçbir eylemi yoktur; dahası Remzi'ye: “Geçen gün, ameliyathanede Ermeni tabip bile bir dikkatsizliğim için beni ikaza cüret etti. (...) Nefret ediyorum bu devlet düşmanlarından. Yoksa siz Ermenilerden nefret etmiyor musunuz?” (Yesayan 2016: 27-28) diye soran Meliha'nın nedenini kendisinin de bilmediği bu nefretinin meşruiyetini üstünlük duygusundan ve kibrinden aldığını hissederiz.
Ermeni aydınlarının dönülmez yolculuklarına uğurlandıkları 24 Nisan 1915'te bir hastanede saklanarak kurtulan Yesayan, üniversite eğitimi alan ilk Osmanlı Ermeni kadını olarak Okulsever Kadınlar Cemiyeti üyesi, Milletperver Ermeni Kadınlar Cemiyeti üyesi, Üsküdar Kadınlar Cemiyeti Başkanı, Eğitim Yoluyla Barış İçin Uluslararası Kadın Birliği üyesi de olmuş. Ermenice edebiyatın en yenilikçi yazarları arasında yer alan Zabel Yesayan'ın 1925'te Paris'te kaleme aldığı, 1927'de Erivan gazetesinde tefrika edilen, 1928'de de Paris'te kitap olarak yayımlanan "Meliha Nuri Hanım"da Yesayan, değişen zamanlar içinde kadın olmanın getirdiği zorlukları da dile getirir. Gerçek bir savaş karşıtı olan yazar Meliha'ya "Yeter ki bitsin! Nasıl neticelendiğinin ne önemi var? Kimin işine yarayacak bu zafer? Birkaç beyle efendi bayram edecek, sevinecek... Başka ne?" (Yesayan 2016: 19) dedirtirken kadın kimliğinin açmazlarıyla ilgilenerek sorunu ve çözümü Meliha'nın bulmasını sağlar: “Kendimizi sahiden hür addedebilmek için, saadetimizi şahsi kuvvetimizle ve kaynağı bizde olan vasıtalarla aramış olmamız icap eder. Kendi başımıza biz neyiz ki? Kadınları ya arzularlar ya da bırakıp giderler… Ve iki halde de kadınlar, meçhul köleler! Başımızda bir adam olmayınca, sahipsiz köpek gibi biçare ve şaşkın kalıyoruz ve ona buna sürtünüyoruz ki eninde sonunda bir sahip bulalım.” (Yesayan 2016: 43)
*Meliha Nuri Hanım, Zabel Yesayan, Çev: Mehmet Fatih Uslu, Aras Yayıncılık, Şubat 2016.