Günümüz dünyasının olağanüstü hızlı akan ve durmadan değişen gündemleri karşısında kimi zaman elimiz ayağımız bağlanmış gibi hisssediyoruz. Günün olağan ritmi “sürekli olağanüstü hale gelen bir dünyada” anlamlı bağlar kurmak, mücadeleyi bu anlam haritası içinde sürekli kılmak. Böyle olunca tozun dumana karıştığı yerde, sakin biçimde kuramsal meselelere odaklanmak hepten güç hale gelmiş gibi algılanıyor. Oysaki hayat ve mücadele çağıldadıkça yalnızca hülya ve düş değil, arayış da teori de daha davetkar hale geliyor.
Diyalektiğin bu davetkar ve kaotik kusursuzluğunda çok hikmetler olduğunu düşünüyorum.
Yine de başta sosyalistlerin sorumluluğu olmak üzere günümüz “tartışma kültürünün” çoraklığında, birbirini dinlememe ikliminde, sözünü söylemek dışında motivasyon taşımama, gerçeğe yalnızca sözünün ispatı olacak perspektiften bakma ortamında, davetin ve ısrarın daha da ileri taşınması gerekiyor.
Elbette konu kuramsal tartışma olunca öne sürülen tezleri belli bir tarihsellik içinde değerlendirmek ilk çıkış noktalarından biri olmalı. Örneğin Aklın Sol Yarısı’nın yazarı Razmig Keucheyan’a göre, Lukacs, Korsch ve Gramsci'nin öncülük ettiği, Adomo, Sartre, Althusser, Marcuse ve Della Volpe'nin de bağlı olduğu "Batı" Marksizmi, kapitalizmin istikrarlı bir seyir gösterdiği dönemde gelişmiştir. Ve bu nedenle der ki:
“Her şey bir yenilgiyle başlar. Çağdaş eleştirel düşüncelerin doğasını anlamak isteyenler bu tespiti çıkış noktası olarak kabul etmelidirler.” (1)
Perry Anderson da Batı’da Sol Düşünce’de benzer bir vurguda bulunur.
Buradan esinle, bugünün kuramsal üretimine bakarsak, kaçınılmaz biçimde izini düşürecek gerçek, dünyada kapitalizmin uzun yıllardır istikrardan uzak kaldığı ve istikrar arayışının bile tartışmalı olduğudur. Bu iz kimilerini radikal-demokrat projelere kimilerini kopuşçuluğun dışında arayışlara (müşterekler gibi) yönlendirmiş olabilir.
Ama başkaları da vardır.
Can Soyer’in Marksizm ve Siyaset’ini tam da burada konumlandırıyorum. Kitap, istikrar tutturamayan dünya kapitalizmi olarak bahsettiğimiz günümüz dönemselliğinin izlerini taşır. Ve bu yüzden Soyer, ısrarla Marksizm ve siyaset bağını öne çıkarır.
“Marx’ın zincire vurulmasının ve Marksizmin bir eylemsizlik felsefesine dönüştürülmesinin yolu, onun siyasetten koparılmasından geçiyordu. Marksizmin tek gerçekleşme biçimi olan siyaset, aynı zamanda onun canlılığının, gücünün ve sürekli gelişmesinin de koşuludur.” (2)
Dönem olarak istikrarsızlıktan bahsettik, oturmamışlıktan, sürekli kriz halinden…
Elbette günümüz kapitalizminin süreklileşen istikrarsızlığından bahsettiğimizde yalnızca emek sermaye çelişkisini işaret etmiyoruz. Aslında ekolojik yıkımdan, iklim krizinden, göçler ve savaşlardan, her geçen gün daha da keskinleşen cinsiyetli çatışmalardan da bahsediyoruz.
Dolayısıyla dev cüssesiyle tüm bu sorunların kuramsal alanda kendine ne tür “yeni” karşılıklar ürettiği, marksizm-siyaset bağını nasıl ve ne yönde etkilediği önemli.
Bu noktada Marksizm ve Siyaset kitabının üçlü sac ayağı üzerine kurulmuş yapısı (yöntem, kuram, siyaset) pek çok karmaşık konu için de “anahtar” niteliktedir. Daha açık ifade etmek gerekirse, Soyer aslında hiç ele almadığı, uzanmadığı kimi konularda bile bize “anahtar kavramları” sunmaktadır. Söz gelimi, yöntem başlığında ele alınan konular; diyalektik materyalizm, bütünlük, somut, öz-görüngü, indirgeme-indirgemecilik, dolayım, ilişki, yapı-özne vs. rahatlıkla “toplumsal cinsiyet” alanının meselelerine yorumlanabilir, yorumlanmalıdır.
Örneğin şu yorum, günümüz dünyasının türlü karmaşık meselelerini (görüngülerini) özgül bir statüye taşır:
“(…) öz ile görüngü arasındaki farkı ve çelişkiyi saptamak ilk adımdır. Ancak bu, gerçekten de sadece ilk adımdır… Bu ilk adımı takip etmesi gereken şey ise öz ile görüngü arasındaki ilişkinin özgül belirlenimini açığa çıkarmaktır. Diğer bir deyişle, özün hangi görüngüye denk düştüğünü saptamak değil, neden o görüngüye büründüğünü ortaya çıkarmaktır yapılması gereken.” (3)
Kuram başlığında ele alınanlar saf antagonizmaları tanımlamanın ötesinde, “kuramın nasıl yığınları saracak bir güce dönüşebileceğine” odaklanmaktadır. Bu bağlamda, ölçek sorunu (toplumsal formasyon); temel-üstyapı ilişkileri, devrim ve iktidar gibi konular adına “sınıf mücadeleleri” dediğimiz ana gövdeyi sarmalamaktadır. Yine bu başlıklarda dikkat çekici olan, Batı Marksizminden günümüzün anti-kapitalist perspektiflerine uzanan zengin bir müktesebatın “ortodoksi endişesi” taşımayan bir özgüvenle ele alınmasıdır. Burada Poulantzas’tan Laclau ve Mouffe’a, Williams’tan Wood’a,Thompson’a, Hardt ve Negri’ye, Zizek’e oldukça geniş bir ufuk taraması okuyucuyu beklemektedir.
Ve nihayet siyaset başlığında ele alınanlar, “özgül bağlamı kurabilmeyi” bir sorunsal olarak inşa eder.
“Marksizmin siyasete tahvili yine de bir dolaysızlık içermez. (…) yöntem ve kuramın eyleme, diyalektiğin ve sınıf mücadelelerinin siyasete aktarımı bir tür ‘tercüme’ işlemini gerektirir. Marksist yöntem ve kuramın sahip olduğu bütünselliğin, ilişkiselliğin ve belirlenimlerin kitleleri sarması için gerekli olan tercüme, siyasetin asli işlevlerindendir. (…) Marksizmi siyasete tercüme edebilmenin ilk koşulu, onu özgül bağlamda yeniden üretmek olur.” (4)
Soyer bu başlıkta, siyasetin farklı tanımlayıcı düzeylerinin farklı stratejilere uzandığını berrak biçimde sunmaktadır. Günümüzde çeşitli örneklerine tanık olduğumuz radikal pasifizm, politik doğruculuk, duyarlılık aktivizmi gibi “strateji sefili” perspektifler sıkı bir polemikle serimlenmektedir kitapta.
Kısa kısa da olsa paylaştığım tüm bu değiniler, elbette kitabın sınırlı bir yüzünü göstermektedir.
Marksizm ve Siyaset, göz korkutan konuları okuyucuya keyifli, akıcı bir dille sunmayı başarmıştır. Soyer’in şiirsel ifadeleri, zengin imgelem ve metaforları, edebiyata, mitolojiye uzanan epigram ve göndermeleri iştah kabartmaktadır…
Daha ayrıntılı bir tartışma bu yazının sınırlarını aşmaktadır. Kaldı ki Marksizm ve Siyaset, adından da kendini duyurduğu gibi büyük bir işe girişmiştir. Bu nedenle, birkaç hamlede yutulamayacak kadar kompakttır. Tekrar ve tekrar okumak, farklı farklı bağlamlarda ele almak gereklidir.
Kaynakça
1- Razmig Keucheyan, Aklın Sol Yarısı, Çeviren: Selen Şahin, İletişim Yayınları (2016); s.19
2- Can Soyer, Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem, Yordam (2020); s.18
3- Age, s.45
4- Age, s.238