'Kültürleşme' üzerine…

Geçen yazıda,  düzen karşıtı tarihsel bir hareketin birleştirici gücünün bugünkü toplumun acımasız eleştirisi ve gelecek toplumun bugünden filiz veren nüveleri üzerinden geliştirilecek, uğruna savaşmaya değer, gerçekleşebilir, kitlelere nüfuz eden bir yeni toplum düşüncesi olabileceğini, bunun için de bir tür devlet işlevi, toplumsal mühendislik aracına dönüşen “eğitim” den çok, kültür ve özellikle de “kültürleşme” kavramı üzerine düşünmenin ufuk açıcı olabileceğini kaydetmiştim. 

Buradan devam edelim ve “eğitim” den başlayalım. Latince educe’den gelen, Batı dillerine education olarak yerleşen bu kavramın kök anlamı, bir insandaki saklı (latent) ya da potansiyel yeteneklerin ortaya çıkarılması,  geliştirilmesi etkinliğidir. 

Sanayi Devrimi ve Aydınlanma,  insanlık tarihinde ilk  kez, “üst”, “yüksek” denilen, okur yazarlıkla, kitapla, eğitimle edinilen “bilgi”nin bir azınlığın tekelinden çıkıp tüm yurttaşlara ait olduğu bir toplumun kapılarını açmıştı. 

Ne var ki, Aydınlanmanın ışığı kapitalist kâr düzenine fazla geldi. Eğitim, kök anlamının tam karşıtı bir anlam kazandı: Yetişkinlerin ve elbette sermaye düzeninin istediği şeylerin “öğretildiği”, istenmeyen şeylerin bastırılıp yasaklandığı bir talim (öğretim, yetiştirme) ve terbiye (alıştırma, dizginleme) etkinliğine dönüştü. 

Toplumsal, kamusal bir etkinlik olarak eğitimin yaşamsal önemi yadsınamaz. Canlılar dünyasının büyütülmeye, yetiştirilmeye en muhtaç, ama aynı zamanda soyut düşünmeye, öğrenmeye, üretmeye, yaratmaya açık tek türü olan insan yavrusunun yetişkin insan olması büyük ve aslında toplumsal bir emek istiyor. Öte yandan, sınıflı toplumda eğitim, doğrudan devlet tarafından üstlenilmediği zaman da bir devlet işlevi ve en etkili toplum mühendisliği aracıdır. Buradan bakıldığında, tarih içindeki burjuva ya da proleter devrim yönetimlerinin de “eğitim”i amaçları doğrultusunda yeniden örgütlediklerini biliyoruz. 1917 Sovyet, 1923Türkiye deneyimleri bu açıdan incelenmeye değer özellikler, kazanımlar, ama aynı zamanda çelişki ve sorunlar barındırıyor. Konumuz bu değil ama, geçerken, solculuğun laik eğitimin sonucu olduğunu düşünen bir zamanların Genelkurmay Başkanı, sonradan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın daha 1969’da, “biz bu laik okullara karşı, İmam-Hatip okullarını bir alternatif olarak düşünüyoruz” dediğini kaydedelim. Kısacası, işin bu yanı önemsiz değil. 


***
Kapitalizm, genel eğitimi, evrenin en standart dışı varlığı olan insanı tektipleştirme düzeneği olarak kullanıyor. Yabancılaşmış insanı, eğiterek daha da yabancılaştırıyor. Bu eğitimin en önemli tahribatı, insanın kendi yaşamıyla, yaşam koşullarıyla ilgili karar verme yeteneğinin elinden alınmasıdır. Bir konuyu çok iyi bilen “aptal uzman”la, birçok konuyu ”biraz bilen” “malumatfuruş cahil” kapitalist eğitimin seri olarak ürettiği iki insan tipidir.
 
Düzen karşıtı hareket ve örgütlülükler açısından eğitimin, ortak amaç yolunda yürüyenlerin görüş ve bakış birliğini pekiştirmeye hizmet eden bir işlev görebileceği açıktır. Ancak, en iyi, en başarılı örneklerinde bile “eğitim”in sınırları vardır. Birincisi, devlet olmayan hiçbir örgüt toplumsal ölçekte eğitim örgütleyemez. İkincisi, eğitim, tek yanlı, eğitileni edilgen kılan bir pratiktir. “Eğitim” yerine “eğitişim” demeyi öneren, bu sözcük değişikliğinin içeriği de değiştireceğini savunanlar olmakla birlikte, eğitimin yerleşik formatını değiştirmek kolay olmadığı gibi, Marx’ın “eğiticileri kim eğitecek?” sorusu da boşuna değildir. 

***

Dünya toplumsal devrimler pratiği, en zor değişen, en çok direnen şeyin “kültür” olduğunu gösterdi. 

Marx’a göre kültür, doğanın yarattıklarına karşı insanoğlunun yarattığı her şeydir. Yaşamla ilgili her şeydir. Daha tama yakın bir tanım vermek gerekirse, kültür, tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan tüm maddi ve manevi değerlerle, bunları yaratmada, pratikleştirmede, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan ve insanın doğal ve toplumsal çevresiyle ilişkisini gösteren araçların tümüdür. 

Türkçesi “ekin” olan culture sözcüğü tarım kökenlidir; mikrop ve bitki türü üretme ve yetiştirme anlamındadır. Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya kadar aldığı duruma kültür denmektedir. Bir bitkinin toprakta kök salması bir kültür olayıdır. 

Ne var ki, sorun, “Bitkiler kültürle, insanlar ise eğitimle şekillendirilir” (J.J. Rousseau) yalınlığında değildir ve Gramsci’nin katkısı da buradadır. Gramsci, burjuvazinin kendisini, bütün toplumu kendi kültürüne ve ekonomisine asimile eden bir güç olarak sunduğunu, devletin bütün işlevinin de buna göre değiştirildiğini yazmıştı: “Eğitici devlet”!
 
Sosyalizm de, kendisini, ancak yeni bir kültürel dil olarak kurabilir. Tarihsel kapitalist bloğu yıkmaya giden yol, eski yapı içerisinde yeni bir kültür kurmaktan, geliştirmekten geçer. 

***
Tek bir kültür yok ki…
 
“Kültürleşme” (acculturation); iki ya da daha çok kültürün, karşılıklı etkileşme sonucu, benzeşme yönünde değişmeye uğramaları olarak tanımlanıyor.

Kapitalist toplumda,“emekçide yoksulluk ve teslimiyet, çalışmayanda servet ve kültür gelişiyor.” (Marx) Öyleyse kapitalist toplumda kültürleşme, tüm insan etkinliklerinin sermayenin çıkarlarına bağlanması demektir. 

Öte yandan, Fransız ve Ekim Devrimlerinin gösterdiği gibi, kültür devrimle ve eğitimle değişmediğine göre, karşıt kültürü toprağa ekmek, devrimciler için devrimden önceki ve sonraki tüm zamanlara yayılması gereken bir etkinliktir. 

Soru olanca çıplaklığı ve yakıcılığıyla kapitalist toplumda, gelecek toplumun nüvelerini ortaya koyacak kurucu kültürün toprağa kök salmasının nasıl sağlanacağı sorusudur. 

Engin ve derin bir konudur. Tartışmaya ve değiştirmeye başlamak üzere iki önerme üzerinde düşünebiliriz.

Bir: Devrimci mücadele ve örgütlenmenin ilk oluşumundan, komünist topluma kadar olan sürecin temel önceliklerinden biri, proleter ya da sosyalist insan tekinden başlayarak bu sürece katılanların sürecin karar, söz, inisiyatif ve sorumluluk sahibi özneleri olacağı bir pratik geliştirmektir. Başka türlü, yeni toplum tasarımına kitlesel ölçekte inandırıcılık kazandırılamaz!

İki: İlk adım, kendi örgüt ve ilişkilerimizde, kapitalist toplum ve devletsel ilişkilerden farklı, komünal/komünizan ilişkiler geliştirmek, buralardaki yabancılaşmanın, hiyerarşileşmenin, kişi putlaştırmasının üstesinden gelecek farklı pratikler yerleştirmektir. 

Devrimcilerin 1 Haziran-15 Haziran 2013 arasında Taksim “iktidarı”,  bir çakım kısalığındaki bu deneyim, genç kuşakların komünal ilişkilere yatkınlığını, bu görünümün toplum çoğunluğu tarafından da sempatiyle karşılandığını göstermiş, diktatör de bu nedenle çılgına dönmüştür. 

Söz bitmedi ama bu yazı için yer bitti! Daha tartışırız. Konuya ilgi duyanlar için okuma önerisi: Ali İleri, İktidar Yürüyüşünde Zorunlu Bir Adım “Kültürleşme”, Yaşayan Marksizm, Sayı:2, S. 125-166  https://tr.scribd.com/document/55989056/Yasayan-Marksizm-Sayi-2-Tarihsel-Ozne-Olarak-Proletarya-Degisen-Ne