Çoğu zaman güncel olanın hayhuyundan daha derin meselelere adlı adınca teoriye bakma şansımız olmuyor. Yine de “güncellik” kaprisli bir sevgili gibi isteklerini dayatırken kuram da okuma listeleri arasında kendine yer bulmaya çalışıyor. Son dönemde görmüşsünüzdür, çeşitli başlıklarda okuma listeleri, anlama kılavuzları, temel eserler vb. yeniden hatırlanır hale geldi.
Konu toplumsal cinsiyet olunca da uzun bir liste yapmak yerine, okuma için yolları ve kavşakları tarif etmek, bu yol ve kavşaklardan kimi örnekler vermek daha makul görünmektedir.
Klasik Marksist kaynaklar: Bize bir yöntem gerek
Kabul edilecektir ki Marksizmin başlı başına bir “kadın sorunu” teorisi yoktur. Yine de Marksizm hem yöntemiyle hem de epistemolojik temelleriyle birincil kaynak olma özelliğini korumaktadır. Mot a mot olarak ele alınmadığı sürece, Marx şunu dedi Engels bunu dedi demeye indirgenmediği sürece Marksizm, feminizmle de dinamik bir ilişki kurmanın anahtarını sunmaktadır.
Marksist klasiklerden süzülen pek çok yöntemsel kategori “kadın davasının” konuları için önemlidir; bütünsellik, determinizm, eşitsiz gelişim (“sürekli devrim” nosyonu); öz ve biçim kavramları, ontolojik kategoriler, tarihselcilik vb
Marksizm bize “kadın sorunu” hakkındaki X ya da Y yaklaşımın yalnızca ne anlattığını değil, anlatılan şeylerin nereye, nasıl yerleştirildiğini, nasıl bir bütün ve nedensellik sunulduğunu da anlamamızı sağlayacak yöntemsel araçlar sunar. Marksizm X ya da Y hakkında hiçbir şey söylememiş dahi olsa bu mümkündür.
Okuyucuya bonus…Yukarıdaki iki paragrafta anlatılanlar için kılavuz türü kitaplardan çok bizatihi K. Marx ve F. Engels’in eserlerini okumak ve sonrasında bu okumalarla ilgili yöntem tartışmalarına bakmak gerekmektedir.
Peki Marksizm yalnızca yöntem mi sunmuştur? Elbette değil. Bu alanda özellikle üç klasik eser okuma listesine alınmalıdır. F. Engels’in Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, K. Marx’ın Etnoloji Defterleri, ve Auguste Bebel’in Kadın ve Sosyalizm’i başucu niteliktedir.
Birinci dalganın kaynakları: Eşitlik ve haklar yeter mi?
Belki de tartışmalı görülebilecek bir tez atarak buradan devam edelim: Marksizmin kaynaklarından biri 19. yüzyılın ilk yarısında beliren erken dönem feminizmidir.
İşin aslı klasik olarak Marksizmin üç kaynağından biri konumundaki “ütopik sosyalizm”, feminizm kavramının icadından, ailenin tasfiyesine ve hatta özgür aşk gibi konulara değin azımsanmayacak bir repertuar oluşturmuştur. Aynı minvalde kadınlar tarafından yazılmış ütopyalar kadınların arzularını, hayallerini ve kimi zaman da somut olarak politik taleplerini yansıtır.
Burada Charles Fourier’in Geleceğin Aşk Dünyasından’ı ve Charlotte Perkins Gilman’ın Kadınlar Ülkesi özel örneklerdir.
Marksizmin doğuş koşullarında henüz adı feminizm olmayan ilk feminist fikirlerden; boşanma hakkı, eğitim hakkı, oy hakkı, ev içi emeğin kolektif hale getirilmesi gibi taleplerden etkilendiğini, eşitlikçi feminist talepleri benimsediğini, feminizmle aynı dünya-tarihsel döneme doğduğunu hatırlamak gerekir.
Buradan devamla birinci dalga feminizmin haklar ve eşitlik temelli yaklaşımını örnekleyen klasik eserler listeye eklenebilir. Bu eserlerde Aydınlanma ve burjuva devrimlerinden süzülen “kadın da yurttaş mıdır” sorusuyla başlayıp eşitlik, eşitsizliğin kökeni, eşitsizliğin çözümü gibi pek çok temel düzeydeki tartışma karşımıza çıkıyor.
Bu klasik kaynaklar içinde ilk akla gelenlerden biri kuşkusuz Mary Wollstonecraft’ın Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi’dir. Dönem okuması anlamında Olympe de Gouges’un yazdığı “Kadın Hakları Bildirgesi”nin ünlü 14. maddesi hatırlanacaktır: “Kadının giyotine gitme hakkı varsa kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır!” Aynı minvalde “feminist incil” olarak anılan ilk eserlerden biri de John Stuart Mill’in Kadınların Boyunduruk Altına Alınması kitabıdır.
Bu kulvarda, kadının eşitlik talebinin neden dünya-tarihsel bir momenti işaret ettiği, Juliet Mitchel ve Ann Oakley’in Kadın ve Eşitlik kitabında özel olarak ele alınmıştır.
Birinci dalga feminizmin çeşitli unsurları liberalizme, sosyalizme ve hatta “oy hakkını” da küçümseyen anarşizme referans kaynağı olmayı sürdürmüştür. Sözgelimi anarko-feminist Emma Goldman’ın Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir kitabı yine okuma listemize alınabilir.
Sosyalist kurtuluşçuluk ve yeni bir çağın muştulanması
20. yüzyıla dönüldüğünde Marksist kadınların “kadının kurtuluşu” sorununa ilişkin pek çok temel eseri gündeme gelmiştir. Clara Zetkin’in, Kadın Sorunu Üzerine Seçme Yazılar olarak derlenmiş makaleleri hem dönemin siyasal polemiklerinin izlerini hem de aileden emeğe, baskıdan cinselliğe pek çok başlığın değerlendirilmesini içerir. Aleksandra Kollantay’in Marksizm ve Cinsel Devrim kitabı da klasik kaynak olarak kabul edilmelidir.
Rosa Luxemburg’un bu alana ilişkin yazdığı çeşitli makaleler ama asıl önemlisi teorik dehası ve militanlığı ile sosyalist kadın kurtuluşçuluğunun önde gelen ismi olarak yaşamı, mücadelesi, hakkında yazılmış biyografiler başvuru kaynağı sayılmalıdır.
Yaklaşık bir çeyrek yüzyıl sonra bu kez bambaşka bir kanaldan, yeni bir kadın çağını muştulayan Simone De Beauvoir olmuştur diyebiliriz. Özellikle Kadın-İkinci Cins serisi eşitsizlik nosyonuna tarihsel, toplumsal, bireysel ve psikolojik boyutlarıyla ama bu kez varoluşçu ve Hegelyan bir felsefe ile yaklaşmayı denemesi bakımından önemlidir. Önemli yöntem tartışmalarını da davet etmenin ötesinde Beauvoir, kadınların tüm yaşamını, çocukluktan yaşlılığa tüm yaşamını, karanlık nokta bırakmak istemeyen bilgece bir tutumla ele almıştır.
Muştulanan nedir? Marksizm ve feminizm hangi yeni yollara koyulmuştur, hangi okumaların izini sürmek gerekmiştir? Haftaya buradan devam edelim…