‘Marksist ekol’ ne oldu?

İnsanın, bir dönem savunduğu bir fikre ya da beklentisine aradan zaman geçtikten sonra dönüp yeniden bakmasında yarar vardır.

Bundan yaklaşık 25 yıl kadar önce, Türkiye’de “yeni bir Marksist ekolün” oluşmasının mümkün ve gerekli olduğunu söylemiştim.   

Bugün bakıldığında görünen durum ise şudur: Böyle bir “ekol” oluşmadığı gibi oluşacağa da benzememektedir…

Devam etmeden önce bir netleşme: Bu tespitin, Türkiye’de devrimci mücadelenin ve sosyalist hareketin yükselme şansıyla doğrudan bir ilişkisi yoktur. Son 40 yıllık döneme bakarsak bugün bu şans her zaman olduğundan daha yüksek görünmektedir; sadece, bu yükselişe Marksist düşünce alanında bir canlanmanın eşlik etmesinin çok güç olduğu söylenmektedir, o kadar… 

***

Şart mı?

Yani Marksizm herhangi bir sol yükselişin olmazsa olmaz koşulu mu?

Kuşkusuz böyle değil. Ancak Marksizm, yükselen  bir solun içinde devineceği ortamların çözümlenmesi, süreklilik taşıyan eğilimlerle gelip geçici olanların ayırt edilmesi ve büyük bir çeşitlilik sergileyen olguların belirli bir eksene oturtulması açısından başvurulabilecek en “donanımlı” sistem olma özelliğini bugün de korumaktadır.  

Kısacası, sol, Marksizmin belirleyiciliği olmadan, bu düşünce yeniden üretilmeden de canlanıp yaygınlaşabilir; ancak bu canlılık ve yaygınlığın Marksist girdiler olmadan şekilsiz, içeriksiz ve istikametsiz kalma ihtimali çok yüksektir.

***

24 yıl önce (Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu) “Marksist ekol”  dedikten sonra Marksizmin hesaplaşması gereken akımları ve yönelimleri şöyle özetlemeye çalışmıştım: Sürekliliği göremeyen, aşırı kopuşçu, dolayısıyla zemin eritici yorumlar… Toplumsal formasyon şemasını çarpıtan sivil toplumculuk anlayışları… Tarihsel gelişim şemasını çarpıtan demokrasicilik anlayışları… Bütünlük fikrini çarpıtan “doğrunun parçalılığı” anlayışları… Sınıf egemenliği gerçeğiyle siyasal mücadele ve siyasal iktidar perspektifini sulandıran “yeni toplumsal hareketçilik” anlayışları…

Aradan geçen 24 yıl içinde Türkiye’de Marksizm, yukarıda sıralanan “anlayışlar” karşısında kendi kapsayıcı, bu anlamda birincil/ilksel olma özelliğini ortaya koyamamıştır. Örneğin, herhangi bir kimlik politikasının Marksizmin çok yönlülüğüne ve zenginliğine sahip olması mümkün değilken Marksizmin her tür kimlik duyarlılığını kendi spektrumuna yerleştirebileceği gerçeği anlatılamamıştır.

Hatta daha kötüsü olmuştur: Avrupa’da başka coğrafyalardan gelenlere dışlayıcı davranılmasından hareketle Marx örneğin Edward Said’e feda edilebilmiş; kadının kurtuluşu ya da ekoloji gibi konularda bugünkü duyarlılıklara hitap etmediği için eleştirilebilmiştir… 

***

Türkiye’de Marksist düşüncenin bu “gölgede kalışının” çeşitli nedenleri olabilir.

Örneğin, Türkiye’de solun en etkili olduğu dönemlerde bile Marksizmin ne ölçüde benimsenmiş olduğu tartışılabilir. Son dönemler için, sınıf hareketindeki gerilemeden söz edilebilir. Türkiye’de Marksist düşüncenin taşıyıcısı olması gereken aydınların yapısı masaya yatırılabilir. Referans noktası olarak yaşadığımız çağın genel kültürel ortamı alınabilir. Post-modern durumların etkilerine işaret edilebilir, vb. vb.…

Kişisel olarak, bu etmenlerden herhangi birine belirleyicilik tanıyabilecek durumda değilim.

O zaman “böyle tecelli etti” deyip geleceğe bakalım:

“Ekol” oluşur mu oluşmaz mı, orası ayrı; ama gününüz Türkiye’si ve görünürdeki geleceği özellikle şu alanlarda Marksist çözümlemeleri davet edecektir:

1) Sermaye birikim süreçlerinin daha kuralsız biçimde, mülksüzleştirici, talancı ve el koyucu yönleri ağırlık kazanarak sürmesi; 2) “Göreli fazla nüfus” ve “yedek işgücü ordusu” olgularının ekonomik ve toplumsal yaşamın her an hissedilen kalıcı öğeleri haline gelmesi; 3) Aynı olguların Bonapartizm-Faşizm karışımı siyasal “projeleri” sürekli gündemde tutması; 4) “Bilimsellik” adına bir dönem es geçilen “yabancılaşma” ve “meta fetişizmi” gibi kavramların her zamankinden daha fazla ete kemiğe bürünerek kendini dayatması…

İlk akla gelenler bunlar oldu.

“Şunlar da var” diye ekler yapılırsa ne iyi olur.

Belki de “ekol” konusunda yeni bir umut doğar…