'Kürt solu'nun eylülü bizim haziranımız

Bu yazı 12 Eylül gününde 1 Haziran'ı anlatır...

Sosyalist Hareket ve Kürt Hareketi arasında 80'lerin ikinci yarısı ile 90'ların ilk yarısındaki eleştiri ve tartışma konularını hatırlayalım. Bugünkü tabloyla kıyaslandığında farklı bir durum, bir çelişki söz konusu değil midir?

Örneğin, bundan 20-30 yıl önce herhangi bir PKK kadrosuyla (Kürt entelijansiyası) hangi model sosyalizm başlığını değil, üzerinde ortaklaşılan Sovyetik modelin birlikte mi yoksa ayrı mı kurulması gerektiğini konuşurdunuz.

Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı sosyalist olmanın lazım şartlarından biri sayıldığı için, hak mıdır değil midir veya konjonktürel olarak ilerici mi yoksa gerici mi nitelik taşır, bunu tartışmazdınız.

Emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele hakkında büyük ölçüde benzer düşünürdünüz. İki tarafın da temel metinlerine sosyalizmin politik dili hakimdi. Sınıf mücadelesi kara deryaların feneriydi, “Zonguldak-Botan el ele” maden işçilerinin yürüyüşlerinde öne çıkan sloganlardan biriydi...

Sovyetler Birliği'nin dünyayı terk etmediği o zamanlarda, ulusal kurtuluşçu olmakla sosyalist olmak arasındaki fark yok denecek kadar azdı. Mesela, 1988 yılında Batman'daki İslamcı Kürtler, Halepçe katliamıyla ilgili değil de Bulgaristan Türklerine yapılan haksızlıklarla ilgili eylem yapardı. Yoksa Allah korusun adınız komüniste çıkardı.

Sosyalist hareket ve Kürt hareketi geçmişte şimdiye nazaran daha fazla ortak gündeme ve benzer siyasi eğilime sahipti. Buna rağmen, “Türk ve Kürt solu”nun birlikte parti kurma cehdi veya Türkiye solunun Kürt hareketinin siyasi gücüne tabiyeti şimdikine göre çok daha azdı.

*****

Geçmiş ve bugün arasındaki çelişmenin bir açıklaması var kuşkusuz...

'Kürt solu'na ve PKK'nin kurucu kadrolarına aydınlanma ve sosyalizm mayasını Türkiye İşçi Partisi çalmıştı. Doğu Mitingleri ve 12 Mart darbesi sonrasındaysa Kürt solcuları arasında, kendi coğrafyalarında bağımsızlık kazanma ve sosyalizmi inşa etme fikri ana akım siyasi süreçleri belirlemeye başladı.

Dolayısıyla PKK 1978 yılında kurulduğunda “sosyalist ayrılıkçı” bir programatik hatta oturdu. Ekim Devrimi sonrasında ve soğuk savaş döneminde SSCB'nin ulusal kurtuluşçu hareketlere verdiği destek, emperyalizmin yayılmacılığına karşı direnç odakları oluşturuyor, sosyalizm düşüncesini meşrulaştırıyor ve ulusal hareketler için de başarının yolunu açıyordu. Ulusal hareketlerin programlarında sosyalizm hedefinin yer bulmasının böyle bir pragmatik nedeni de vardı.

PKK'nin talihsizliği ise bu sürecin sonuna yetişmek oldu. Çünkü birçoğu Latin Amerika ve Afrika'da bulunan ve anti-emperyalist nitelik taşıyan ulusal hareketler, 70'li yılların sonuna doğru sonuca ulaşmış durumdaydı...

Sonra 12 Eylül...

PKK'nin 12 Eylül faşizminin dağıtıcı etkisinden kendisini en iyi koruyan örgüt olduğu çok yazıldı, söylendi. Ancak “Kürt solunun 12 Eylül'ü” biraz gecikmeyle 11 yıl sonra geldi: Sovyetler Birliği'nin çözülüşü sadece dünya sosyalist hareketinin değil, ulusal kurtuluş mücadelelerinin de ideolojik ve siyasi karakterini önemli ölçüde değiştirdi.

PKK çözülüşten sonra programatik yapısında köklü bir değişikliğe (Marksizmin reddine) gitti ve bölgesel bir güç olmak için kapitalist dünyada yer aramaya başladı. Mevcut tabloda PKK'nin bölgesel hedeflerine, ittifak unsurlarına ve güncel politik tutumuna baktığımızda 12 Eylül'ün “Kürt solu” açısından henüz bitmediğini söylemek ise yanlış olmaz.

12 Eylül'ün üzerinden 34, “Kürt solu'nun 12 Eylülü”nün üzerinden 23 yıl geçti ve geçen sürede sosyalizm ile Kürt ulusalcılığı arasındaki siyasi veya kuramsal kesişimler büyük ölçüde ortadan kalktı.

Bu nedenle kendisine Marksist veya sosyalist diyen bir öznenin Kürt hareketiyle örgütsel birlik arayışında olması garip değil midir?

Yahut doğru, akla uygun ve devrimci olan, eski ve kaba ifadesiyle “Türk solu”nun, “Kürt solu” ile birlikte, ortak düşmana karşı mücadelenin koşullarını yaratacak bağımsız ve etkili bir güce sahip olmaya çalışması değil midir?

*****

Peki bizim cephemiz..?

Sosyalist hareket açısından 12 Eylül örgütsel likidasyonun, politik tükenişin ve Marksizm dışı ideolojik arayışların katalizörü oldu. Darbe, sosyalizm mücadelesiyle emekçiler arasına korku duvarı inşa etti. Gençler apolitizmi “modern” ve “üstün” bir kimlik olarak öğrendi. Bireycilik toplumculuğun efendisi oldu. Güçsüzleşen sol kendi ortodoksisini yitirdi ve daha güçlü olana bağımlı hale geldi...

Artık geçelim bunları...

Bizim 12 eylülümüz bir haziranda bitti...

Yani... Hani biz şimdi ferahfeza, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, “Buz kırılmış devrimimizin yolu açılmıştır yoldaşlar” diyoruz ya...

Hani biz şimdi partimize Halkın TKP'si adını veriyor ve komünist hareketimizin emekçi halkla buluşup ayağa kalkacağını söylüyoruz ya...

Hani biz şimdi caddeleri ateşe veren inşaat işçilerini görünce “kelebek kendini şamdanda yakarmış” diyerek o ateşe koşuyoruz ya...

Haziran'da Eylül'ün bittiğini gördüğümüz içindir...

Korku duvarının yıkılışına güç verdiğimiz, gençlerimizin “başlarım apolitizminize” dediğini duyduğumuz, her bireyin Gezi'de yurttaşlarıyla ekmeğini paylaştığına tanık olduğumuz içindir.

Sosyalizmin tercihe şayan olduğuna, sosyalistlerin kimsenin peşine takılmadan birlikte yürüyeceğine, dostlarımızla, komşularımızla sık sık selamlaşacağımıza inandığımız içindir...