Leninist bir parti için bazı anımsatmalar....

Türkiye sosyalistleri artık halk tabanları açısından ayrıdırlar. Kürtler kendi halklarıyla politika yapıyorlar. Oy desteği, kitleselleşme, kendini anlatma gereksinimi dışında Türk sosyalistlerine ne bağlı ne de bağımlıdırlar. Hatta, ne de onlarla birlikte hareket etme zorunluluğu hissediyorlar. Sosyalist Kürtlerin bir “Kürt Ulusal Hareketi” vardır ve bu hareket Türkiye’yi hem içeride, hem diğer Kürtler ile birlikte dışarıda, sıkıştıracak, zorlayabilecek güce gelmiştir.

Türkiye sosyalist hareketinin “Türk” ya da “Batı” kısmı diyebileceğimiz parçasıysa, sayıca dikkat çekici derecede fazla küçük geleneksel Marksist partiler yanında, ÖDP, HTKP gibi görece daha büyük, ama yine de “kitlesellik” seviyeleri düşük partiler tarafında temsil ediliyor.

Ancak, küçük olmak ve kitleselleşememek konusunda olumsuz düşünmek gerekmiyor. Esas sorun bunlar değildir. Zaten, partilerin Leninist olanları için, kitlesel etki, kitleselleşme ve kitlesel yükselişe önderlik etme sorunları birbirinden ayrı sorunlardır. Bir Leninist parti, “kitleselleşmeye” zaten uygun değildir. Uygun olduğu durum, kitleye etki etmek ya da yükselen kitleye önder olabilmek olabilir ancak. Bu partiler ne seçim partileridir, ne de içlerine her kesimi alabilecek türden “kitle” partileri. Kitle partisi olmayan bir partinin “kitleselleşmeye” çalışması da çelişik bir durumdur. Çünkü bu türden bir partinin doğasında öncü olmak vardır ve amacı da, doğrudan ve öncelikle kitleselleşme değildir.

Bu partilerin seçim başarısı göstermeleri de haliyle zordur. Çünkü, ne kitlesel partiler gibi örgütlenirler, ne de programları buna uygundur. Seçim sistemi, seçim süreci de zaten kısıtlı bir propaganda dışında bu tür partilere olanak sunmaz. Sunsa bile, karşılığında Leninizm’den vazgeçilmesini talebeder. Böyle bir talep yoksa bile, parti “minimum programı”nı bile bir tarafa atmak zorunda kalır. Ya da, kitleye karşı “monolog” yapılacaktır.

Leninizmi benimsemeyen sosyalist partilerin önlerinde ya Avrupa tipi “sosyal-demokrasi”, ya da “radikal demokrasi” kalır. Bizde ÖDP’nin bu ikinci seçeneğin peşinde koştuğu baştan bu yana biliniyor. Teorik olarak Lenin’i değil, Gramsci’nin Avrupacı yorumuyla, en son da Ernesto Laclau’nun “sosyalist stratejisini”, ya da “radikal demokrasi” talepleriyle dolu bir programı takip etmeleri dışında seçenekleri yok.

Olanaklar açısından, Leninizm’in Maocu yorumunu benimseyip ona bir de Türkiye rengini ekleyenlerin durumuysa en kolay yoldur, ama, başarıları sadece başkalarının başarılı olması anlamına gelebilir. Bu da sosyalizmin başarısı olmaz. Olsa olsa, olmakta olduğu gibi, ilk Kemalist partinin küçük ve radikal yeni partisi olabilir.

Tekrar başa dönelim... Leninist bir parti için Türkiye’de en büyük devrimci olanak ve de görev, bütün olarak işçi sınıfına sosyalizm, Ulusal Kürt Hareketi’ne anti-emperyalizm sunmaktır. Haziran türünden yükselişlerse, sadece ve sadece, bu ikisinin bir araya gelmesinin kamusal alanı, kaynaştırıcı gücü olarak kullanılabilir. Yoksa, üzerine devrim modeli inşa edilmez, edilmemelidir. Haziran yükselişi büyük ölçüde hükümet karşıtı bir gelişmeydi ve polis şiddetiyle patlak verip yayıldı. Haziran’ın tek Leninist anlamı, Türkler ile Kürtleri tekrar birleştirme, yan yana getirme dinamikleri taşımasıydı. Haziran direnişine katılmış bir genç “sosyal medyada” şu mesajı paylaşmıştır: “Devlet ve polis bize burada bunları yapıyorsa, kim bilir Kürtlere neler yapmıştır?”

Haziran yükselişi, kitlelerin birbirini anlaması, kaynaşmaşı, birbirlerine empati duymaları için bir ortam, bir an olduğu için önemlidir. Elbette, hükümetin gösterdiği şiddeti, gözü karalığı da göstermiştir. Kitlelere cesaret vermiş, politik bir deneyim olmuştur. Ama en önemlisi, işçi sınıfının örgütleriyle harekete katılamadıklarını, Kürt hareketinin bir süre sonra harekete mesafe koymaya başladığını da göstermiştir.

Şimdi sorulabilir? Acaba HDP’nin içindeki sosyalistler, örneğn Ertuğrul Kürkçü ve arkadaşları tam da bu önerilenleri mi yapıyor? Kısmen evet! Çünkü, yaptıkları özellikle Kürt Ulusal hareketi’ne Batı’dan “sosyalist” bir katkıdır. Bu katkıyı, bu hareketi Batı’ya taşıyarak ve Batı’dan destek bularak kısmen yapıyorlar. Ancak, Batı’dan getirilen destek de, büyük ölçüde zeten Batı’daki Kürtler ile bazı sosyalistlerdir. Olmakta olan halkların ve sınıfların ittifakını gerçekleştirmekten çok, HDP’ye seçmen ve aydın desteği toplamaktır. Burada önerilen ise açıkça Leninist bir program, işçiler için sosyalizm ve onun geri bir bileşeni olan Kürtler için ilaveten, ama öncelikle, anti-emperyalizmdir.

Türkiye sosyalistleri ve özellikle Leninist olup Türkiye’nin Batı tarafında kalanları için, anti-emperyalizm, bir taraftan AB, NATO, ABD ve İMF-Dünya Bankası ile ilişkiler, Küresel Bankalar, Çok Uluslu Şirketler, diğer tarafta ise, dört ülkeye bölünmüş, bölüştürülmüş Kürtlerin ulusal kurtuluş sorunudur. Kaldı ki Kürt sorunu bölgesel kapsamda ve sosyalist çerçevede çözülmezse, sadece Kürtlerin değil, Türkiye’nin bölünmesi ve her iki halkın, diğer halklarla birlikte ABD-İsrail-İngiltere tarafından kuşatılması demektir. Türkler’den kopacak ya da onlardan ayrı hareket etmeye başlayacak Kürtler, dost ve koruyucu olarak sadece ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünü bulabilirler. Bu da, Türklerin sadece Kürtleri değil, kendilerini de kaybetmelerine anlamına gelecektir.

Leninist bir parti için sosyalizm sadece işçi sınıfının yönetime gelmesini değil, halkların özgürlüğüne kavuşması anlamında da gelir. Türkiye ve bölgemiz örneğinde, zaten ikincisi olmadan birincisi olanaksızdır.

***

Yazımıza Yunanistan’da hükümete gelen Syriza ile ilgili bazı tespitlerle bitirelim: Bu başarı yıllardır ekonomik küçülme yaşayan, kemer sıkan, görece örgütlü bir toplumda, AB üyesi, on milyon nüfuslu bir Balkan ülkesinde olmuştur. Esas hedefi halk yararına borç pazarlığı yapmak, “kemer sıkmaya” son vermektir. Liderinin yaşı, hal ve tavırları sempatiktir. Ancak, Yunanistan Komünist Partisi daha ilk günden haklı ve sert eleştiriler yapmaya başlamış, hükümet olmuş bu hareketi daha ileri ve daha tutarlı olması için itmeye başlamıştır. Avrupalı sosyal demokratlar ise, diğer burjuva partileriyle birlikte gülümsemekte, Syriza’ya seçimler bitti, fazla ileri gitme, AB’nin kurallarına uy, borcuna sadık kal, demektedir.

Leninist bir parti için Syriza, Latin Avrupa, Balkanlar ve Doğu Avrupa’nın, Almanya-Fransa-İngiltere merkezli Avrupa ve AB’nin iç emperyalizmine gösterilen tepkilerden biridir. Avrupa’nın çeperi Alman malları, bankaları, şirketleriyle doludur. Avrupa pazarı Alman Markı’nın yeni hali Euro ile çalışmaktadır. Syriza, kitlelere AB’nin emperyalist bir blok olduğunu, bu bloğun merkezinin de Almanya olduğunu göstermiştir. Ama, böyle bir AB’nin üyesi bir ülkede, daha ne kadar radikal olunabilir, ileri gidilebilir, onu da gösterecektir.

Syriza, Leninist bir parti için, elbette Lenin’in “zayıf halka” teorisini de tekrar düşündürtmüştür. Ancak, halkaların zayıflığının yeterli olmadığını, büyük ve bilinçli olmaları gerektiğini de.

***

Leninist parti, katıldığı tüm ittifak ve platformlara rağmen, ayrı bir parti olarak, sosyalizmle anti-emperyalizmi birleştirmeye çalıştığı sürece başarılı olabilir. Başarısını ise, kitleselleşmesiyle değil, kitlenin belli parçalarını etkileme ve sonunda da en ilerici olanlarına önder, öncü olabilmesiyle gösterebilir. Bu türden bir parti, ancak devrimci bir durumda esas işini görebilir. Böyle bir durumdan önce de, sadece “hazırlık” yapar, programını geliştirir, şartlara uyarlar, öncü kadrosunu yetiştirir, korur ve açık konuşalım, sonunda da “avcı” gibi bekler.

Donanımlı halde, en stratejik yerlerde ve zamanlarda, en tarihsel kararları verecek şekilde...

Ama bu daha sonra...

****

Önce, çok daha önce, anti-kapitalizmle anti-emperyalizmi, birlikte, sosyalist mücadelenin temel bileşenleri görerek....

***

Sosyalizm mi? Kürtlerle birlikte ve onlar olmadan asla!