Küçük karasinekler

Çocukluk günleri. İlkokul. Evdi, mahalleydi, okuldu, ödevdi derken, o zamanlar minecraft, cep telefonu falan da yok, bir noktadan sonra sıkılıyor tabii insan.

Biliyorsunuz, vahşi de oluyor o yaşlarda. Yakalıyor sinekleri bir el hamlesiyle. Küçücük karasinekler bunlar, birkaç dakikalık yeni bir oyun malzemesi işte. 

Koparıyor önce bir kanadını, uçamasın bir daha, kaçamasın. Eh, koparmışken birini, öbürünü de koparıveriyor, simetri bozulmasın. Sinek işte, ne olacak ki? 

Çekirge kadar olmasa da sıçramaya başlıyor sinek bu defa. Zıp zıp zıp, demek kanatları koparılınca böyle bir özelliği çıkıyor ortaya. Yine kaçma tehlikesi var işte. En iyisi, bir bardağın içine kapatmak. Cam, şeffaf bir bardak olsun ki dışarıdan gözükebilsin. Görebilelim. İzleyelim zıplayışlarını, eğlenelim. Nefessiz kalabilir zamanla, ölebilir, ne yapalım?! 

İşte böyle. Veletken küçük karasinekleri yakalar, kanatlarını koparır, bir bardağın içine kapatır, seyrederdim. 

Ama asla yaşam tarzlarına karışmadım... Nasıl yaşarlarsa yaşasınlar, bana ne...

*

Ortaokulun sonları, lisenin başları. Gerçi atari, commodore falan çıkmış durumda ama hâlâ minecraft ve cep telefonu yok ortada, kitap okumaya başlıyoruz ufaktan. Fakir Baykurt’un “Kaplumbağalar”ı var mesela. Devletin vatandaşa ettiğini vatandaş da kaplumbağaya ediyor, anladığımız kadarıyla.  

Yoksul köylü vatandaşlarımız, bir nebze olsun yenebilmek için fukaralıklarını, köyün boş bir arazisini değerlendirmeye, ekip biçmeye kalkışıyor. Kara, çorak toprak zamanla yemyeşil bir bağa dönüşüyor, kaplumbağalar gelmeye başlıyor asmaların gölgesine. Devlet de geliyor sonra, burası köyün toprağı değil, bizim diye. N’etsin köylü, yıkıyor yaptıklarını. 

Ve n’etsin köylü sahiden; hıncından, öfkesinden, çaresizliğinden ters çevirmeye başlıyor kaplumbağaları. Bir hayvana eziyet ederek çıkarabiliyor anca acısını. 

Belki, ilki gibi çocukluktan gelen psikolojik itkiler değil, çok daha toplumsal meseleler var bu “müdahale biçimi”nde. Ama yine de yaşam tarzına karışmıyor hiç kimse. 

Tutup ters çeviriyor kaplumbağayı, güneşin bağrında ölüme terk ediyor ama asla karışmıyor yaşam biçimine… Nasıl yaşarlarsa yaşasınlar, köylüye ne...

*

Üniversite yılları var sonra. Gerçi tetris falan çıkmıştı ama minecraft ve cep telefonu hâlâ ufukta görünmediği için olsa gerek, kantinde falan sohbet ediyor, solculuk yapıyoruz arkadaşlarla. Yaşar Kemal’in “zilli kurt” örneğini anlatıyor bir tanesi. Büyük ihtimal, “Bu milletten adam olmaz mirim, baksana ne yapmışlar yine” sohbetlerinden biridir. Zayıf bir ihtimal, “Kaplumbağalar” konusu açılmıştır, oradan çağrışım yapmıştır. Gerçi “Kaplumbağalar” örneğinde, meselenin sosyo-ekonomik boyutu psikolojik olanına göre çok daha önde ama bir zulüm biçimini anlatınca akla gelebilir öbürü de.

Öğreniyoruz ki, köye inen kurdu, köylünün cezalandırma biçimiymiş, boynuna zil takıp gerisin geri “serbest” bırakmak onu. Zili çın çın çın öttüğü için artık vahşi doğada avlanamayacak, yerini yurdunu belli edecek, açlığından ölüp gidecekmiş hayvan.  

Çocukluktan büyüklüğe, vahşete geri döndük galiba. İnsanın - kendi menfaatleri için - özünde vahşi olmasına. Hayvanlara ve doğaya karşı sevgisizliğine. Doğadan hep intikam almasına vesaire… 

Tutup kurdun boynuna zil takıyordu gerektiğinde köylümüz ama asla karışmıyordu onun yaşam biçimine yine… Nasıl yaşarlarsa yaşasınlar, köylüye ne...

*

Geçti yıllar. Şimdi ne güzel minecraft ve cep telefonu var. Tabii başka bazı şeyler de var:  

Uçmaya çalışırken biz ortalıkta, tutuyor birileri, çekip koparıyor kanadımızın tekini mesela: Doğum kontrolü terördür, sezaryen felakettir, kürtaj cinayettir, üç/dört çocuk zaruridir, şöyledir, böyledir…

Diğer kanadımızı koparıyorlar sonra: Dindar nesiller yetiştirmek gereklidir, ilkokul birden itibaren din eğitimi şarttır, anaokullarında erkek-kız ayrımı olmalıdır, Türkçeyle felsefe yapılmaz Osmanlıcaya dönülmelidir, Osmanlıca zorunlu ders olmalıdır, şöyle olmalıdır, böyle olmalıdır…

Zıplamaya çalışırken, tutup kapatıyorlar bardağın içine sonra: Orada öpüşmeyeceksin, burada içmeyeceksin, şurada kadın/erkek ayrı duracaksın, ceksin, caksın…

Bardaktan kaçıp ağır ağır ilerlemeye çalışırken kaplumbağa gibi, yakalayıp çeviriveriyorlar tersine: Rezidans, Otoyol, AVM, çalış, çalış, pazarlama, satış… Rezidans, Otoyol, AVM, çalış, çalış, pazarlama, satış… Rezidans, Otoyol, AVM…

Bunalıp kurtulmaya, bir kurtluk yapmaya çalışıyoruz, yakalayıp takıyorlar boynumuza hemen zili: İşte bu alevi, şu ateist, o terörist, hepsi hain, şu, bu…  

Tamam, bütün bunları yapıyorlar ama karışıyorlar mı hiç yaşam biçimimize? Haşa! Bakın, hepimiz minecraft oynayabiliyoruz cep telefonlarımızda, sabahtan akşama…