Kürt çözümünde yeni dönem ve yeni toplumsallık...

Kürt sorununa çözüm süreçlerinde yeni bir dönemin başladığını ve paradigmanın belirginleştiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle, Abdullah Öcalan'ın hazırladığı ve Kasım sonunda kamuoyuna yansıyan “çözüm taslağı”nın da, bu yeni dönemin genel çerçevesiyle değerlendirilmesi doğru olur.

Yeni dönemin -Kürt sorunu özelinde- en dikkate değer ve tayin edici özelliği, Rojava'nın (dolayısıyla PKK'nin) uluslararası siyasetin kabul edilir bir öznesi haline gelmiş olmasıdır. Bu vesileyle Türkiye'deki Kürt sorunu tartışmaları, bölgesel dinamikleri etkileyen (ve ondan etkilenen) bir unsur haline gelmiştir.

Ayrıca; Bağdat'ın, Erbil'i hem lokal inisiyatifi ve maddi haklarıyla, hem de Türkiye ile kurduğu ilişkilerle kabul etmesi, İran'ın kendi Kürtleriyle temas kurması, AKP'nin ise Osmanlı'ya dönüş cehdinde ağırlığı içeriye vererek, diğer yandan stratejik hedefine taze kan arayışına girmesi ve bu çerçevede Bağdat-Erbil ile olan ilişkilerini güçlendirme gayesiyle harekete geçmesi bölgedeki diğer önemli gelişmelerdir.

Ortadoğu siyaseti söz konusu olduğunda, bu gelişmelerin hiçbirinin mutlak belirleyen ve diğerinden bağımsız olmadığı, üstelik bölgenin ciddi bir kaos birikimini barındırdığı da doğrudur. Ancak, şu an için görünen tablo kabaca yukarıdaki gibidir.

*****

Dolayısıyla şunu da söyleyebiliriz; Öcalan'ın hükümete ve Kandil'e önerdiği ve hayata geçirilirse birkaç ay içinde Kürt sorununu köklü biçimde çözeceği söylenen dört başlıklı çözüm taslağı da, bu yeni dönemin ölçütleriyle güdülenmiştir. Taslağın sadece Türkiye değil, Ortadoğu için de hazırlandığının Kürt hareketi tarafından özellikle vurgulanması ve “demokratik özerklik” talebinin en önemli tartışma konusu haline gelmesi de bu söyleneni destekliyor.

Türkiye Kürtlerinin resmi bir statü elde etmesi yönündeki tartışmaların, bu “yeni dönem”in en önemli başlığı olacağı söylenebilir. Zaten, bölgedeki gelişmeler ve “Rojava etkisi” dikkate alındığında; adı isterse farklı şekilde konulsun ama, PKK'nin demokratik özerklik değerinin altında bir zeminde uzlaşması, inisiyatif kaybetmesine yol açacaktır.

Öyleyse, bölgede kazanamayan bir AKP'nin, içerde taviz vermemesinin sonucunun yeni bir Kürt savaşı olması ihtimaller dahilindedir. AKP tarafından halihazırda yapılmak istenen ise; görüşme masasını ve çatışmasızlık koşullarını koruyup kontrollü bir gerginlik ve müzakere düzleminde, en azından seçimi atlatmaktır. Daha önce benzer kimi denemeler yapmış ve “başarmış” olan AKP'nin, Türkiye ve bölgenin bugün içinde bulunduğu olağanüstü şartlar düşünüldüğünde, önceki kadar avantajlı olmadığı ve PKK'nin kendisini seçim öncesi dönemde ciddi biçimde baskı altına alacağı da söylenebilir.

Bununla birlikte, AKP'nin PKK'yi, “affedilmesi gereken kötü çocuklar örgütü” olarak değil, bir bölgesel güç (iktidar) ağırlığıyla kabul edip masaya oturması, dönemin ruhunun, diğer bir deyişle “üst akıl”ın AKP'den istediğidir ve zamanın geldiği salık verilmektedir.

Şimdi durumu özetlersek; Rojava'nın özerk devlet, Barzani'nin bağımsızlık konusunu gündeminde tuttuğu bir Kürt siyasasında, PKK'nin Türkiye'de yerel inisiyatifini resmileştirmek isteyeceği öngörülebilir. “Kandil'in uyumsuzluğu” olarak dile getirilen ve İmralı ile açı olduğuna kanıt sayılan açıklamaların nedeni böyle okunabilir. Öte yandan, Öcalan'ın dört ana başlık ve 66 maddeden oluştuğu söylenen son taslağıyla ilgili verilen tepkilere göre; Kandil ve İmralı arasında bir yaklaşım ve beklenti farkı olmadığı da görülmektedir.

*****

“Sürecin nesnel okuması”, yani konunun iki belirleyici özne açısından kıyaslanması bu biçimde özetlenmiş olsun. Ancak meseleye, emekçi sınıfların çıkarları penceresinden ve sosyalist bir perspektifle baktığımızda farklı bir değerlendirme daha yapmak gerekiyor.

Birincisi, konunun güncel analizinde; iktidarın ya da Kürt muhalefetinin yaklaşımını anlamak için öncelikle bölgesel faktörleri hesaba katmak ve bu faktörleri örneğin seçim, başkanlık sistemi gibi tartışmalarla aynı potada eritmek daha doğrudur. Zira AKP'nin veya PKK'nin yönelimlerini belirleyen etmenler, -konjonktürel olarak- bu iki öznenin bölgesel projeksiyonları ve güç ilişkileriyle belirlenmektedir.

İkincisi, Türkiye halkları için bugün engel olunması gereken birincil tehlike, AKP düzeni ve onun temsil ettiği gericiliktir. Kimi anketlerde sıkça rastlanan, “Türkiye'nin en önemli sorunu nedir” sorusunu an itibariyle topluma yöneltseniz, çoğunlukla verilecek cevap “dinsellik”, “yobazlık” ve “diktatörlük” gibi kavramları içerecektir.

Bu nedenle, Kürt sorununun bir biçimde çözümünün Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlayacağı tezinin, verili durumda tamamen geçersizleştiği de söylenebilir.

Bu tespit, Kürt Siyasal Hareketi'nin ilerici nosyonuyla, Kürtlerin taleplerinin “hak edilmişliğiyle” yahut barışın önemli olmasıyla ilgili değildir. Kürt sorununun bir çözüme ulaşması ve savaşın bitmesi kuşkusuz önemli ve istenmeli lakin bu sonuç Kürtlerin mevcut durumuna karşı bir demokratik adım gibi görülse dahi, Türkiye'nin bir bütün olarak demokratikleşmesine veya özgürleşmesine yol açmayacaktır.

Çünkü, AKP'nin Türkiye halklarına ve ülkenin ilerici değerlerine dönük saldırısı çok açık biçimde görüleceği üzere Kaf dağına ulaşmıştır ve Kürt siyasetinin tek başına Bahr-i Muhit'in derin sularında kürek çekerek AKP gericiliğini aşamayacağı da ortadadır.

Çünkü, AKP'nin, toplumsal yapıyı bir bütün olarak dini kurallara göre ve şiddeti de istisnasız kullanarak dönüştürmeye çalışması, ancak ülke sathında yürütülecek bir aydınlanma ve özgürlük mücadelesiyle engellenebilir.

Çünkü, İstanbul'un okullarında, altı yaşındaki çocuklara türban-takke takılıp din ve hurafe anlatılırken, Şırnak'ta ayrıca Kürtçenin de öğretiliyor olmasının, geçmişe göre daha az “demokratik” yahut “modern” olacağı fikrine herhalde itiraz edilmeyecek ve bu durumda AKP ile kurulacak “olumlu” ilişkilerin iktidarın adımlarının meşrulaştırılması amacıyla kullanılacağı görülecektir...

Ülkenin her bir parçası karanlığa itilirken, Kürdistani bir çözümün (örneğin demokratik özerkliğin) Türkiye'nin en önemli demokratikleşme kanalı olacağını ve “eşit yaşam”ı sağlayacağını düşünmek, olayları Kürt ulusal çıkarlarını merkeze koyarak değerlendirmenin neden olduğu bir yanılsamadır ve sınıfsal bir bakış açısına tekabül etmediği kesindir.

Üçüncüsü, her geçen gün güçlenen ve önü açılan bir devrimci irade daha vardır. O da, Türkiye'de AKP eliyle kök salmaya çalışan karşı-devrimci öbeğin karşısında ayağa kalkan yeni toplumsallığa güç verip, yeni bir düzenin ve “eşitlikçi çözüm”ün yolunu açmaktır.

Bu çerçevede son olarak; HDP'nin seçimde barajı aşarak parlamentoya güçlü biçimde girmeyi hedeflediği ve sosyalistlerin, ilericilerin desteğini talep edeceği önümüzdeki dönemin turnusol kağıdı ve lazım şartı, AKP düzenine karşı ortaya konulacak program ve mücadele kararlılığı olacaktır...