‘Kültürel iktidar’ ve seçim tartışmaları

Bu yazının konusu, hızlı bir değişim gösteren politik koşulların ne yönde gelişebileceğine ilişkin “kehanetler”le ilgili ipuçlarını değerlendirmeye çalışırken, iktidarın bir anlamda durma noktasına gelen tırmanışının ifadesi olan “kültürel iktidar olamadık” itirafını, bu itirafın gerçekliğini tartışmak. 

“Kültürel iktidar olamadık” saptaması gerçeği yansıtmakla birlikte burada “kültür - kültürel” kavramlarıyla iktidarın sözünü ettiği “kültür - kültürel” kavramlarının farklı olduğuna da dikkat çekmekte yarar var. Türkiye’deki kurulu düzenin kendisini ait hissettiği Batı dünyası, “sol” “sağ” ya da “ilerici” “muhafazakar” ayrımlarını içinde barındıran, gerçek Sol’u Marksist düşünceyi marjinal sayan bir anlayışı militan düzeyde sahiplenmiştir. Ama kültür dünyamızda “marjinal” sayılan solun etkisinin inkar edilemeyeceği, Aydınlanmadan ve Marksizmden nemalanan bir derinliğin söz konusu olduğunu unutmamak gerekir. İktidar partisinin kültür anlayışı ve dünyası ise daha çok İslamcı bir kültür yaratma bu tür bir ideolojiyi egemen kılma hedefi ile belirleniyor. Bu ideolojik hedefin olmazsa olmazı iktidarın sürekliliğidir. Çünkü Siyasal İslamın egemen olduğu ülkelerde Batının “demokratik” işleyişi ilkesel olarak dışlanmıştır, süreklilik esastır; lider, “emir ül mümin” herhangi bir nedenle değişebilir ama kültürel ideolojik paradigma değişmeyecektir. İslam dünyasında bu ideolojik paradigmaya itirazlar, devletlerin sürekliliği üzerine farklı görüşler, nesnel yaklaşımlar söz konusu olmuş, örneğin İbni Haldun gibi düşünürler farklı görüşler ileri sürmüşlerse de İslam dünyası temel çizgisini değiştirmemiştir. Kendini Batı uygarlığına ait hisseden ülkelerde ise iktidara gelen İslamcı bir partilerin sözünü ettikleri kültürel hegemonyayı kurması, varolan kültürel birikimin yerine siyasal İslamcı kültürü, ideolojiyi egemen kılması, İran gibi zayıf “laik” bir diktatörlüğün bir İslam devletine dönüşmesi örneği bir yana bırakılırsa pek kolay ve mümkün görünmüyor. Bu nedenle iktidar partisinin 20 yıla yaklaşan uzun egemenliğinin daha fazla ilerlemesi devleti İslamcı bir devlete, ülkeyi bir İslam ülkesine dönüştürme projesi en azından şimdilik bir duraklama evresine girmiş görünüyor.

İktidar partisinin ya da hareketinin söylemek istediği Cumhuriyet’in kuruluşu ile ülkeye egemen olduğu söylenen; laiklik, yazı dilinin değiştirilmesi, medeni kanun ve diğer kanunların değiştirilerek, Osmanlı’dan sınırlı olarak uygulanan şeriat hukukunun tümüyle ortadan kaldırılması gibi devrimlerle tarif edilen Kemalizm yenilgiye uğratılamamış, özetle kültürel alanda Kemalizmin, sosyal demokrasinin, solun damgasını taşıyan etkinin kırılamamış, onun yerine siyasal İslamın ikame edilememiş olmasıdır.

EKONOMİ HAKİM, KÜLTÜR SABIRLI, SİYASET İNATÇIDIR

Siyasi iktidar kültürel iktidar farklılaşması geçmişten bugüne uzanan bir tartışmadır. Ama bu tartışma ancak siyasetin ve kültürün zemininde egemen ekonomik sistemin bulunduğunu varsaymak koşuluyla anlam kazanabilir. İlk bakışta bu zemin görülemiyorsa bunun nedeni, temel ile üst yapının ekonomik sistemle üst yapıyı oluşturan siyaset ve kültürün, siyaset açısından sınırlı, kültür açısından daha uzun erimli başatlığıdır.

Kısacası bir kopukluktan değil, sürekli çatışan çarpışan kültürler arası bir süreklilikten söz etmek tartışmayı daha anlaşılır kılabilir. Bu tartışmanın ön cümlesi ön kabulü ise zaman zaman biri diğerini belirleyen iki olgudan söz edilmesi olmalıdır. Siyasetin siyasetlerin kısa süreli egemenliklerinin kültürlerin dayanıklılığı karşısında çabuk pes etmekle birlikte hızla bir diğer siyasete evrilerek, değişerek, ayak uydurarak ayakta kalmayı yani iktidar hedefini canlı tutmayı, çünkü siyasetin temel ölçüsü iktidar olmaktır, başarması da ikinci ön kabul olsun. Özetle zaman ve süreklilik içinde siyaseti de içeren ve onu sık sık reddeden kültür her zaman egemen ekonomik ilişkilerin yansıtıcısı olagelmiştir.

Sistemin sıkı savunucusu liberaller siyasal islamcı hareketin durumunu, tutumunu değerlendirirken bu hareketin neden kültürel alanda iktidar olamadığını anlatma çabası içinde bir yanılsamaya imza atmakta, “siyasal islamın otoriter olmayabileceği” iddiasını ciddi ciddi tartışmaktadırlar. Oysa dogmalara dayanan bir yapının otoriter olmaktan başka şansı yoktur. Söyledikleri özetle şöyledir; siyasal İslam kültür alanında da iktidar olabilirdi ama İslami devlet alternatifinin güzelliğini, doğruluğunu, geçerliliğini göstermekte başarılı olamadı. Bu iddiayı kabul etmek olabilirliğini göstermek için güzel, doğru, geçerli, “demokratik” örnekler vermek gerekirdi, ama böyle örnekler yoktur.

Liberaller siyasal İslamcı hareketin kültürel alanda iktidar olmaya çalışmadığını, bunun yerine iktidarını sağlamlaştırarak, gerektiğinde zora başvurarak sürekliliğini sağlamak istediğini, bunun doğal sonucu olarak kültürel iktidarın da gerçekleşeceğini umduğunu, ama bunun da mümkün olmadığını söylüyorlar. Liberaller ılımlı, Batılı, modern “gerçek” bir İslam kurguladılar. Ama bu dediğimiz gibi “eşyanın tabiatına aykırı” olmalı ki, böyle bir örnek ortaya çıkmadı. Kuşkusuz bu durum yalnızca devlet geleneği ile ilgilidir; zengin Fars, Arap dilleri ve kültürleri ile doğrudan ilişkilendirilmesi yanıltıcı olur.

Yakın gelecekle ilgili tahminlerde kehanetlerde bulunan siyasal yorumcular, kamu oyu araştırma kurumları şirketleri, kültürel hegemonya kurmak bir yana azalan halk - seçmen desteği nedeniyle iktidarın sürekliliği projesinin de tehlikeye girdiğini söylüyorlar. Bu durum da kaçınılmaz olarak, sonuçta bir kültürel hegemonya kurma hedefi ile ortaya çıkmış ve projesini 2023- 2071 gibi iddialı bir projeksiyonla süreklilik üzerine kurmuş partinin bundan sonraki tutumu ve toplumun yarısından fazlasını oluşturduğu belirtilen karşı cephenin nasıl bir yol izleyeceği tartışmaların odak noktasını oluşturuyor.

Siyaset alanlarında, (liderler, meclis, medya, sokak, ekonomi, salgın, dış politika ABD-AB-Rusya üçgeni artı Çin) gerginlikler tırmanıyor. İçeride gerginlik konularının başında ekonomi, pandemi, erken seçim odaklı tartışmalar geliyor. Gerginlik o kadar tırmanmış ya da tırmandırılmıştır ki, bir noktada boşaltılması da kaçınılmaz hale gelmiştir.

ERKEN SEÇİM KAÇINILMAZ MI?

Bunun yolunun erken seçim olduğu söyleniyor. Muhalefet partilerinin oluşturduğu cephe, Millet İttifakı ve çevresindeki partiler bir erken seçimin kaçınılmaz olduğu kanısında. Bu aynı zamanda iktidar partisinin otoritesi tartışılmaz liderinin yeniden seçilmesi konusunun da gündeme gelmesi, getirilmesi demek. Her ne kadar yasaların fazla öneminin kalmadığı söyleniyor olsa, işlem ve eylemlerde yasallık aranmasa, uygulamada görünmez bir kabulün, “rızanın” geçerli olduğu söylense de Cumhurbaşkanı’nın yeniden seçilebilmesi için bir erken seçimin kaçınılmaz olduğunu “geçerli” hukuk sistemi söylüyor. Hukukçular zamanında yani 2023’te yapılacak seçimlerde iki dönem cumhurbaşkanlığı yapmış olan AKP liderinin üçüncü kez aday olamayacağını savunuyorlar. Bu sav doğruysa tek çıkış yolu erken seçimdir. Parlamento aritmetiği böyle bir erken seçim kararının ancak muhalefetin evet demesiyle mümkün olabileceğini gösteriyor. Meclisin erken seçim kararı alabilmesi için Anayasanın 116. Maddesinin 1.ve 3. fıkralarına göre beşte üç çoğunluk gerekmektedir. Bu da ancak muhalefettin katılımıyla ulaşılabilecek bir sayıdır. Aynı oran cumhurbaşkanının 3. kez aday olabilmesi için de öngörülmüştür. Demek ki normal koşullarda muhalefetin onayı olmadan Meclis erken seçim karar alamıyor ve cumhurbaşkanı da 3. kez aday olamıyor. Bu da hem erken seçim için hem de istisnai adaylık için muhalefetle uzlaşmayı zorunlu kılıyor. Öyleyse gerginliğin bir noktada yumuşatılması, karşılıklı tavizlerle rejimi değil ama sistemi kurtarmak için işbirliği yapılması muhtemeldir. Böyle bir uzlaşmanın iktidar açısından olmazsa olmazının Cumhurbaşkanının 3. kez adaylığının muhalefetçe kabul edilmesi, muhalefet açısından ise partili cumhurbaşkanlığından vazgeçilmesi ve cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlandırılması olabilir.

Peki yasal durum böyleyken, Cumhur İttifakı’nın vazgeçilmez bileşeni MHP nasıl oluyor da 2023 seçimlerinde “adayımız şimdiki cumhurbaşkanımızdır” diyebiliyor? Demek ki MHP Anayasa’nın 101. Maddesinin cumhurbaşkanlığına iki dönemle sınırlayan hükmünü geçersiz sayıyor ya da iki dönem seçilmiş bulunan cumhurbaşkanının bir dönemini görmezden geliyor; her ne kadar YSK’nın mazbatasında 13. olarak kaydedilmiş olsa da onu 12. Cumhurbaşkanı olarak görüyor. Ya da yasaların esnek yorumlanmasını da bir yana bırakarak yani kırarak çözüm üretmeyi deniyor. Çok sayıda örneği güncel siyasette “AYM ve AİHM kararlarının yalnızca tavsiye kararı olduğunu” söylemek gibi uçuklukları gördüğümüz için şaşırmıyoruz elbette.

Bu söylem herhalde yasaların dışında ya da yasaların lafzının ve ruhunun dikkate alınmamasıyla geçerli olabilecek bir durumun işaretidir. O zaman uzunca bir zamandır tartışılan seçimler olmayacak mı, olursa farklı bir seçim mi izleyeceğiz, seçimleri yitirse de Cumhur İttifakı kalmakta direnecek mi, yoksa Trump yöntemleri mi geçerli olacak türünden şimdi spekülatif görünen gerçekçi olasılıkları epeyce gecikerek konuşmaya başlayacağız demektir.

Tırmanan, tırmandırılan gerginlik iktidar partisi tarafından yönetiliyor gibi görünse de bu gerginliğin iktidara yarayacağını söylemek zor. Çünkü gerginliğin iktidar partisine yarayabilmesi için iktidarın süreklilik hedefine öyle ya da böyle her aracı kullanarak ulaşması gerekiyor. Bu ise siyaset yorumcularının sık sık dile getirdiği gibi kaotik bir duruma işaret eder. Böyle bir durumun yorgun, ideolojik-kültürel hegemonyasını kuramamış, öteki islamcı partileri hareketleri yanına çekememiş, içeride dışarıda müttefiklerini yitirmiş bir hareket için pek de olumlu sonuçlar vermeyebilir. Ne de olsa sistem macerayı sevmez, ancak varlığı tehlikeye girdiğinde maceralara evet diyebilir.

Tarihte siyasetin geçici de olsa zaman zaman bağımsızlaştığı örnekler de vardır. Ama siyasetin bağımsızlaştığı dönemler her zaman tek yönlü işlemez. Gidişten sıkılan ve sistem dışında çözüm arayan halk kesimleri de kendi demokratik çıkışları için zamanın geldiğini düşünebilir, kendi partileri cepheleri ile, geç kalmazlarsa eğer, siyasete müdahil olabilirler...