Küçük Kırmızı Balık’a cesareti nerden geldi?

Küçük Kara Balık’ın cesareti yıllardır; hayatımızın bir köşesinde, kitaplığımızın bir rafında, içimizdeki o kıvılcımda saklı. Bunun üzerine sayısız yazı yazıldı, birçok cümle kuruldu; balığın cümlelerinden yeni yollar çizildi; kaybolduk, yeniden bulduk birbirimizi ve kendimizi, tekrar tutunduk; dönüp sayfalara yeniden sorular sorduk ve cevaplarını aradık… Çocuklarımıza okutmanın, onların birer Küçük Kara Balık olmasını istemenin yanında yetişkinler olarak da Küçük Kara Balık olmayı belki de herkesten çok istedik. Belki de kendi bataklığımızı aşıp denizleri ararken durmadan akan suların altında bu yüzden savrulduk.

Küçük Kara Balık, şüphesiz yukarıda anlatılanlar gibi ve hatta daha fazlasıyla birlikte çeşitli biçimlerde bizlerle yol aldı. Behrengi, Küçük Kara Balık’ı o yolculuğa çıkarırken ve kendi cesaret yolculuğunda Aras nehrinin sularına karışırken, kendisinden sonra yıllar boyunca bu kitaba sarılacağımızı tahmin ediyor muydu, bilmiyoruz. Fakat Küçük Kara Balık o yolculuğa çıktığından ve yolu bizlerin yaşamının bir noktasında kesiştiğinden bu yana şundan eminiz ki çocuklarımızı ve geriye kalan herkesi Küçük Kara Balık’ın cesaretiyle sarıp sarmalayacağız, onunla birlikte ve yeniden belki de çok farklı yolculuklara çıkacağız.

Bu yazının konusu salt Küçük Kara Balık üzerine dizilmiş övgü dolu sözcükler değil elbette. Fakat başlarken Behrengi’nin gerçek anlamıyla ölümsüz eserine dair hissedilenleri dile getirmemek eksiklik olarak kalacaktı. Peki neydi cesaret? Yetişkinlerin yan yana kurduğu cümleler ve arka arkaya sıralanmış hareketlerin dışında, asıl olarak, çocuklar için cesaret ne demektir? Çocukları, ileride cesur birer birey olarak adlandırıldıklarında, bunun temellerini nelerden alırlar? Çocuklara korkusuzluğu öğretmeye çalışan kitaplar yazılıp çizilirken onların dünyalarına saldığımız onlarca korkuyla birlikte nasıl yolculuklara çıkacaklar?

Bir önceki yazıda çocuklar ve korkuları üzerine konuşmuştuk. Onlarla bu duyguyu yaşarken neler üzerinden bir yol belirleyebileceğimiz, neden korkuların ortaya çıktığı, bu duygunun olağanlığı, nasıl başa çıkabileceğimiz vb. başlıklara değinmeye çalışmıştık. Buradan hareketle yine elbette kitapları heybemizden ayırmadan bugün de cesaret üzerine konuşacağız.

Cesaret, sözlük anlamının dışında, daha özgün bir ifadeyle çocukların ta kendisidir. Onların dünyasına olağanca bilmişliğimiz, korkunç yaklaşımlarımız ve baskıyla girmediğimiz; dünyalarını zapt etmediğimiz, meraklarının ve sorularının önlerini kesmediğimiz sürece… Sürece diyorum, çünkü cesaret, merakları ve her şeyi keşfetme çabalarıyla birlikte olağan bir biçimde onların içinde hep yer alıyor. Az ya da çok, yansıtılmış veya yansıtılmamış biçimde hayatlarının birer parçası. Doğaları gereği sorguluyor, merak ediyor, zaman zaman bizleri tepetaklak edecek sorularla karşımıza dikiliyor; akla gelmeyecek- fakat onlar için olağan- davranışlarla karşımıza çıkıyorlar. Yetişkinler o kırmızı çizgileri ve aşılmaz duvarlarıyla onların karşısına dikilmediği sürece aslında tüm çocuklar birer Küçük Kara Balık olarak yaşama adım atıyorlar.

Çocuk edebiyatı, geçmişten bu yana yazılıp çizilen, zaman zaman efsaneler ve masallar şeklinde çocuklara aktarılan kahramanlık ve cesaret örnekleriyle dolu. Devlere karşı olmadık savaşlar veren karakterler, başını alıp çok uzaklara gidenler, dağlar tepeler aşanlar olarak karşımıza çıkıyorlar. Tüm bu örnekleri elbette kendi tarihselliğinde ve alanında değerlendirmekle yükümlü olmakla birlikte, çocuklara edebiyatla birlikte verilen her duygunun “gerçek” olması taraftarıyım. Elbette anlatılardaki ütopik noktalar veya abartı ögesi çocuk edebiyatının içinde zaman zaman çocuklar üzerinde etkili oluyor. Etkililiğinin yanı sıra onların hayal dünyalarını güçlendirecek birçok noktayı da içinde barındırıyor. Fakat yaşamın içindeki cesaret kavramının denk düşmediği, çocukların kendi hayatlarında karşılık bulamadıkları her şey onlar için sadece hayranlık duydukları ve asla gerçekleşmeyecek örnekler olarak kalıyor. Ötesinde ise belki de korku duvarlarına bir tuğla daha atılıyor. O tuğlaları yok etmek için ise “güç” dışında başka şeylerin olabileceğini de sezemeyebiliyorlar.

Cesaret çocuklarımıza farklı şekillerde anlatılırken ve mesajları verilirken yanında “güç” kavramıyla birlikte veriliyor. Şüphesiz ki çoğu zaman somut örnekleriyle birlikte güçlü insanlar daha cesur olabilir veya cesaretlerini bu güçten alıyor olabilirler. Fakat cesaret etmek salt güçlü olmaktan geçmez. Asıl odaklanılması gereken nokta, birçok ayrıntılı başlık yanına eklenecek olmakla birlikte cesaret etmenin gücü yarattığı olmalıdır. Bunu sadece bir önkoşul sıralaması olarak belirtmekten ziyade çocuklarla paylaşabileceğimiz her anlatıda onlara sezdirebilmeliyiz. Tıpkı Küçük Kara Balık’ın cesaretiyle o çok uzaklardaki denizi ararken güçlenmesi; sorularının ve merakının hikayenin sonundaki Küçük Kırmızı Balık’a güç vermesi gibi… Tüm yolculukların ve gücün o bir adımı atmaya cesaret ederek başlaması gibi…

Küçük Kara Balık sadece cesaretin değil birçok şeyin mesajını veriyor elbette: Sorular sormanın, merak etmenin, başkaldırının, itaat etmemenin, korkularla ve zor durumlarla baş başa kalsak bile bunların üstüne gitmenin… Tüm bunlar cesaretten bağımsız başlıklar değil. Hepsi birbirinin içine geçmiş, birinin eksik kaldığı yerde ötekinin devreye girdiği, nereden ve nasıl çıkacağını bazen tahmin bile edemeyeceğimiz noktalar. Yeter ki çocuklarımıza vermek istediğimiz cesaretin temellerini tıpkı Behrengi’nin yaptığı gibi o küçücük bedenin bir yolculuğa çıkmasıyla atabilelim. Yeter ki onların bu cesaret yolculuklarında kazanacakları gücü ve başkalarına aktarabilecekleri her şeyde onların yanında olabilelim.

Çocuklarımızın birer Küçük Kara Balık olma yolculuklarının birçok Küçük Kırmızı Balık cesareti yaratabilmesi umudu ve inancıyla…