İslam’ın yayılmasında en büyük katkıyı sunanın Muhammed peygamber olduğu kabul ediliyorsa, ikincisinin Amerika olduğunu söyleyebilecek durumdayız. Nisan 1947’de Cumhuriyet gazetesi, Truman Doktrinini ve Türkiye’ye Amerikan yardımı kabulü müjdesini ön sayfada şeyh resimleriyle birlikte veriyordu; ardından imam hatipler ile zorunlu din derslerinin geldiğini biliyoruz. Amerika, Mısır’da Nasır’ı, Afganistan’da Sovyetler’i geriletmek için yobazizmi destekledi; sonra 12 Eylül’de, yükselen sol harekete ve Kemalist Cumhuriyet’e karşı Türkiye’ye saldı, hemen sahiplenen sermaye ile birlikte azizler katındadır. Yalnız şimdi bir sorunları var, şişeden çıkardıkları cin içeri girmiyor, Amerika’dan “yürü ya kulum”unu alan, kendi halifeliğine koşuyor. Bir tuhaf heretizm diyebiliyoruz. Ve diyalektik mi, bilmezler, laisizmi bilemektedir.
12 Eylül: İran’a cevap
Alain Frachon ve Daniel Vernet’nin “L’Amérique messianique: Les guerres des néo-conservateurs”, “Mesyanik Amerika: Neo-konservatiflerin Savaşı” adlı kitabında anlatılanlar, Obama’lı, Erdoğan’lı, Işid’li günümüz sahnesinde yeni bir anlam kazanıyor, bir başka yüzünü gösteriyor da diyebiliriz. Soğuk Savaş’ta nükleer konusundaki görüşleriyle Stanley Kubrick’in ünlü Dr. Strangelove filmine konu olan ve neo-konservatiflerin gelmiş geçmiş en ünlü isimlerinden olup 1985’te Ronald Reagan’dan Başkanlık Özgürlük Madalyası alan Albert Wohlstetter, Amerika’nın İran’daki Sovyet etkisinin önüne geçmek için başa getirdiği Şah’ın düşüşünden hemen birkaç gün sonra İstanbul’a geliyor ve Boğaz’da, içlerinde Türkler’in de bulunduğu anlaşılan davetlileriyle yemek yiyor. Yemekli toplantının konusu, İran Devrimi ve Türkiye’dir. Amerika İran’ı elinden kaçırdığı gibi bir de büyük darbe yemiş durumda, bir sonraki darbe Türkiye’den mi gelecek; davetlilerden biri, “craignant pour la Turquie le sort de l’Iran”, İran’ın kaderinin Türkiye’nin de kaderi olacağından korkarak soruyor: “Est-ce le prochain problème?”. Bir sonraki sorun Türkiye mi olacak, Wohlstetter “Hayır,” diyor, “c’est la réponse au probleme!”, Türkiye soruna yanıt olacak. Darbeyi Amerika değil, Türk halkı yiyor: Wohlstetter’in akıl hocalığında, İran’daki Amerika-İsrail karşıtı Humeyni İhtilali’ne nazire Amerika-İsrail yanlısı İslami bir darbe gecikmiyor. Amerika, İran Devrimi’nin karşısına, kendi Sünni İslam darbesi ile çıkmıştır; mezhep çatışması dedikleri düpedüz sınıf çatışmasıdır ve apaçık önümüzde duruyor, Amerikancı Sünni İslam küresel sermayenin silahıdır.
Şişedeki cin
Ancak, Amerika’nın komünizme, Arap milliyetçiliğine ve İran Devrimi’ne karşı kullandığı bu silahın kontrolden çıktığı bir dönemdeyiz, ve vurduğu yalnızca İkiz Kuleler olmuyor. Afganistan’daki projenin mimarlarından Brzezinski 2006’ya gelindiğinde, şişeden çıkarttıkları cinin bir problem olmaya başladığını kabul ediyor, ancak sınırlı bir etkisi olduğunu savunuyordu. Alman Der Spiegel dergisine verdiği uzun mülakatta, “Sorun ciddiye alınmalı, ama yalnızca Ortadoğu’da ve Ortadoğu’nun doğusunda etkin olan bölgesel bir tehlikedir,” diyordu ve bugün Amerika’dan Fransa’ya tüm televizyon kanalları kendi vatandaşlarının IŞİD’e katılış hikayeleri ile eve döndüklerinde beraberlerinde getirecekleri tehlikeleri anlatmaktadır. Bu incelemenin yazıldığı günlerde, İngiltere Başbakanı David Cameron Türkiye ziyaretindeydi ve Erdoğan ile görüşmesinde IŞİD’e katılan İngiliz vatandaşları ile sınır güvenliği meselelerinin gündeme geldiği haberleri veriliyordu. Sözünü ettiği sınır, tüm dünyanın Erdoğan eliyle IŞİD’e koruyucu şemsiye haline getirildiğini kabul ettiği Türkiye sınırıdır; sınır değil kevgirdir ve savaşın başından bu yana “şahin” kanatta yer alan İngiltere dahi, artık Erdoğan’dan IŞİD’e desteğini kesmesini istemektedir.
Halk korkusu
Yalnızca IŞİD değil; Arap Baharı İslam kışına dönüştü, her ikisi de Batı’nın koyduğu isimler oldu. Gezi olaylarının patlak vermesinden bir ay sonra ve artçı sarsıntıları devam ederken, Amerika’nın ünlü Brookings Enstitüsü, “Turkey, Tunisia, Egypt: Dismantling the Islam State” raporunu yayınlıyordu, dismantle’ı “tasfiye” ya da “sökme” olarak çevirebiliyoruz ve Amerikan gazetelerinin Obama’nın IŞİD’e karşı savaş ilanını aynı ifade ile “dismantling the Islam State” verdiğini not düşmek önemlidir. Elbette Obama IŞİD’den, ve Brookings raporu Türkiye, Tunus ve Mısır’daki islam devletlerinden söz ediyor, ancak arada geçişlilik bulunuyor. Brookings raporunda, Gezi’nin ağaç kesilmesine değil, Taksim’in göbeğine cami yapma ısrarına karşı olduğu, hissedilir bir korku ile kaydediliyor ve “tasfiye” ya da “söküm” işini halkların yapmasından duyulan korku var; çok geç olmadan, acilen “reform” yapılmalı, çağrı budur ve Mısır için pek geç olduğunu söyleyebiliyoruz. Talihin bir cilvesi, raporun yayınlandığı tarih, 3 Temmuz 2013, aynı zamanda Mısır’da Müslüman Kardeşler’in halk ayaklanması ve ordu müdahalesi ile iktidarından indirildiği gün oluyor. Bir yıl sonra, aynı Müslüman Kardeşler’in Tunus’ta da iktidarı kaybettiğini biliyoruz. Amerika’nın fazla palazlanmış ve şımarmış çocuğu islam artık başıbozuk’tur ve kendi başına, söz dinlemeden hareket ettiğinde yarardan çok zarar getiriyor; Amerika eliti ve bu arada İsrail, özellikle Mısır söz konusu olduğunda, Amerika’nın, başladığından kötü bir yerde olduğunu kabul etmektedir.
Malala ile Erdoğan
Truman döneminde, televizyonlarda, afişlerde komünizm bir canavardı; dönemin Senato Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Arthur K. Vanderberg, “Amerikan halkını cehennemle ürkütmek” diyordu. Türkiye de bu hikayede, pek hak etmese de, Yunanistan’ın yanında, komünizme karşı korunması gereken bir “damsel in distress” oluyordu. Bugün ise komünizm cehenneminin dehşet öyküleri, yerini IŞİD’in kelle kesen görüntülerine bırakıyor ve Nobel Barış Ödülü, kızların eğitim hakkını savunduğu için Taliban tarafından vurulan ve ileride Pakistan’ın başbakanı olmak istediğini söyleyen 17 yaşında bir Pakistanlı kız çocuğuna veriliyor. Bu kez cehennem ve “kurtarılması gereken kız” gerçektir, ve ne acı, 17 yaşındaki Malala’nın başarısı Taliban tarafından vurulmak oluyor. Amerika, kendi yarattığı cehennemde, spotu 17 yaşındaki Malala’ya çevirdiğinde ise, Amerikan basınında Erdoğan’a bu kez elbette “damsel in distress” değil, canavarı besleyen kötü adam rolü kalıyor; tarihin öcü diyebiliyoruz.
Oyun içinde oyun
Artık Amerika için, IŞİD’e karşı savaşındaki en büyük engellerden biri ve hatta bir numaralı sorumlusu, Amerika’nın Ortadoğu’daki Sünni oyunu içinden kendi oyununu çıkarma peşinde koşan ve tam da bu nedenle IŞİD’den vazgeçemeyen Tayyip Erdoğan’dır. 2014’ün Kasım ayında, Erdoğan’ın krizlerini gittikçe daha sık tetikleyen New York Times gazetesi, Erdoğan’ın kendisini halife sandığını ya da “Sünni halifelik hayali kurduğunu” yazdı. Makalenin yazarı, New York Times’ın ünlü Ortadoğu analistlerinden Thomas L. Friedman’dı. Friedman’ın bir diğer özelliği ise, analizlerinde Freudien bakış açısını benimsemesiydi; Erdoğan’ı psikolojik bir vaka olarak ele alıyorlar. Tutarlıdır; Erdoğan oyun içinde oyun peşinde koşuyorsa, Amerika’nın Sünni devriminden kendisine halifelik çıkarma hayalleri kuruyorsa, Sünni Işid ile savaşamaz, ayak diriyor, diremek zorundadır. Oyun içinde oyun peşinde mi, Erdoğan, Arap Baharı boyunca çok esip gürledi ama yalnızca tek bir liderin devrilmesi için varını yoğunu ortaya koydu: Halife olma hayalleri varsa, diğerlerine değil ve ancak Alevi Esad’a açık savaş açabilir. Oyunsa, kuralları var.
Primesident the “caliph”
Ertuğrul Özkök, Papa ziyaretinden bir gün önce Hıristiyan alemine “bindirdikçe bindiren, ne islamofobikliklerini, ne ölüseviciliklerini bırakan” Erdoğan’ın, “İslam aleminin halifesi gibi” davrandığını not ediyor. Hürriyet’in yelkenlerinin, rüzgar Batı’dan esmedikçe şişmediğini biliyoruz. Ancak yalnız değil; Doğu’nun Batılı sesi Al Monitor’de de Suudiler’in Erdoğan’ın halifelik arzusundan rahatsız olduğu haberlerini okuyoruz. Kral ve oyun çıplaktır.
Brzezinski dönüşü
Bu yazıyı, Amerika’nın yoğunluklu İslamizasyon projesinin başlatıcılarından Brzezinski ile kapatmak uygun görünüyor. 2006’da radikal islam’ı yalnızca bölgesel bir tehdit olarak gören Brzezinski, Kasım 2014’te çıktığı televizyon programında radikal islamın büyük coğrafyalara yayıldığını ve müdahale edilmezse yayılmaya devam edeceğini söyledi ve ekledi, “Önümüzdeki 20 yıl boyunca İslam’la savaşacağız”. Aynı programda Erdoğan için sözleri ise şunlar oldu: “Erdoğan is going through an evolution. He is a president elected in the Kemalist tradition but step by step he is a moving towards a restoration of the religious preeminence, preeminence of Islam”, Erdoğan islam egemenliğine dayalı bir restorasyon yolundadır; “Good morning after supper”, günaydın bile değil, tünaydın, ancak Brzezinski’nin kabulü ayrı bir yere oturmaktadır.
Amerika laiklik getirir mi, elbette hayır, Brookings raporunda da görüldüğü gibi, Amerika’nın bölgede laiklik korkusu islam korkusundan fazladır. Ancak, kendi planlarında ayaklarına dolanmaya başlayan ve daha kötüsü ölçüsüzlüğü ile bölgede yeni Aydınlanmacı çıkışlar tetiklemesi tehlikesini saptadıkları islamı budamaya, ve bazı örneklerinde de Brookings dili ile “reformdan geçirmeye” acil ihtiyaç tespit etmektedirler.
Esad’ı izlerken
Erdoğan ile uzlaşmalı çırağı Davutoğlu, Batı tarafından yirminci kez reddedilmelerine karşın “güvenli bölge” diye bağırdığında, bu bölgede IŞİD’ci yetiştirmek istediklerinden kimsenin kuşkusu olmadığı için, artık kimseler dinlemiyor. Bir zamanlar, Time dergisinin “Yılın kişisi” anketlerinde baş köşeye oturtulan Erdoğan, bu yıl, düştüğü sıradan Esad’ın listede kendisini geçişini izliyor. Amerika son Ortadoğu seferinde bir yanda Rusya-İran-Suriye cephesi ile, diğer yandan kendi cephesindekilerin beceriksizlikleri ve ölçüsüzlükleri arasında sıkışmış durumdadır; İslam’a karşı Ortadoğu hamiliğini, Rusya-İran-Suriye cephesi karşısında başarı kazanabilecek güçler toplamak ve yetiştirmek, bunun için kendi cephesini bir yandan genişletirken bir yandan da ona çeki düzen vermek için kullanma arzusu olduğu görülüyor. Amerika, bu sıkışmışlık içinde ve Mısır ve Tunus’ta sineye çekmek zorunda kaldığı karşı-bahar hareketlerinin yayılmasından korku ile ölçüsüz İslamcılık oyununu değiştirmek zorunda kalmış ve Erdoğan ise, “oyun içindeki oyununu” kaybetmiştir.
Suriye seferinden mezar taşlarına
Zorunlu Osmanlıca dersine, dedelerinin mezar taşlarını okumak ve okutmak için ihtiyaçları varmış, demek mezar taşlarına ve tarihe meraklılar. Amerikan şemsiyesi altında, Amerika’ya rağmen Suriye’ye kendi seferlerine gitmek isteyenler, gene Suriye zaptı hayalleri kuran Menderes’e bakabilirler. Tarih, hayal ve oyun dinlemiyor. Halklar hiç dinlemiyor.
Büyük savaş
Yanılgıya düşmemek gerekiyor, medya medyalıktan ve seçimler seçimlikten çıkmıştır, eğitim yalnızca cahilleştirmek için vardır, Amerika ile sermayenin onlarca yıllık islamizasyon projesi akılları önemli ölçüde teslim almıştır; ancak yaşama güdüsüne dokunamıyor ve halklar, Mısır’da, Tunus’ta, Gezi’de, hayır yaşam tarzı’nı değil, işte bu yaşama güdüsünü kuşanıyor. Laisizme dönüş var, Haziran’a açılıyor. Amerika’nın korkusu ve Erdoğan’ın gittikçe hiddetlenen kavgası bundandır.
Erdoğan, tarihin kurallarını olmasa da, savaşın ciddiyetini kavramış görünüyor; bundan sonrası aynı ciddiyeti devrimcilerin kavrayıp üstlenmesine kalıyor. Amerika’nınki çok ayrı, ve bizim savaşımız kapıdadır.